vapur hiç apartman kokar mı?

Düşünün bir Safranbolu evini müteahhite vermişsiniz, yıkıp bir apartman yaptırmışsınız. Özelliksiz, düz, sıkıcı, kapı duvar bir apartman. “Niye böyle yaptın” diyenlere “Ama bu yeni” diyorsunuz. 

İşte İstanbul’un yeni vapurları Göksu, Durusu, Küçüksu da böyle… Yeniler. Başka da hiçbir şey değiller. Zevksizler, yavanlar, sıradanlar ve İstanbul vapuruna benzemiyorlar. 

Bunları tasarlayanlar İstanbul’da hiç vapura binmiş midir, gerçekten merak ediyorum. En basiti, büfe hemen girişin önünde olur mu? Sabahları vapurla işine okuluna gidenlerin illa ki durakladığı yer o büfeyken. Daha girişte kaos. Gerisini zaten vapurlara inip bindikçe siz de göreceksiniz. Maalesef. 

Post’un başındaki apartman benzetmesi boşuna değil. Daha ilk seyahatte duyduğum şey apartman kokusuydu. Büyük bir apartmanın boya ve beton kokusu… Gitmiyor. 


Bir vapur hiç apartman kokar mı? 

kuğu

Robotbilim alanında da çalışan İngiliz yazar Dylan Evans’ın ‘Utopia Experiment’ isimli kitabını okuyorum. Bir ara, ‘sürü zekâsı' diye bir kavramdan bahsediyor. Biliminsanları, çok gelişkin olmayan birtakım robotları alıp, onları beraber çalışmaları için programlıyormuş. Ana fikir, her biri tek tek aptal olsa da ortak bir zeka üretmeleri. “Robotlarla çalışırken, biz insanlarda sürecin tam tersine işlediğini gördüm” diyor Evans. "İnsanlar tek tek zeki varlıklar ama toplum içinde ortak bir sersemliğe sürükleniyorlar.”

İskoç gazeteci yazar Charles Mackay, 1841’de ‘Halkın Sıradışı Vesveseleri ve Kitlelerin Deliliği’ isimli bir kitap yazdı. Ekonomi balonları, Haçlı seferleri, cadı avları gibi türlü beladan toplumu sorumlu tutuyordu. Şunu söylüyordu mesela:  “İnsanlar sürüler halindeyken delirir kendilerine ancak tek tek ve yavaş yavaş gelirler.”

Siz de okudunuz, oyuncu Beren Saat dün Instagram hesabından bir fotoğraf paylaştı. Anne kuğu ve iki yavrusu… Sosyal medyada “CHP-HDP-MHP koalisyonundan bahsediyorsun” diye epey azar ve küfür yedi. Saat de “İnsanlar aklını kaybetti” diyor. Haklı. 

En hızlı, en çok ve en sakınımsız, sosyal medyada deliriyoruz. Keyfimiz o kadar yerinde ki kendimize gelmemiz de zor artık. 

ne dediler?




‘Eyyyy’Guardian değil, ‘paçavra’ New York Times değil, birçok AKPlinin bin bir hezeyanla “başka hesapları var” dedikleri yabancı gazeteler değil… Çok da bakmadığımız dış basın. Fransız, Hollanda, İspanyol, Portekiz gazeteleri bu gördükleriniz. 

Tıpkı diğerleri gibi zamanında ‘Yeni Osmanlılar geliyor’, ‘Türkiye yükselişte”, “Boğaz’ın sultanları’ haberlerini yapanlar yani.

Üç senedir dış basına lanet yağdıranlar arasında “Hesap varsa o zaman da vardı” diyeni bulmak mümkün değil elbette. Kif kif gülüyorlardı o zaman.

