tüp ama deney tüpü


Nükleer projelerin rafa kaldırılmamasını savunan bir Çek gazetesi, Hospodarske Noviny dün şunları yazmak zorunda kaldı:

“Alman hükümeti ülkedeki santrallerin çalışma süresini uzatma yönündeki kararını askıya aldığını açıkladı. Avusturya, Avrupa’daki bütün nükleer santrallerin stres testine tabi tutulmasını istiyor. Uzmanlar bu hafta Brüksel’de buluşacak. Amerika’da bile yeni filizlenen nükleer rönesans kaynağında kuruyor. Japonya, ileride bir gün kurbanlarının kesin sayısını da bu işin ekonomik etkilerini de açıklayacak ama nükleer enerjiye yönelik bu dramatik karşı çıkış sayılara indirgenemez. Nükleer enerji kullanan toplumların psikolojisi atomun kendisi kadar kararsız. Tek gereken bir nöronluk belirsizlik; ondan sonra korku ile şüphenin zincirleme reaksiyonunun önü artık alınamaz.”

Nükleerciler bile durup bir defa daha düşünüyor; toplumun psikolojisinin karşısında durulmaması gerektiğini anlıyor. Bizdeyse nükleeri savunanlar, hem de en üst düzeyde şöyle söylüyor: “Riski olmayan yatırım yoktur, o zaman evinize tüp de koymamanız gerekir.”

Tüp… Japonya yanarken tek karşı argüman tüpse, durum gerçekten vahim demektir. O yatırımın riski gerçekleştiğinde, “tüp patladı, böyle oldu” demek yetmeyecek çünkü.

Deney tüpü değil bu ülke.

fukuşima, 12 mart, 15:36


Enerji Bakanı Taner Yıldız, depremden sonra şu yönde bir açıklama yaptı: "Japonya kendini depremde test etti ve başarılı oldu; Türkiye'deki nükleer santral projeleri devam edecek."

Hiç boşa konuşmasın. Japonlar bile kendi santrallerine Bakan Yıldız kadar güvenmiyor. Avrupa basını nükleer santrallerin ipini çekmek için devrede. Zaten Alman dergisi Der Spiegel de bugünkü kapağıyla son noktayı koydu. Dergi kapaktan "Das ende des Atomzeitalters" diyor. Yani, atom çağının sonu. Fukuşima'da. 12 Mart 2011'de. Saat 15.36'da.

Taner Yıldız bu tarihi ezberlesin ve gerçekten halkın zamanından çalmasın. Bu iş bitti artık.

tahliyenin vicdanı



Kapılar artık gerçekten kapandı. Libya’da vatandaşı bulunan ülkeler tahliye işlemlerini neredeyse bitirdi. Çin 32 bin, Türkiye 19 bin vatandaşını memleketlerine götürdü. Brezilya 3 bin, İtalya bin beş yüz kişiyi tahliye etti. Yunanistan, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin orada zaten pek kimi kimsesi yoktu; olanı getirdiler. İngiltere, basınının isterik çığlıkları eşliğinde yaklaşık beş yüz vatandaşı için çölde askeri operasyon yaptı. Geciktiler ama sonuç aldılar.

Yani artık kurtaracak kimse kalmadı. En fakirleri saymazsanız… Burkina Fasolu, Ganalı, Malili, Nijeryalı, Vietnamlı, Bangladeşli, Taylandlı petrol işçileri kapanan kapıların ardında bekleşip duruyorlar. Hükümetleri dahil, onların canını umursayan kimse yok. Zaten hükümetlerinin elinden de pek bir şey gelmiyor. Trablus’taki Gana büyükelçisi “ne yapacağını bilmediğini” söyledi mesela. Uluslararası Göç Organizasyonu bu durumda bir buçuk milyon işçinin olduğunu duyurdu.

International Herald Tribune, hemen hepsi erkek olan bu işçilerin perişan durumda olduklarını yazdı. Bir uçak veya feribotun kendilerini alacağı ümidini çoktan yitirmişler. Bir arada durmaya, geceleri Mısır ya da Tunus sınırına ilerlemeye çalışıyorlar. Ellerinde avuçlarında olan da çalınıyor. Dahası, siyah Afrikalılar, Libyalıların yine siyah paralı askerlere yönelik öfkesi sonucu, mermilerin ve bıçakların hedefinde.

Petrol firması yöneticileri bu adamları o büyük hapishanenin içinde savunmasız bırakarak tabanları yağladı. Herald Tribune, geride kalanları düşünmeden kaçanların çoğunun Türk firmaları olduğunu yazmıştı. Bugünkü haberinde Türkiye’nin gönderdiği feribotların 2530 yabancıyı da taşıdığını söyleyerek, suçlamayı biraz hafiflettiler. Ankara’dan bir tanıdığım, bazı Türklerin, işçilerini de tahliye etmek için kendisinden torpil istediğini söylüyor. "Yöneticiler de çaresiz," diyor.

Her halükarda bizim basın bu işlere hiç girmedi. Kendi vatandaşlarının derdindeki diğer ülkelerin basını da yanaşmıyor.

İşçilerin nispeten şanslı olanları bugün Tunus ve Mısır sınırına yığılmış durumda. Sınırlardan her gün on beş bin kişi kaçıyor ve elbette Tunus’un, Mısır’ın dertleri kendilerine yeten yetkilileri de onları istemiyor.

Tahliye ederken de biraz vicdan lazım, değil mi? Petrol firmalarını geçtim ama vicdan, gözü kendi vatandaşlarından başkasını görmeyen gazetelere de lazım. Petrol fiyatlarının yükseldiğini yazmak kolay, o petrolü çıkartanların durumunu da yazın. Hiç zor değil.

mutsuz bir lider için isim çalışması



Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bu günlerde diye söylenip durulur ya, o günün bugün olacağı aklıma gelmezdi. Kim ne derse desin, Türkiye basını Libya meselesinden birlik ve beraberlik içinde çıktı. En azından telaffuz açısından...

Yorumlar farklıydı ama hiç kimse Libya'nın başı dertte liderine 'Kaddafi'den başka bir isimle seslenmedi. Beri yandan, yabancı basını okurken telaffuz bolluğundan başım döndü. Ama bu konuda kimse Hollandalılar'ın yanına yaklaşamaz. Hollanda basınında her gazete Libya liderinin ismini kafasına göre yazdı. Kendi isimlerini telaffuz ederken bile kafaları karışıyor, belki ondandır.

Kaddafi listesine buyurun:

Trouw: Kadafi (Trouw'un sade dizaynına bu basit söyleyiş yakışırdı zaten)
De Telegraaf: Gadaffi (Egzotik bir yaklaşım, gazetenin hiçbir şeyden anlamayan çizgisine yakışıyor)
Metro: Kaddafi (Kesin bir Türk çalışıyor orada)
Algemeen Dagblad: Khadaffi (en zoru bu, bu söyleyişe nasıl ulaştılar, çok merak ediyorum)
Volkskrant: Kadhafi (bunu hiç bir Hollandalı telaffuz edemez, fazla entelektüel olmak tam da böyle bir şey, Volkkrant'ın kendisi gibi)

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...