isli güzel bir şey



"(...) Zenith'in anteni kasanın içinde olduğundan, temiz bir yayın bulabilmek için bazen cihazın yönünü değiştirmek gerekiyordu. Masanın üzerinde ufak tefek manevralar yaptıktan sonra sonunda güzel bir Tom Waits buldum. Bu herifin sesi radyonun hışırtılarına karıştığında insanın kulağına her zamankinden daha da acayip geliyordu. Kendine özgü zarafeti ve en alçakgönüllü haliyle 'All The World Is Green' parçasını söylüyordu. Canım iki tek viski çekti, şöyle isli, güzel bir şey."

04:00 - Hikmet Hükümenoğlu (Everest Yayınları)

dünyaya atlayan adam

Adamın atlayışını bütün dünya canlı izlemiş, yorumlamış; ne yapsanız yetişemeyeceksiniz. Ne yapsanız anında eskiyecek.

Ama işte... Zekânın küçük zarif bir dokunuşu, tek bir basit hamlesi günü de haftayı da kurtarıyor. 39 kilometre yükseklikten dünyaya atlayan, ses sınırını safi vücut geçen tek insan Felix Baumgartner'a da böylesi yakışırdı. İspanyol El Mundo'nun haftasonu dergisi büyük kapak yapmış. Baş aşağıya dünya tarihi...

vergilius'la hapiste bir yıl

Çevrilemez denilen... Çevrilemez denilen... Çevrilemez denilen... Bizim kültür sanat basını bazen vur deyince öldürüyor. Bir haftadır büyülenmiş gibi, hep bir ağızdan tekrarlayıp durdular. Beynimde yankılanıyor artık bu sözler; nereye baksam aynı. "Ahmet Cemal, 'çevrilemez' denilen kitabı, Avusturyalı yazar Hermann Broch'un "Vergilius'un Ölümü"nü Türkçe'ye çevirdi."  Peki.

Papağan gibi tekrarlamak bir kenara, muhakkak önemli bir çalışmadır Ahmet Cemal'inki. Bazen çevirmenler böyle yorucu işlere soyunur, kazanan biz oluruz. Ben Broch'a aşina değilim ama başka bir meseleyi tesadüfen öğrenmiştim. Vergilius'un kendisini çevirmek de zor. En azından okuduğum en harika yazarlardan Daniel Pennac böyle söylüyor. Buyurun Silahlı Peri'ye: 

"Sizi tutuklamak zorundayız Bay Stojilkoviç," dedi Pastor.
"Tabii ki."
"Ruhsatsız silah bulundurmakla suçlanacaksınız."
"Bunun cezası ne kadardır?"
"Sizin durumunuzda sadece birkaç ay," diye cevap verdi Pastor.
Stojilkoviç biraz düşündü sonra çok doğal bir şekilde: "Birkaç ay hapis yetmez, en azından bir yıla ihtiyacım var," dedi.
Üç polis birbirine baktı.
"Neden?" diye sordu Pastor.
Stojilkoviç, gerek duyduğu süreyi dikkatle hesaplayarak biraz daha düşündü sonra sakin bas sesiyle şöyle dedi:
"Vergilius'u Sırp-Hırvat diline çevirmeye başladım; bu hem çok uzun hem de hayli karmaşık."
 Silahlı Peri - Daniel Pennac (Türkçe'ye çeviren Selda Arkan, Metis Yayınları)

ön sayfadan bağırmak

Hükümet, şirket, reklamveren... Ön sayfalar bunların. Gazeteyi insan okuyor da, onun insan için olduğu unutuluyor.

Bir memleketin en önemli olayı neyse onun çıkmasını beklersiniz manşete, ama çıkmaz. Ölüm oruçları mı can yakıyor mesela bugünkü gibi, grev mi, eğitim mi, sağlık mı; esas mesele her neyse kenarda kalır. Manşet çoğu kez bir uzlaşma zeminidir.

Komşu kasabadaki Ford fabrikası kapatılınca, Antwerp gazetesinin burasına gelmiş; yıkmış ön sayfadaki haberleri, tek bir fotoğraf koymuş. İçeriye de 11 sayfa açmış. Bir yazarı (Paul Geudens), fabrikayı birdenbire İspanya'ya taşıma kararı alan -ama bunu açıklamaya bile gelmeyen- şirketi fena keseliyor:

" Terbiyesiz. Kalpsiz. Korkak... İdam fermanını açıklamaya bile gelmeyen Ford Avrupa yönetimi için söyleyecek başka söz bulamıyorum. Böyle bir hakaret görülmemiştir."

Belçika'nın diğer gazeteleri de aynı havada. De Standaard, Le Libre, hatta İspanya'dan ABC bile...  Sessiz fotoğraflarla ön sayfadan bağırmışlar.