Bu sayfadaki gazeteler uzaktan bakmış, şunları demiş:

Nrc.Next (Hollanda): Demokrasi böyle bir şey (Biraz serbest bir çeviri)
La Vanguardia (Katalan): Türkiye, Erdoğan’ın gücünün artmasına karşı koydu.
Liberation (Fransa): Düşüşteki Osmanlı
Publico (Portekiz): Kürtlerin sesi HDP, seçimde belirsizliğe giden yolun kapısını açtı
Volkskrant (Hollanda): Erdoğan’ın partisi ağır yenilgi aldı.

Ne yazsalardı bir seçimden sonra? Ne yazılabilir? “Seçmen AKP’yi uyardı” mı desinler hükümet yanlısı gazeteler gibi?

Merak ediyorum: Bugün dış basın hakkında komplo teorisi üretenler, acaba bütün dünyaya hükümetlerin gözüyle mi bakıyor? Kablolar yanar bu bakışla. 
 

baraj


Doldurmuşlar televizyonu, dinliyoruz. Gidişatı yorumluyorlar. Seçimi, seçmeni, geçmişi, geleceği yorumluyorlar. Akil adamlar, bilge adamlar… Zaten genellikle adamlar. Aralarında pek kadın yok. Türkiye’ye gitmesi gereken yönü gösteriyorlar.

Seçimden önceki üçer yazılarını okumak yeter. Numune kabilinden bir ikisi hariç, sınıfta kalmışlar. Sonuçlara yaklaşamamışlar bile. Zamanında birçoğu, anket şirketlerini kıyasıya eleştirmekten geri durmuyordu. Şimdi şapkayı önlerine koysunlar: “Ben neden bu ülkenin siyasetinden bu kadar habersizim” desinler. Demeyecekler tabii. Onun yerine ekranlardan akıl satacaklar.

Bir gazetecinin bu kadar hata yapma, bu kadar yanılma lüksü yok. Toplumunu tanımıyorsa, çekilsin kenara. Barajı aşamadılar çünkü.

evimden ağaçlarıma iki bin adım



Bui Thi Din. 58 yaşında. Gezegendeki yedi milyar 310 milyon kişiden biri. 

Geo'daki ‘dünya vatandaşı’ köşesini seviyorum. Gerçekten başka, bambaşka insanların hayatlarını getiriyor önümüze. 

Mayıs sayısında Vietnam’daki La Doc kasabasının Yen Loc köyünde mangrov yetiştiren Bui Thi Din isimli bu tatlı, sade, vakur kadınla konuşmuşlar. Dönüyorsa, dünya onun gibi insanlar sayesinde dönüyor. Röportajdan bazı soru-cevaplar: 

Size göre vatan nedir? 
- Bana göre vatan, kocamın, oğlumun ve iki kızımın olduğu yerdir. Birlikteyken mutlu bir aileyiz. Dünya malında gözü olan birisi değilim ben. 2005 yılında evimizi ve bütün ekinlerimizi doğal afette kaybettik. Su her şeyimizi alıp götürdü. 

En güzel yılınız hangisiydi?
- 20 yaşımdayken Hanoi’de düzenlenen, ağaç türleri ile ilgili bir konferansa gitmeme izin verilmişti. Orada çok şey öğrenmiştim. 

En son aldığınız hediye neydi?
- Geçen yıl bir yardım kuruluşu bana adım-sayar hediye etti. Şimdi adımlarımı sayıyorum. Evimden mangrov ağaçlarımın bulunduğu yere iki bin adımlık bir mesafe var. 

En güzel hatıranız nedir? 
- Dağlarda doğdum. Yeşil ormanları ve şırıl şırıl akan suları hatırlıyorum. Br gün annem bana yeşil bir etek hediye etmişti; onu giyip kız arkadaşlarımın yanına gitmiştim. Sanırım hayatımın en mutlu günüydü o. 

Size göre gereğinden fazla kıymet verilen şey nedir?
- Bence bazı insanlar kendilerini bir şey sanıyor. Ellerinden pek çok işin geldiğini iddia ediyorlar ama bunların birini bile doğru düzgün yapmıyorlar. 

Geo, Mayıs 2015 (Röportaj: Diana Laarz) 

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...