haftanın güzelleri



Dergi kapağı birçok gazeteci ve okur için fetiş objesi. Benim için de aynen öyle. Kapak üretmek çok tuhaf bir süreçtir. Bazen beş dakikada çıkar; bazen kafa kafaya verip saatlerce düşünseniz de tatmin olmazsınız.

Lafı uzatmayayım, haftanın güzellerine buyurun.




amsterdam'da çalınacak ilk bisiklet



Amsterdam, evet, bir bisiklet şehri. Ama aynı zamanda da hırsızlar şehri. Geceleri ortaya çıkıyorlar. Bisikletinizi bağlamayacak kadar üşengeç ya da cahilseniz alıp gidiyorlar. Basitçe bağlamanız da yetmiyor. Zinciri ön tekere dolamanız, arka tekeriyse ayrıca kilitlemeniz gerekiyor. Yoksa gövdeyi bırakıp tekeri alabilirler. Güzel görünüyorsa seleyi, arkadaki çantayı, feneri de…

Vittorio de Sica’nın hüzün verici hırsızları gibi değiller, yaşama tutunmak için çalmıyorlar. Burada ikinci el bisiklet piyasası çok canlı ve çoğunlukla çalıntı bisikletlerden besleniyor. Amsterdam ahalisinin geneli işte bu yüzden dikkat çekecek kadar güzel bisikletlere binmiyor. Güzellerin bu cangılda yaşama şansı çok az. Sokaklarda kırık dökük, zinciri paslı, selesi yırtık, gidonu eğik bisikletler hüküm sürüyor.

İşte bu yüzden yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz bisiklet, sokağa indiği anda, Amsterdam hırsızlarının gözünde bir numaraya yükselecektir. Bu talihsiz ve alımlı güzel, Van Gogh Müzesi dükkânında sergileniyor. Üzerinde ressamın Badem Çiçekleri tablosundan bir kesit var. Rengini de o resimden almış. Ama dedim ya, yazık olacak… İki gün Amsterdam sokakları, üçüncü gün yan sanayi… Parçalarına ayrılmak ve yeniden boyanmak üzere…

Van Gogh'un uygun gördüğü renk üstüne renk olur mu? Olmaz elbette, üstelik dün müzede söz konusu tablonun hikâyesini öğrendikten sonra fikrim daha da pekişti. Van Gogh bu tabloyu, kardeşi ve hamisi Theo’nun oğlunun doğumu şerefine yapmış. Badem çiçekleri, elbette, baharın gelişini simgeliyor. Hele buralarda daha da erken, Şubat başında açtıklarından durum fena halde sembolik (tablo Şubat’ta yapılmış.) Zarif bir hediye. Ne diyeyim, kıyak adammışsın Vincent… Bisikletini çalacak o hırsızları şimdiden esefle kınıyorum.

guardian'dan nisan bir başyapıtı


1 Nisan şakası yapacağım diye başyazı döşenilir mi? Guardian yapıyor işte. İngiltere’de her sene epey malzeme çıkartılan 1 Nisan geyikleri bu seneyi de boş geçmedi. Independent’ın "Portekiz Ronaldo’yu İspanya’ya sattı" haberini duymuşsunuzdur. Guardian’ın başyazısından da ben bahsedeyim.

Ön bilgi: Guardian, bugünlerde bütün İngiltere’yi saran kraliyet düğünü çılgınlığına fena halde gıcık oluyor ve fırsat buldukça hem Kraliyet’e hem de kraliyet sevdalılarına geçiriyor. Ama dün ne yaptılar, bakalım.

Guardian, başyazısında, özetle şöyle diyordu: Bugüne kadar kraliyeti çok eleştirdik, ama artık biraz özeleştiri yapalım. Prens William’ın çok düzgün bir kral olacağı şimdiden belli. Hem dünyanın şimdiki liderlerinde de iş yok. Kings Speech filmi bazen kralların ne kadar önemli olduğunu ne güzel anlatıyordu, hatırlayın. Ayrıca William çok özel bir adam, bir defa helikopter falan kullanıyor. Zamanı geldiğinde babası Prens Charles’ı devreden çıkaralım; tacı William’ın başına geçirelim, ne dersiniz? Biz kendi payımıza, dünyanın Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya gibi önemsiz bölgelerindeki muhabirlerimizi kraliyet düğününden haber geçsinler diye Buckingham’a atamaya karar verdik. Artık sinik eleştirilerin değil, monarşiyi kucaklamanın zamanı.

Yukarıdaki özetti, tadımlık bir iki cümleyi de aynen çevireyim: "Sol cenahta, uzun süredir, kraliyetin büyüsü ve harikalarını takdir etmenin, ilerlemeye bağlılıkla yürümeyeceğine inanan bir eğilim vardı. Ama bu ekonomik tedbirler çağında, biraz daha mutlu ve görkemli olmayalım mı? Bugün haklarına kast edilen kamu çalışanları ve devlet yardımıyla geçinenlerin moralini düzeltecek şey, Kate Middleton’un kesinlikle muhteşem görünecek elbisesi değilse nedir?"

Mutfağında tamam bir numara yok ama İngilizler’in mizahına kimse laf etmesin… İngilizce bilenlerinizin de şuradan yazının tamamını okumasını öneririm, çok eğlenirsiniz.

Unutmadan… Independent’in Ronaldo oltasına, Queens Park Rangers’tan bir futbolcu, Wayne Routledge fena takılmış. Routledge yememiş içmemiş, twitter’dan şu mesajı atmış: “Biri bana ne gördüğümü anlatabilir mi? Ronaldo’yu İspanya’ya satmışlar!!! Yahu insan ülke değiştirip nasıl İspanya’da oynar?”

evdeki ses

Alper Görmüş, Darbe Günlükleri’ni Nokta’da yayımladıktan sonra, nasıl yaptığını soranlara, “esas diğerlerine neden yayımlamadıklarını sorun” diye cevap vermişti.

Aldığı karşılık başka bir soruydu: Neden şimdi? Bu soru Ergenekon sürecinin her safhasına eşlik etti.

Murat Belge, sürecin henüz başındayken, “Üçüncü ses” başlıklı bir yazı yazmıştı. “Eskiden tek ses vardı” diyordu özetle. “Şimdi öyle görünüyor ki, tek sesi dengeleyen bir ikinci ses daha beliriyor. Ama ancak üçüncü bir ses geliştiğinde, ulus olarak, düzgün ve sağlıklı konuşmaya başlayabileceğiz.” Katıldığım bir değerlendirmedir.

Ahmet Şık’ın kitabının internette dolaşmaya başlamasından sonra, Yıldıray Oğur dün bir tweet atmış. Aynen şöyle diyor: “Bu kitabın internete düşüş zamanlamasının manidar olduğunu söyleyen oldu mu? savcı düşürüldükten bir gün sonra..”

Kaldık mı yine tek sese? Yoksa hep tek ses mi vardı?

bir köy var çok uzakta



okuyup bitirdiyseniz, umudunuzu tazeleyin diyedir.

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...