new york sokaklarında


El Cezire, "devrim evde başlar" diyor. Ev dediği kapitalizmin mabedi, Wall Street. Çocuklar önce birer ikişer, sonra binlerle doldurmaya başladı New York sokaklarını. Heyecanları güzel ama mekân ABD olunca ister istemez iki kere düşünüyor insan. Seattle'daki dalganın yavaş yavaş nasıl söndüğü hâlâ hatırımızda. O zaman onlarla beraber "başka bir dünya mümkün" diyorduk  ama mesela Araplar kadar ısrarcı olamadık. Bıçak kemiğe dayanmadığından mı?

Gazeteler birçoklarının sabrının artık taştığını söylüyor. Google danışmanları, sirk çalışanları, Brooklyn'li dadılar ve tabii ki öğrenciler... Belki Wall Street'ten birkaç tane broker bile vardır aralarında. Ya da Goldman Sachs'tan, AIG'den artakalan taze işsizler...

Her halukarda dışarıdalar. Köprübaşlarında tutuklanıyorlar. Hevesleri körelecek mi, göreceğiz.

kaçamayan


Ernest Hemingway'i severim, boğa güreşini neden sevdiğini de tahmin ediyorum. Ama dökülen kanı yüceltmeye de gerek yok. Barcelona'lılar nihayet akıllı bir iş yaptı; tarihi La Monumental'deki boğa güreşlerini bitirdi. 

İçim şu boğaya gitti ama. Sonuncusuna. Kaçamayana...

Geçen haftanın mevzusuydu; Gustau Nacarino'nun fotoğrafını yeni gördüm

jonathan franzen unplugged

İlk defa Jonathan Franzen okuyorum. Epey geciktiğim randevuya son kitabı Freedom’la başladım. Yarattığı his: Gecikmişim gerçekten…

Time, geçen sene Franzen’ı kapağa çıkardı. Freedom yayımlanmadan hemen önce. Dergi, çoklarından esirgediği bir tanımı onun için kullanmıştı: Büyük Amerikan yazarı...

Yazarın çalışma odasının fotoğraflarını da içeren o uzun makaledeki bir ayrıntıyı Kaya’yla (Genç) konuştuğumuzu hayal meyal anımsıyorum. Franzen çalışırken hiçbir dış etkene maruz kalmak istemiyordu ve odası da zaten neredeyse bomboştu. En büyük düşman internet ise tek bir hamlede saf dışı bırakılmıştı. Laptopunun kablosuz bağlantı kartını çıkartmakla kalmamış; ethernet girişini de imha etmişti: “Yapmanız gereken ethernet kablosunu bilgisayara zamkla monte etmek; sonra da kafasını koparıp atmak.”

Bunları neden yazdım? Sebep belli; aynı sorun bende de var. Herkeste var. İyi iş çıkarmak için dünyadan kopmak elzem. Ama zamk? Burada hiçbir şey görmezseniz kullandım demektir.

taşra kütüphanesi

Kaybolup gitmesin istedim. "Kitaplar tamamen mi ölüyor"a gelen bir yorum. Radikal'in Likos isimli okurundan:
Benim calistigim devlet kutuphanesinin tek bir okuyucusu var di ve o da koyun delisiydi.Sabah erkenden gelir ve bazan kapanincaya kadar siir kitaplari okurdu.okumayi hafif sesle yapar ve okurken masa da degil dizlerinin uzerine cokerek oturup okurdu genelde.bir eilinde sigarasi,bir eilde kitap ve yerde cay bardagi yanindan hic eksik olmazdi...Bir ara onu gormeyince meraklandim ve sorup ogrendim nere de diye.Devlet onu baska bir kasabada koruma altina almisti.Koruma altina alinmasina sevinirken kutuphanenin tek okuyucusunu kaybetmek beni uzmustu.Cok okudugu icin ona deli diyen koyluler ise kutuphanenin yolunu ancak kisin usuduklerinde beles isinmak ve film izlemek icin buluyordular...Raflarda kuflenmis ve yillarca pislik icinde terk edilmis yuzlerce kitap ise onlara dokunacak sicak ir beli bekliyordular...Okuyucusu olmasa da kutuphanenin kahvehaneye donusmesi ise cok aci vericiydi....

sığınak

Amsterdam Şehir Kütüphanesi'ni daha önce Newsweek Türkiye için yazmıştım; bu hafta çıkan Radikal yazısında da ondan bahsettim. İşsiz günlerimin sığınağı... Biraz büyükçe bir sığınak gerçi. Kelimeler bazen yetmez, görmek isteyeniniz varsa videoya buyursun. Altyazılar İngilizce.

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...