ben geldim gidiyorum

İstanbul'daki mahalleden, eskilerden... 

Mahallede, küçücük bir dükkânı olan yaşlı bir adam var. Dükkânında simitler, poğaçalar, bazen de ufak kurabiyeler pişiriyor. Sabahları satabildiği kadarını satıyor, öğleden sonra da kalanları sepetine doldurup sokaklarda dolaşmaya başlıyor.

Dolaşırken, sadece,

-Ben geldim, gidiyorum!

diye bağırıyor. Başka da hiçbir şey söylemiyor. Sesini tanıyanlar, ellerinde bozuk paralarla uzanıyor pencere ve balkonlardan. Onları görünce duruyor, sepetini karıştırmaya başlıyor.

alaska, karanlık ve yahudi polisler

Yekta Kopan, Fil Uçuşu isimli blogunda "bitirmekte zorlandığınız kitaplar hangileri" diye sormuş. Kendi cevabımı arada bir sıkıntıyla hatırladığım güzel bir soru. Kopan'ı zorlayan Joseph Conrad'ın Gizli Ajan'ıymış. Yorum bırakan okurları da bir dolu kitabı sıralıyor (şuradan bakabilirsiniz).

Benimkisi tartışmasız Boncuk Oyunu'ydu. Hermann Hesse'nin... Bırakıp bırakıp yeniden başlamış, sonunda 15 saatlik bir otobüs yolculuğunda, yanıma tek onu alarak, mecburen bitirmiştim. İyi miydi? Pek hatırlamıyorum. Ama bitirmenin verdiği rahatlama hissi halen aklımda. (Ben Afa baskısını okumuştum; şimdilerde YKY'deymiş.)

Bu cevap artık geçerli değil. Üç ay evvel Michael Chabon'un The Yiddish Policemen's Union'unu nihayet bitirebildim. Müthiş bir hikâyeydi; Chabon da doğrusu üstün bir yazar. Dördüncü denememde okuyabilmemin sebebi nedir peki? Belki de gereken ruh haline ancak girebildim, bilmiyorum. Açıklaması yok.

Daha da tuhafı, bugün okuma tavsiyesi sorsanız, size The Yiddish Policemen's Union'u öneririm. Bitiremezseniz bile Chabon'un kurduğu o benzersiz Alaska kasabasına bir gidin, etrafa bakın. Bakmak yetmez aslında, iyisi mi, gerekeni yapın. Bu kitabı okumasaydım, eksik hissederdim. Bazen başlanan işi gerçekten de bitirmek gerekiyor.

Umudu kesmek üzerine bir roman bu. Kesmeyen kazanıyor.

gazeteci harikalar diyarında ya da HARO

Yıllar evvel bir Aktüel sabahlamasında, beyinlerimiz artık peynir kıvamına gelmişken, Emre'yle (Ünsallı) oturmuş makara yapıyorduk. Haber yazma zahmetini nasıl en aza indirebilirdik? Görüş Merkezi fikri o zaman geldi. Öyle ya, yazdıklarımızı doğrulatmak için haldır haldır birilerini arayıp bulmak, tartışmak (ve bazen de haberden vazgeçmek) yoruyordu. Ama içinde bütün uzmanların yer aldığı bir görüş verme merkezi kurulsa, bir telefonla istediğimiz kişiye bağlanabilsek fena mı olurdu?

Askeri konular için lütfen 1'e...
Tıbbi konular için 2'ye...
Magazin meseleleri için 3'e...

..
..
..

Basın temsilcisine bağlanmak için lütfen hatta kalın.

Biz işin dalgasındaydık tabii. Yanılmışız. Hem de çok... ABD'deki birtakım uyanıklar, görüş merkezini çoktan hayata geçirmiş. Bir farkla. Biz belki ufuk darlığından belki zaten ciddi olmadığımızdan belki de meselenin bürokratik yapısından ötürü bir bina düşünmüştük. Postane gibi, Genelkurmay gibi ne bileyim Dışişleri Bakanlığı gibi... Işıkların hiç sönmediği bir görüş merkezi. 24 saat gazetecilerin hizmetinde.

Help A Reporter Out (kısaltılmış versiyonuyla HARO) ise internetin çocuğu.  Slogan basit: Herkes bir şeyde uzmandır! Gazeteciler soruyor, uzmanı cevaplıyor. Kurucusu tahmin edeceğiniz gibi bir PR uzmanı, Peter Shankman. Kuruluş tarihi (bu kadar geç bu işe uyandığım için kusura bakmayın) 2008. Servisi kullananlar arasında New York Times, Huffington Post gibi kalburüstü yayınlar var.

Sistem tembel gazeteciyi yemlemek prensibiyle işliyor. Muhabir cevap aradığı soruyu siteye yazıyor. Örneğin "2013'te kasırgalar hangi ülkelere zarar ne kadar zarar verebilir" diye soruyor. Meseleyi site üzerinden öğrenen uzman kişi, birkaç cümlelik (tercihe göre daha uzun) cevabını gönderiyor. "Amma çalışmışlar, herkese sormuşlar, bravo" diye okuduğunuz bazı haberlerin arkasında böyle tuhaf bir düzenek mevcut işte.

Haberlerin içinde "uzman" olarak geçmek isteyenler bu iş için para ödüyor. Gazeteciye ise beleş. Kimin bu işten ne çıkarı olduğunu artık siz hesaplayın.

Gazetecilikte dibi gördük diyordum. Görmemişiz. Bence daha da ineriz aşağıya.


yazarak yaşamak

Bir yazarın yaşamını idame ettirmesini sağlayan yazıların kendisi yaşamaz. Onlar hiçbir zaman yazarının en iyi yazıları değildir. (...) Yaşamak için kalemine dayananlar, edebi angaryalarla uğraşmaktan kaçamaz. En iyi ihtimalle, çoğunluğa hitap eden yazılar kaleme almak zorunda kalırlar.

John Stuart Mill, Autobiography

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...