çok mutluyum suphi abi


Bugün bir arkadaşım, Facebook'ta taşı gediğine oturtmuş. Yanıbaşımızda dünyanın en önemli deneyi süregiderken (biliyorsunuz, sonuçlarından biri bugün açıklandı) bizim kendi çapsız tartışmalarımızda nasıl boğuldumuzu söylüyor. Daha doğrusu, yukarıda gördüğünüz şu Yiğit Özgür karikatürüne söyletiyor (sağolasın Gürol.) Haksız değil.


Evet, İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), Higgs Bozonu'nun bulunduğu açıkladı. Türkiye'nin bu işlere en çok kafa yoran yazarı İsmet Berkan da elini çabuk tutup, Hürriyet'in internet sitesine meseleyi taze taze yazdı. 


Bu da, Berkan'ın Seçmece isimli blogu (internette ilgisini çeken yazıların linkini paylaşıyor)


Bir de Guardian yazısı: Higgs Bozonu'nun yedi yaşında bir çocuğa nasıl anlatırsınız? 


Son olarak, CERN'in konu hakkında Türkçe açıklaması.

david lynch saçlı adam

Onu ilk defa Herengracht üzerinde bir köprüde gördüm. Korkuluklara dayanmış sigara içiyordum. Hızlı hızlı önümden geçti.

Neredeyse ayak bileklerine kadar inen paltosuna bir diyeceğim yok; bütün yüzünü kaplayan eski moda gözlüklerine de. Ama saçları...

David Lynch'i biliyorsunuz. Van Gogh'un "Yıldızlı Gece"sine benzer saç kesimini de. Rüzgârı bir o yandan bir bu yandan yemiş, eve gidip aynaya bakınca sonuçtan memnun olmuş gibidir.

Bu adamınki rüzgâr da değil, besbelli fırtınaydı. Başının üzerinde ufak çaplı bir kaos taşıyordu. Bir büyük perçem tam gözünün üzerine düşecekken karar değiştirip gökyüzüne yönelmişti.

Ama dedim ya, önümden hızlı hızlı geçti. O kadarı da bana yetti. Lynch ustanın hayatımızda belli bir yeri var; ustalara saygı kuşağı gereği bu tuhaf adamı da takip etmesem olmazdı.

Her zaman söylemek istemişimdir: "Paltomun yakasını kaldırdım ve yola koyuldum; kanalların üzerine yağmur yağıyordu." Tam böyle değildi ama yine de Lynch'imin peşine düştüm. Düşe kalka Amsterdam'ın öbür ucuna kadar gittik. Bir ara sokağa girdi, gözden kayboldu. Evine girmiştir muhtemelen. Hepsi bu kadar...

***

Değilmiş. Dahası da varmış meğer. Bir başka gün adamımı yeniden gördüm. Yine hızlı adımlarla yürüyordu. Yine takip ettim. Spui meydanındaki kitapçıya girdi. Bir iki kitap karıştırdı. Aynısını yaptım. Oradan çıkıp tramvay durağına girince peşini bıraktım (işin tadı da kaçmasın istiyordum; bu oyunu benim kurallarımla oynayacaktık.)

David Lynch belli ki muhitimizin adamı. Geçen gün yine rastladım. Bu defa yaz koşulları, palto yok; saçlarını da biraz kestirmiş, daha düzenli. Benim için fark etmedi. Şöyle güzel bir takibi hak ediyordu.

Dosdoğru Leidseplein'e çıktı. Bir köşeye bisikletini park etmiş meğer; binip gitti. Peşinden bakakaldım.

Beni sapık sanmanızı istemem. Ama söz konusu olan sonuçta David Lynch saçlı adam. Ustamızın bütün hikayeleri bir tuhaf yere çıkar. Bu da bir gün çıkacak.

Ya da çıkmayacak. Bazen öylesini uygun görür Lynch.

kovulma sözlüğü

Dün bir büyük gazete, bir köşe yazarının işine son vermiş; Twitter konu hakkında yorumlarla kaynıyordu.

Yazar "sıra bendeydi demek ki" diye sızlanıyor (ben sıranın neden onda olduğunu anlamadım, hiç de demokrasi havarisi gibi bir tutumu yoktu.) Beri yandan mesele hakkında atıp tutanların duyguları karışık. Kimisi arkasından teneke çalıyor, kimisi "tehlikenin farkında mısınız" diye uyarıda bulunuyor. Bunun dışında, bir sürü sözcük havada uçuşuyor. Kovuldu, gönderildi, yazılarına son verildi, atıldı vs...

