devebayıltan ve faydaları



Politikacılardan başka kimsenin referandumu umursadığı yok; esas gündemimiz sıcaklar. Bugün ne kadar terledim, ne kadar bunaldım, ne kadar buharlaştım, yarın için umut var mı; bunlar da sorularımız. Havanın her fırsatta kendini hatırlattığı bir başka yaz hatırlamıyorum. Belki azıcık yakın bir tanesi, mesleğe başladığım yazdır. İlk günümde gazetenin manşeti “devebayıltan sıcakları”ydı ve o gün Kemal Sunal, kalkmasını beklediği uçakta kalp krizinden ölmüştü (tevellütü tahmin edersiniz artık.)

Güzide dergimizin son blogger’ı Metin, “Uykuya geçmek için genelde ilk deneme saatim 02.00 civarı. ‘Acaba bu gece uyuyabilecek miyim’ kaygısıyla yatağa uzandığım an sağdan sola ve hemen ardından soldan sağa dönüş rekoru denemelerim birbirini izlemeye başlıyor” diye yazdı. Doğru. Yatak hiç bu kadar düşman görünmemişti.



Metin, yazının devamında oturup sabahlara kadar kitap okuduğunu söylüyor. Eh hiç değilse sıcağın hayata pozitif bir katkısı da varmış. Bir katkısı daha olmasını umuyorum. Bloguna daha fazla post girebilir mesela. İktisadi tahayyüllerimizi biraz genişletsin, borsayı sokağa indirsin, işsizliğin elinden tutsun, ekonomik büyümemizi arttırsın, anlam düşmanı kısaltmaları uzatarak anlatsın…

Beri yandan kendisi sadece ekonomiyle ilgilenen bir ekonomi editörü değildir. Fotoğrafını çeker, öyküsünü yazar, bir oradan bir buradan anlatır. Dahasını bekleyebiliriz sanırım.

Bir de sıcaklar geçse de uyusak artık.

bir bürokratın hayatı



Bir süre bunu konuşacağız: RTÜK’ten (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) Türk Malı dizisindeki söz oyunları için uyarı gelmiş. Kurul diyor ki cöle deme jöle de, guzu deme kuzu de, “temizlik İran’dan gelir” diye laga luga yapma, efendi gibi doğrusunu söyle. Hızlarını alamamışlar, başka dilin de kurulu olmuşlar bu arada, güzel İngilizcemizi de bozmayın diyorlar: Boy frenk olmaz, doğrusu boyfriend’dir.

Mevzu komik, şamatası bol. Ben esas “bu kadarı da olmaz” diyenlere şaşırıyorum. Ne kadarı olur ki? Aşk-ı Memnu’daki öpüşme sahnesini eleştirmek caiz midir mesela bir kurul için? Ya da “çocukları televizyon başından kaldırın” demek? Neresinden tutacağız bu işin? Birileri ne seyredeceğimizi belirliyor, ötesi var mı?

Ben esas bu kuruldaki insanların nasıl yaşadığını merak ediyorum. RTÜK üyesinin bir iş günü nasıl geçer? Toplan karar ver, toplan karar ver, uyar, kına, kaldır vs… Sonsuza kadar gider bu.

Merak gidermek için sitelerine girdim (web yoluyla intihar etmek isteyenler buyursun, iki saat orada gezinirlerse tamamdır.) Üyelerin biyografilerini, sitedeki basın bildirilerini, mevzuatı falan okudum. İlgimi çeken başlıkları sıralıyorum:

- RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun Çin Heyetini Kabul Etti.

- RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun’a ''İnsanlığın Gerçek Dostu'' Ödülü

- RTÜK Başkanı Prof. Dr. Davut Dursun: ''Türkiye, Dünyanın En Çok Televizyon İzlenen Ülkelerinden Biridir''

- RTÜK Üyesi Dr. Abdul Vahap Darendeli Adana Bölge Müdürlüğünü ziyaret etti

- RTÜK’teki Konferansta Ailenin Önemi Tartışıldı

- Endonezya Heyeti RTÜK’ü ziyaret etti.

- TDK Başkanı Prof. Dr. Akalın: “Toplum Olarak Türkçenin Gücünden Haberdar Değiliz”

- RTÜK Başkanı Akman: “RTÜK Üyesi Mehmet Dadak'ın Kamu Görevlileri Etik Kuruluna Bildirilmesine ve Dadak'ın Kınanmasına Karar Verildi”

- RTÜK Başkanı Akman: “SKAAS Projesi Dünyada Hiçbir Ülkede Yok”

- RTÜK Başkanı Akman: ''Futbolun güzellikleriyle, her türlü keyif verici yönleriyle gündeme getirilerek, gençlerimizin yönlendirilmesinde görsel medyamıza büyük sorumluluklar düşüyor.”

- RTÜK'ün Düzenlediği Şölende Gençler Doyasıya Eğlendi

- RTÜK Başkanı Akman’a Hollanda'dan “Akıllı İşaretler” Plaketi

- RTÜK’ten Marmara’ya Cızırtısız Yayın Müjdesi


Daha onlarca benzer başlık… İşte böyle bir gündemleri var. Bırakalım eğlensinler Türk Malı’yla falan. Başka türlü kuruyup kalacaklar.

fitzgerald'ı nasıl oyuna getirdiler?



