duvardan geçmek için


İşte size çok eski bir hikâye… Bu blogun tarih öncesinden. Hayatta önem sıramız hiç değişmesin diye… En azından kendi adıma, neyin neden en önemli olduğunu unutmayayım diye. 

Los Angeles Times yazarlara ‘neden okuduklarını’ sormuş. “The Suitors” isimli romanın yazarı Ben Ehrenheich yanıtlıyor: 
“Tam hatırlamadığım bir kitap var; ama onu ilkokul kütüphanesinde nerede bulduğumu net olarak hatırlıyorum. Kapıdan girdikten sonra, iki buçuk metre kadar sağda, alttan üçüncü rafın tam ortasında. O zamanlarda da bugünkü gibi iflah olmaz bir okurdum.. Okul otobüsünde okurdum; yemek masasında, yorganın altında; kapısı kilitlenebilen tek odada saatler boyu okurdum. Ya da banyoda okurdum, hem de kız kardeşimin kapıyı yumruklayıp durmasına rağmen… Bahsettiğim kitap tıpkı benim gibi yalnız bir oğlan çocuğu hakkındaydı. Çocuk dokunduğu her şeyin üstünde ritm tutmak ve ritmi oluşturan her küçük darbeyi saymak gibi sıkıntılı bir alışkanlığa sahipti. Bir gün taştan bir duvara tıp tıp vurdu ve bir kapı ortaya çıktı. Kapının arkasında başka bir dünya vardı; daha iyi sayılmazdı ama daha parlak ve hareketliydi. Ben de onun etrafı tıpırdatıp durmasına neden olan dürtü yüzünden okuyorum; kapılar aramak ve duvarlardan geçmek için…”

İllüstrasyon: Jacque Lombardo

deliğin dibinde ne var?


Neledino köylüleri, sabah mantar toplamaya çıktıklarında gördüler onu. Koca bir delik… O güne dek, bizimdir dedikleri, her karışını biliriz diye övündükleri topraklarının ortasında, “Aslında hiçbir şey bildiğiniz yok, hiçbir şey de sizin değil” der gibi duran bir bilinmez yarık. 

Rusya’nın Nizhny-Novgorod oblastına bağlı köyün civarında herkesten gizli yaşayan dev bir köstebek, belki tam o noktadan gün yüzüne çıkmaya karar vermişti. Belki bir mantarın kökü fazla derinlere uzanıyordu. Gücünün farkında olmayan bir köylü bir gayret asılmış, olan biteni utancından kimseye söyleyememişti. 

Belki de dünyanın derinlerinde bir şeyler olmuş, kabarmış, kıvranmış, vakum gibi içeriye çekmişti toprağı.

Köylüler devleti çağırdı. Devlet, tam teşekküllü bir minibüse binip geldi ama kuyunun yakınına gidemedi hemen. Ölçüm cihazlarını, yetkilerini, otoritesini deliğin çok ötesine yığdı devlet. Ne olur ne olmazdı… Hem elli metre derinliğinde, otuz beş metre genişliğinde olduğu sonradan ortaya çıkacak olan o gizemli kuyu, devletin sorumluluğu altında mıydı? Kuyunun içine öyle kolay kolay bakamadı devlet.

Dünyanın her yerinde her devlet böyledir. Bir delik açıldığında aşağı inemez devlet. Kuyunun içine bakamaz. Devlet, kuyunun dışındadır. Krizin dışındadır. Deliğin yuttuklarıyla ilgilenmez. Delik, bazen tüm köylüleri yutar; ilgilenmez. Delik, bazen tam teşekküllü minibüsleri, ürkek memurları, yetkileri ve otoritesiyle devleti de yutar. 

Delik yerinde duruyor. Devlet de kuyunun ötesinde, korunaklı bir yerde. Neledino köyünün çocukları, “Bizim evimizi de yutar mı delik” diye kabuslar görüyormuş. Tek gerçek bu. 

roald dahl derste


Roald Dahl’ın birkaç röportajını seyrettim. Çikolata üzerine konuşuyor çokça. Konuşmak zorunda kalıyor. ‘Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı yazdığı için gazeteciler, televizyoncular ona bu konuyu sormaktan büyük zevk duyuyorlar. En çok hangi çikolatayı seviyorsunuz; hiç gerçek bir çikolata fabrikasında bulundunuz mu; ne kadar yiyorsunuz filan… Hepsine tek tek, usanmadan yanıt veriyor. 