İster biri ister diğeri, hepsi aynı kapıya çıkar; yine de terminolojiyi biraz eşeleyelim.

Göndermek: Twitter'da bu ifadeye çok rastlıyorum. "x kişi y gazetesinden gönderildi." Böyle bir işleme bugüne kadar rastlanmış değil. Kibar bir tanım; belli ki can acıtmamak için kullanılıyor ama gönderilmek için yeni bir adres gerekir. Oysa kapıdan çıkınca herkes bir başına.

Yazılarına son vermek: Patronlar bu lafı sever. Onların dünyasında kimse kovulmaz; yazılara son verilir. Sadece creme de la creme, yani köşe yazarları için geçerlidir.

İşine son vermek: Patronların ilgilenmediği, tanımadığı, umursamadığı tabaka için geçerlidir. Muhabirler, teknik elemanlar, servis şoförleri vs... Onlarla insan kaynakları ilgilenir ve basitçe, beş dakikada işlerine son verir. (Bkz. işten çıkarmak)

Kovmak: Esas olay budur. Söylemesi acı ama gazetecilikte bir müesseseden maalesef kovulursunuz. Çünkü bu işlem medeni bir şekilde yaşanmaz. Önceden haber verilmez; insan kaynakları anında tepenizde biter; on yıl çalıştığınız bir yerde biletiniz tek kalemde kesilir. Yalnız bir şey daha var. "Kovuldu" sözcüğünü en çok sevenler, patronlar değil (insan kaynakları hiç değil), medya dedikodusu siteleriyle, işsiz kalmanıza uzaktan uzağa sevinen gazeteci arkadaşlarınızdır.

Sonuç: Cemal Süreya, Turgut Uyar için "öldüğü gün hepimizi işten attılar" demişti. En doğru kullanım sanırım bu: işten atmak. Dahası var, bu ülkede sendikanın öldüğü gün hepimizi işten attılar. Şu anda hiçbir gazeteci çalışıyor sayılmaz. 

sizi tevazu şampiyon yapar, tarih değil

Avrupa Kupası'nı kazanmışlar. Dünya Kupası'nı kazanmışlar. Bu çocukları daha nasıl oynatacaksın?

Unutturarak... Bunu, Yeniköy Kasabı değil ama emekli öğretmen havalı Vicente Del Bosque'den başkası düşünmezdi herhalde.

Polonya'nın kuzeyinde, 2 bin nüfuslu Gniewino kasabasındaki kamp yerlerini pankartlarla donattırdı hoca. İdmana çıkan futbolcular, kafalarını her kaldırdıklarında şunları okudu:

Rakibi konsantrasyon durdurur, tarih değil.
Golleri yetenek atar, tarih değil. 
Maçları emek kazanır, tarih değil.

Ve hepsinden önemlisi:

Sizi tevazu şampiyon yapar, tarih değil. 

Doğrusu Iniesta, Xavi, Fabregas, Casillas gibi özel adamlar bu sloganlara uygun kumaştan geliyor. Düzgün insanlar... Sağolsun Del Bosque, sadece taktik değil bu tip meseleleri de düşünüyor; öğrencileri de uyguluyor.. Ama yetmiyor maalesef. Keşke sakatlıktan dolayı on kişi kalıp pes eden rakibe karşı son dakikaya kadar gol kovalamak yakışmaz da diyebilseydi.

İşte o zaman fotoğrafını çerveveletip duvarıma asardım.

Aşağıda Tuttosport'un manşeti. Futbolcuların gözyaşları onları da üzmüş haliyle. "Ağlama İtalya" diyorlar.  





ölümden konuşacaktık


yarına var mısın söyle?
doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,
rüzgârın savurduğu tohuma,
kavağın pamuğuna var mısın,
bir ağacın kavına,
deri değiştirmesine yılanın,
kozadan çıkan kelebeğe,
hatmiye, at kestanesine?
hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.
belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,
ama ne olursa olsun biz yine
ölümden konuşalım seninle

ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
bir aşk ansızın biterse,
ayna kırılırsa yüzünle birlikte,
zamanıdır konuşmanın ölümden.
bir çiçek olağanüstü güzellikte
açıvermişse bir sabah,
bir topal aksamadan yürümüşse,
hadi gel ölümden konuşalım;
yüzünü al basmış hasetçiden
ve onun elindeki kuru değnek bile
filizlenir sevgimizden.

Ölümden Konuşacaktık, Metin Altıok

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...