hayatta kalmak

International Herald Tribune'un yorum sayfası editörü Serge Schememann anlatıyor:

"Bir zamanlar karşılaştığım bir psikiyatr, insanlar iyi ve kötü haberi eşit oranda okusa bile, yine de her şeyin genellikle kötü gittiğine inandığını söylemişti. Sebebini de şöyle açıklıyordu: 'Hayatta kalmamıza yarayabilecek bilgiye öncelik vermeye eğilimliyiz."

Gazetecisiyle okuruyla, basın kültürü daha iyi tarif edilemezdi. Yine de içgüdüsel olarak bu yöne meyleden uyduruk yazarları (Y. Özdil gibi) baştacı etmeye gerek yok. Onların önceliği siz değilsiniz, kendileri. Kötü haber vererek, yoksa uydurarak hayatta kalıyorlar.  

twitter'la çalışmak

Bazen Twitter'da gördüğüm bir şey fena aklıma takılıyor. O lafı, fotoğrafı, linki, artık her neyse o meret, bütün gün yanımda gezdiriyorum. Sayısının arttığı da oluyor bunların. Birkaç laf, birkaç fotoğraf... O zaman dükkânı tümden kapatıyorum. Çalışmak imkânsızlaşıyor.

Ben öyle birkaç işi bir arada yürütebilen bir insan değilim. Denediğim zamanlar olmadı değil. Her defasında düşüncelerim birbirine karıştı. Peki işler bitti mi? Bitti. İçime sinmedi ama. Vasatlardı. Yani bir tarafta Twitter, bir tarafta Facebook penceresi açıkken, Gtalk'tan titreşimler gelip giderken çalışamıyorum. Olmuyor. Bir telefon geldiğinde bile düzenim dağılıyor.

Twitter'daki timeline'a ara ara baktığımda, bazılarının mesai saatleri boyunca (büro ya da homeoffice fark etmez) sürekli bir şeylerden bahsettiğini görüyorum. İnanamıyorum. İşlerini nasıl yapıyorlar? Nasıl konsantre oluyorlar? Biten işler nasıl çıkıyor?

Ben mesela bir doktorun sürekli online olmasını, işini yaparken sağa sola laf yetiştirmesini istemem. Siz ister miydiniz? Peki niye bir memur, bir gazeteci, bir emlâkçı ondan farklı olsun?

Twitter açıkken iyi iş çıkabileceğine ben ikna olmuyorum. 

pembe bisiklet, gri şemsiye ve elif şafak

Herengracht kenarında yürürken yolumdan çevirdi.

Uzun boylu, yapılı, gözleri içeri kaçmış bir adam... Yanında pembe bir bisiklet duruyordu. "İlgilenir misin" diye sordu.

"Neyle ilgilenir miyim" diye sordum ben de. Anlamamıştım. "Bisikletle" dedi. "Satın almak ister misin?"

Yolda yürürken öylesine bisiklet satın alan biri değilim. "Hayır" dedim, "sağolun, bisikletim var."

"Peki şemsiyen var mı" diye sordu bu kez. Kafasının üstünde gri bir şemsiye tutuyordu. Hafif hafif yağmur yağdığından, şemsiye işe de yarıyordu üstelik.

Yanımda şemsiye yoktu ama almak da istemedim. Yolda yürürken öylesine, neyse, anladınız siz... Hem bir gri bir pembe seçeneği de Elif Şafak tuzağı gibi gelmişti. Cesaret edene onu, etmeyene bunu verelim.

"Hayır" dedim. "Kalsın, ihtiyacım yok."

İçine kaçmış gözleri başka birisini çoktan aramaya başlamıştı bile.

daha güzel daha zarif daha çarpıcı

İlk göz ağrımı, dergi kapaklarını boşluyorum ne zamandır. Esas işim bu, ihmale gelmez. Olimpiyat vesilesiyle silkinelim biraz.

Büyük olaylar, dergi camiasında sessiz sedasız ilerleyen bir tasarım yarışmasıdır. Bu yazın da büyüğü belli. Londra Olimpiyatı şerefine çok güzel kapaklarla çıkıyor dergiler.

Olayları dergi kapakları üzerinden hatırlamayı severim. Londra 2012 için yol arkadaşlarım da işte bu gördükleriniz. Favorimse en üstteki.



yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...