Neşeli adammış Dahl. Böyle büyük, cep bölgesinde kabaran İngiliz pantolonları giyiyor; koltuğunda kaykılarak oturuyor; espri yapıp karşılık beklemekten zevk alıyor. Güldürüyor karşısındakini. Önemsiyor bu hali, çok belli. 

Çikolatayı da önemsiyor. Tarih veriyor sürekli. İyi çikolataya dair keşif tarihleri… Hep 1930’lardan. 1932, 34, 35, 36… “Çikolataya dair ne keşfedildiyse o yıllarda keşfedildi. Bugün yediğiniz ne varsa, her biri o dönemin ürünüdür.” Sonra da çoktan yaktığı fitili tam patlamak üzereyken bırakıyor salona:  “Resimde İtalyan rönesansı neyse, çikolatada 1930’lar odur”. Mutlululukla gülüyor karşısında oturanlar. 

Burada bir sır var. İyi bir yazarın çikolata tadında bir sırrı var. Roald Dahl, bize son derece önemsiz, çoğumuz için gereksiz bir bilgi sunuyor. Ama müthiş iyi bir paketin içinde… Aşina olsanız da bir arada düşünmediğiniz iki benzemezi yan yana getiriyor. Bir kimya deneyi yapar gibi, iki elementin tepkimesinden yeni bir madde çıkarıyor ortaya. Çikolata, keşif, resim, Rönesans… O an gülüp geçiyorsunuz ama konu aklınıza yapışıyor. Bir daha da oradan çıkmıyor. 

Ben bu bilgiyi hiç unutmam. Kim unutabilir? 

İlla yazarlık atölyesine gitmeye gerek yok. Buyurun, dünyanın en iyi yazarlarından birinden bedava bir ders.   

aptal kutusuna özlem

Ne zamandır televizyon izlemiyorum. Bir tavır, tepki olarak değil. “Sene olmuş 2018, televizyon mu kaldı” da demiyorum. Öyle denk geldi işte; bizim evde izlenmez oldu televizyon. Netflix, Blu, Mubi, internet falan derken unuttuk gitti. Ancak maçtan maça… 

Ama ben televizyon izlemek istiyorum. 

Elimde kumanda, tembel tembel gezinmeyi, saçmasapan bir kanalda takılıp, aklımı çer çöp bilgilerle doldurmayı özledim. Netflix’te bu yok. Platformların hiçbirinde yok. Her şeyi sen seçmek zorundasın. 

İyi bir şey mi şimdi bu? 

Tesadüfler kalmadı. O film mi bu film mi? Yoksa şu dizi mi? Önüne ne geleceğini biliyorsun. Sen ne seçtiysen o gelecek. Sürprizsiz. Sıkıcı. Nerede kaldığını bile unutmuyor algoritma. Önüne ardına bakmıyorsun hiçbir şeyin. Kaldığın yerden başlıyorsun. Eldiven gibi, senin şeklini almış platform. Böyle düşünüp avunabilirsin. Ama lateks eldiven gibi bir şey bu, herkesin eline uyuyor. Şekil alan sensin aslında. Herkes almış. Hepi topu bir şekil var. 

Televizyon çöplüktü, aptal kutusuydu; hiç de güzelleme yapacak bir yer değildi ama onda bile yaşam daha çeşitliydi. Mönüsünde herkese göre bir şeyler olan, her şeyden pişiren vasat yol üstü restoranları gibiydi. 

Şimdi seçimi sen yapıyorsun ama seçenekler daraldı. Mönü tek sayfa. Hadi buyur. 

ellerim ceplerimde


Londra'da Bond Sokağı'nın arkasında bir kapalı çarşı var: Burlington Arcade. 200 yıl evvel, değerli eşyalar, mücevherler, havalı şeyler satmak için kurulmuş. Şimdi de üç aşağı beş yukarı öyle. Normal çarşı işte. Normal olmayan, ıslık çalarak dolaşma yasağı. Tek istinası var yasağın. Paul McCartney’seniz eğer, gönlünüzce ıslık çalabilirsiniz burada. Yasak saçma ama istisnası mücevher kıymetinde. 

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...