Unutulmayacak sayfalar yapmışlar... 

akşam kahvesi okumaları


* Sabah Pazar’da Fisun Yalçınkaya, işleri Espace Culturel Louis Vuitton’da sergilenen genç ressam İhsan Oturmak ile söyleşmiş. Uzun zamandır bu kadar samimi sözler okumamıştım:

“ (…) 20-30 tane iş yolladım. Onlar ‘Bize sadece Öğrenciler serisini yolla,’ dediler. Öğrenciler serisinde İsimsiz, Yaramazlar gibi birçok resim var. Elimde iki-üç tane iş de yarımdı. Ama çok samimiyetle yaptığım işlerdi. Onlara inanıyordum. Resim yaparken, bazen size o resim canlı bir şeymiş gibi geliyor. Küçük bir odam var, orada resim yapıyorum. Evimi üç arkadaşımla paylaşıyorum. Ama kimse olmadığında, yalnız kalınca, sanki o resim canlıymış gibi geliyor. Öğrenciler serisinde öyle hissettim. Okulu bitirirken, son konum olarak yapmıştım. O seriye evde devam ettim. Okulda görebileceğim nokta oydu.”

* Siren Yayınları’nın harika blogu Sirenin Sesi, Nobel Edebiyat ödülünün yankılarından bahsetmiş:

“(…) Mesele ilginç, nereden başlasam bilemiyorum. Mo Yan’ın gerçek ismi Guan Moye, ancak kitaplarını Çince ‘Konuşma!’ anlamına gelen Mo Yan mahlasıyla yazıyor. Çin’in durumu malum; Yan da sansürden nasibini almış bir yazar, o açıdan mahlası anlamlı. Öte yandan Çin cephesinde ödülün yarattığı kakafoni büyük - daha evvel (2000) Nobel Edebiyat Ödülü alan Gao Xingjian politik baskılar sonucu Fransa’ya sığındığı için Çin tarafından reddediliyor ve dolayısıyla Mo Yan’ın zaferi Çin için bir ilk olarak kutlanıyor. Frankfurter Allgemeine’nin haberine göre Çinli sanatçı/aktivist Ai Weiwei, Mo Yan’ın ödülü almasına ateş püskürmüş ve kendisini hükümet yandaşı olmakla, muhaliflere yeterli destek vermemekle suçlamış, Kuzey Avrupa’dan Herta Müller ise, ‘Favorim kesinlikle o değildi,’ diyerek Yan’ın yandaşlarından olmadığını belirtmiş. Mo Yan’ın ödülü almasına sevinenler de azımsanacak gibi değil; örneğin Publishers Weekly, Yan hakkında şöyle diyor: ‘Çin’in bir Kafka’sı varsa, o kişi Mo Yan olabilir.’”

* Hürriyet’ten Kanat Atkaya, “içime işlemiş, kırık bir güzelliktir” diyerek, Ermeni yazar Hagop Mintzuri’nin “İstanbul Anıları 1897 – 1940” isimli kitabını okura tanıtmış:  

" (...) Mıntzuri, o berbat küçümseyici ifadeyle ‘yoksulluk edebiyatı’ yapmaz, yoksuldur ve kalemi vardır, o kadar. ‘…Çoğumuz köylüyüz ve kasabalıyız. Mezelerle büyümemişiz. Tahıl ve sebzedir yediklerimiz. Etsiz veya ender olarak etle pişmiş. Eğer pişmiş bir şeyimiz yoksa çay ve ekmekle doyarız, yahut salatalık ve ekmekle, üzüm ve ekmekle. Hatta kuru ekmek ve su ile. Çoğumuz Doğulu, Asyalıyız köken olarak. Yoksulluk kuşaklarından gelmişiz. Bu kadarla yetinmeyi biliriz hiç dırdırlanmadan…’

‘... Ayakkabılarımız da eskidir. Genellikle boyarız; iki, üç, dört yıl giyeriz bir ayakkabıyı… İyice eskiyip veya delindiklerinde ikinci bir taban çektiririz birincisinin üstüne. Biraz daha ağırlaşmış olsa da daha o gün ayaklarımız alışır buna. Koyunun kuyruğu kendisine yük değildir, severek götürür…’”

* Habertürk’ten Elif Key, gayet cüretkâr bir yazıda, “anne terörü”nden bahsetmiş. İçimin yağlarını eriten bu yazı çok tepki çekecektir.

“(…) Aklı başında, sağduyulu, sakin büyütülen çocuklara, ileride sizin gibi ‘proje anneler’ tarafından büyütülen çocukların ağır mobbing uygulayacağını bugünden görüyoruz.”

Yukarıda gördüğünüz, Hollanda gazetesi Volkskrant'ın haftasonu dergisinin kapağı. NW isimli kitabını henüz yayımlayan Zadie Smith, kapaktan 'sadece yetenek yetmez' diyor. 

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...