Yüzüklerin Efendisi tamam, Harry Potter tamam, hadi şu Alacakaranlık serisi de tamam da böylesini görmemiştim. Muhteşem Gatsby’nin video oyununu yapmak için insanların gerçekten de sıkıldığını varsaymak gerek. Ama yapmışlar işte. Onlarca sayfalık betimlemeler, New York’un Doğu Yakası atmosferine hakim o gerçekten ‘muhteşem’ caz çağı, herkesin birbiri hakkında beslediği Yeşilçamvari kuruntular, kısacası Amerikan rüyasının bu en damardan anlatısı üzerinden nasıl bir oyun oynanabilir?

F. Scott Fitzgerald’ın zihin dünyasına video oyunuyla kayıt yaptırmak elbette mümkün değil. Oyun da zaten işin felsefesini bırakıp kenardan dolaşıyor. Ama ille de oynamak isterseniz mesele şu: Siz hikâyenin ana kahramanı, zenginlerin dünyasına yabancı, okumuş çocuk Nick Caraway’siniz ve sonradan görme Jay Gatsby’in görkemli partisine langadank giriyorsunuz. Bundan sonra yapacağınız, anladığım kadarıyla, evin içinde gördüğünüz her objeye tıklayıp durmak, bu şekilde kazandığınız puanları biriktirmek ve nihayet kendinize bir kütüphane düzmek. Arada bir de birtakım harfler arayıp bularak hikâyenin içindeki gizemleri çözüyorsunuz ve oyun ilerliyor.

Sıkıntıdan ölmek için başka yollar da var elbette. Yine de Fitzgerald’dan bunca yıl sonra bir video oyunu çıkartmayı hayal eden, etmekle de kalmayıp hayata geçiren arkadaşlar detaylı bir incelemeyi hak ediyor. Bunlar kimdir, ne yerler, nerede yaşarlar? Başka projeleri var mı?



Aşk-ı Memnu’dan halen ekmek çıkartmak isteyenler varsa bu işe buyursun. Facebook üzerinde müthiş iş yapar. Oyunun nihai amacı Ednan Bey’i ikna etmek olursa tadından da yenmez ayrıca.

Muhteşem Gatsby'den bir yerli dizi çıkartmak da düşünülebilir aslında. Bugüne kadar nasıl kimsenin aklına gelmemiş?

gurur ve önyargı



Yazıya giriş ara, yazıdan çıkış ara, bitmiyor işler… Giriş gelişme sonuç, çözüm düğüm vesaire… Sadece kendi yazdıklarımda zorlandığım için söylemiyorum, iyi bir şeyler bulup okumak zor bugünlerde; iyi roman, iyi hikâye hele, daha da zor. Kurguyla oynayan, başı sona götüren, sonu ortaya bir yerlere saklayan “ben özgünüm” demeye başlıyor. Bu yakınlarda külliyatına girişmeyi düşündüğüm Ian McEwan zamanında şöyle buyurmuş:

“Pigme şempanzelerin hayatında 19. yüzyıl İngiliz romanının cümle temasını bulabilirsiniz: ‘Kurulup bozulan ittifaklar, diğerleri düşerken yükselen bireyler, komplolar, intikam, şükran, yaralanmış gurur, başarılı ve başarısız kurlar, acı veren ölümler ve yas.’

Ian McEwan, Jane Austen’den Charles Dickens’a bir dolu yazara bok atmış oluyor böylelikle. Onların hakkını yiyor mu bilmem ama bugün de temalar aynı. Gerçi ne bekliyorum ki?

hastayken yazmak



Yazar kahvesini pişirir, ışığını müziğini ayarlar, öyle oturur yazısının başına. Grip gözünü açtırmazken, beyni kafatasına sığmıyor da patlamak üzereymiş gibi kabarırken, bademcikleri boğazında barikat kurarken, eller ayaklar ne kelime, tekmil organı sistem hatası verirken, harıl harıl romanla, şiirle uğraşan var mıdır?

Yoktur tabii. Hastayken yazmak zorunda kalan zavallılar sadece gazetecilerdir. Benim ofiste hemen herkesin böyle anısı çoktur, sorsanız sabaha kadar anlatabilirler. “Bir gece sabaha kadar kusmuştum, sonra da…” Böyle gider bu.

Ben artık şerbetli olduğumu düşünüyordum. Değilmişim. Geçen haftasonu sıcaktan herkes neredeyse kendi tenini üzerinden kazıyıp çıkartmayı kafaya koymuşken, ben ofiste sağdan soldan bulduğum kıştan kalma montlarla lahana gibi oturup yarı uyuklayarak haber yazıyordum. Biraz da yaşlanıyorum galiba, bir hafta geçti, zihnimi ancak toplayabildim

Kelimeler ekrandan dökülüyormuş gibi geldi bir ara. Karakteri büyütünce sayfaya tutunabileceklerini umdum. Çok özel ve önemli bir şey değil, herkes hastayken çalışmak zorunda kalmıştır; ama bu meseleden çıkardığım bir şey var. Beşir Fuat ne olacağına bakmak için boşuna kesmiş bileklerini, pencereyi açıp yatmak da işini görürmüş.

PS: İyileşmek için doktora gitmek yerine bir sezonluk House izledim, evde deneyebilirsiniz.

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...