esas kötülük




Murdoch İmparatorluğu her gün yeni bir darbe alıyor. News International'ın ABD ayağı için de artık çember daralmakta; art arda yeni soruşturmalar açılıyor.

Bu işler bir günde olmadı; ayrıca hiçbir şey kendi kendine de ortaya çıkmadı. Aslan payı ünlü bir gazetecinin. Yani Guardian yazarı ve muhteşem kitap "Flat Earth News"in sahibi Nick Davies'in. Öldürücü darbeyi, Murdoch'un haber ağını yıllardır didik didik inceledikten sonra o vurmuştu. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Davies şimdilerde ABD'de; doğal olarak, işin Atlantik ötesindeki kısmını da araştırıyor. Aşağıya güncel bir demecini aldım. Okuduktan sonra, Türkiye'de de benzer bir tablo oluştuğunu göreceksiniz. İsimleri değiştirmeniz yeterli.

"Rupert Murdoch, Britanya'yı daha ırkçı, daha seksist ve daha ahmak bir yer haline getirdi. Sadece Sun'a yaptıkları yüzünden değil; Sun'ın diğer gazeteleri de etkilemesi yüzünden."

çok gizli mavi anadoluculuk tarikatı

The Village from Pedro Sousa | visuals on Vimeo.



Arkadaşlarım bir bir tatile gidiyor. Öyle tatil köyü, otel motel sevmiyorlar. Küçücük köylere, gizli koylara gidiyorlar. Sonra da tatlı tatlı anlatıyorlar. Mavi Anadoluculuk akımını gizliden yaşattıklarını tahmin ediyorum; göreceğiz. Anlayana kadar şu Portekiz köyüyle oyalanalım. İmza Pedro Sousa imiş.

Elif Şafak tantanası tam gaz devam ediyor. İntihaldir, kitap kapağıdır ilgilenmiyorum ama gidişattan anladığım şudur: Elif Şafak'ın yazarlık kariyeri Orhan Pamuk'un Nobel'inin (2006) öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılabiir. Kitaplarının konularını ve edebi iddialarını alt alta sıralarsanız manzara çıkar. Zira Orhan Pamuk'un Nobel'i sadece Yaşar Kemal'in Nobel'ini önüne set çekmedi; esasen Elif Şafak'ın muhtemel Nobel'ini öldürdü. Oysa onun için ortam daha müsaaitti.

Bizim TSK mensupları umarım yabancı basını takip etmiyordur. Çünkü fena gaz veriyorlar dışarıda. Oturaklı gazete ve dergilerden art arda gelen şu ifadelere bakın: Erdoğan TSK'nın imajını yerle bir etti, damga vurdu, ordunun yeni patronu oldu vs... Dışarıda hafiften "Türkiye'de bir darbe olsa da, bize de ekmek çıksa" havası var. Hem de fena halde.

Sokakta kendi kendine konuşarak, sağa sola laf atarak yürüyenler, genelde berduş görünümlüdür. Ya sıyırmışlardır ya da çeyrek kalmıştır. Dün gördüğüm kadın hem çok güzeldi hem de gayet düzgün giyinmişti. Caddeyi bir baştan bir başa yıkıla yıkıla geçti. Ve hayır, telefonda değildi. Bir yukarı bir aşağı bakarak konuşuyordu.

İçimizdeki çocuklar büyüyüp köşe yazarı oldu sanırım; benim içimdekini az önce dinlediniz.

flanders ovası çocukların yuvası




In Brugge’u seyredenler bilir. Colin Farrell’in oynadığı suikastçı (ismi Ray’di), şehirden nefret ediyordu. Ne romantik köprüler ne de o bin yıllık sessizlik, Belçikalılar’a hababam sövüp duran Ray’in ilgisini çekiyordu. Zaten adam herhangi bir şeyden etkileniyordu denemez ya. Çocuklar hariç…

Suikastçi Ray, geçen hafta sonu Brugge’de yaşananları bilseydi, küfür dağarcığımızı daha da zenginleştirirdi herhalde. Şöyle ki, yüzlerce insan meydanda toplanıp birkaç yıldır ardı ardına gelen yargı kararlarını protesto etti. Bu kararlar, kreşleri birer gürültü yuvası sayıyor; hafta sonlarıyla, okul tatillerinde çocukların orada bakılmasını yasaklıyor.

Brugge ahalisinin çocuk gürültüsünden belli ki sıtkı sıyrılmış. Kreşe komşu evlerde yaşayanlar “çekemem kardeşim” diye doğrudan yargıya başvuruyor. Çoğu yargıç da “gürültü yapmayın, gidin evinizin önünde oynayın” şeklinde karar veriyor. Yani ya kreşleri belirli günlerde kapatıyor ya çocukların dışarıya çıkmasını yasaklıyor ya da izolasyon zorunluluğu getiriyor. Hepsine birden hükmeden yargıçlar da mevcut.

Her neyse, liberal Open VLD partisinden iki parlamenter (Mercedes Van Volcem ve Ann Brusseel) bu gidişe dur demek için kolları sıvadı. Parlamentoya kanun teklifi verdi. Teklifte özetle şöyle deniyor: Çocukların oyun sesleri gürültü sayılmamalı; ambulans sireni ve kilise çanı kategorisine sokulmalı, yani gürültüye kafası bozulan soluğu mahkemede alamamalı.”

Konu güzel, kanun teklifi enteresan. Türkiye’de akla hayale gelmezdi herhalde. Ama hükümet kurmada ittifak sağlayamayan Belçika parlamentosunun bu teklif için ne yapacağı şüpheli. Ama ben uyarayım yine de: Farrell’in suikastçisi Ray çocuklara kast eden bu kararları duyarsa, Brugge’de taş üstünde taş bırakmaz. Zaten adam ne tarihi ne de köprüleri takıyor.

Kaynak: De Morgen

hollanda'dan türkiye manzaraları



Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki istifalar dışarıda da ses getirdi; haberi ufak da olsa görmeyen gazete yoktu. Ama Hollanda'dan nrcnext çıtayı yükseğe koydu; dünkü ön sayfasını bu konuya ayırdı. Manşette "ordu artık patron değil" diyorlar. Bu tespite çok önem veriyor olmalılar ki, Türkiye'ye bu kadar uzak ülkelerinde bile günün haberi saymışlar. 2008'de Hollanda'da "yılın gazetecisi" ödülünü alan Bram Vermeulen'in İstanbul'dan gönderdiği makale epey uzun, iki sayfaya yayılıyor. Kırık dökük Felemenkçemle sökmeye uğraştığım satırbaşları aşağıda:

- Türkiye değişti diyor makale, bunun en sağlam örneği olarak da istifalardan sonra kimsenin sokağa çıkmamasını gösteriyor.

- Gazete, halkın da artık orduyu "düzenin koruyucusu" olarak görmediğini iddia ediyor.

- Beri yandan, ordu zaten değişmişti, de deniyor. Bram Vermeulen'e göre "komplo teorileri ve müdahalelere uzak" Gen. Işık Koşaner şahinlerin üstünü çizdiği bir isimken Genelkurmay Başkanı olabildi.

- Vermeulen, bu değişimde Erdoğan'ın taktisyenliğinin önemli rolü olduğunu da söylüyor.

- Uzaklığın getirdiği handikaplar da var tabii. Makaleye göre Soğuk Savaş döneminde TSK tam dört darbe yapmış. Şu anda da her köyde bir askeri birlik bulunuyormuş.

- İçeride ne zırvalarsa zırvalasın, Taraf dışarıda iki sıfatla tanınıyor: Antimiliter, antiotoriter. Bu kervana nrcnext de kapılmış. Koyunun olmadığı yerde keçinin durumu malumdur, doğal.

- Makalede hükümet biraz kayrılır gibiyken, yandaki kutu-haber (konu Tutuklu Gazete, yazarı yine Vermeulen) hükümete (ve Türkiye'ye) fena yükleniyor. İşte başlık ve spot: Hapishanede çıkan bir gazete. Türkiye'de demokrasi bu.

dans etmezsek kayboluruz



Wim Wenders'in Pina'sını bugün değil de mesela 20 yaşında seyretseydim; dansa kesinlikle merak sarardım. Yani en azından izleyici olarak. Ama o, ben 20 yaşındayken Buena Vista Social Club'ı çekti. Sonuç ortada.

Sahaf ganimeti: Henry Miller'den Tropic of Capricorn (esas Tropic of Cancer'ı yani Yengeç Dönencesi'ni arıyorum), Hemingway'in gazete yazılarının toplandığı By-Line (bu enteresan kitabın sanırım Türkçe'de baskısı yok) ve bir Robert Capa biyografisi (Blood and Champagne - The Life and Times of Robert Capa, yazarı Alex Kershaw.) Hemingway'i ufaktan okumaya başladım; diğerlerinin sırası kimbilir ne zaman gelir.

Artık bir bisiklet almanın vaktidir. Bugün Waterloo'da hayalimdeki külüstür bisiklete rastlarım diye gezindim ve sanırım çok yaklaştım. Belli ki, oralarda biraz daha turalamam gerekiyor.

her şeyi yeniden inşa edeceğiz


Biz burada Yılmaz Özdilgiller'e maruz kalıyoruz. Acısı taze Norveç, onca kan ve gözyaşına rağmen başka bir hayatı yaşıyor. Başbakan'ı ilk cümlesine "biz küçük ve gururlu bir ülkeyiz" diye başlıyor. Tour de France koşan bisikletçisi, daha teri kurumadan aynı sözü tekrarlıyor. Camideki imamı hemen anma seremonisine girişiyor. Bulvar gazetesinin başyazarı da işte şu aşağıdaki makaleyi kaleme alıyor. Dagbladet'ten Lars Halle'nin yazdıklarıdır:

Bu inanılmaz günü hiç bir zaman zihinlerimizden silmeyeceğiz. Öncelikle ölülerimizin yasını tutacağız. Bu büyük acıyı gelecek nesillere de taşıyıp, hep hafızalarımızda koruyacağız...
Yıkılan kamu binalarını (Oslo’nun Bakanlıklar mevkii) yeniden inşa edeceğiz..
Norveç yine –aynı eskisi gibi- liberal ve güvenilir bir ülke olacak... Norveç’te sırf bu yaşananlardan dolayı 'kısıtlamalar', 'sayısı arttırılan silahlı kolluk kuvvetleri' ve 'insanların hayatına daha fazla baskı ve müdahale' olmayacak! Eşitlik ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir Norveç istiyoruz.
Terör ve katliama asla anlayış gösterilemez. Bu korkunç eylemi gerçekleştirenleri anlamamız, anlayış göstermemiz mümkün değil!
Şimdi biz korkunun esiri olmayalım; tıpkı ABD’nin 9/11’de olduğu gibi... Ve tabi İngiltere’nin ya da İspanya’nın...


Çeviri: M. Bacanakgil

tavşanlar nerede



Norveç katliamından sonra Avrupa'daki nefret tüccarları korkuyla köşelerine çekildi. Bu korkunç adamlar (adam diyorum çünkü çok az kadın var içlerinde) hep böyleler; meydanı boş bulduklarında esip gürlüyorlar ama tehlikeyi sezdiklerinde tavşan gibi siniyorlar. Kayboluyorlar.

Bir numaralı tavşan, Hollandalı Geert Wilders elbette. Ortalarda yok. Ama ülkenin akil yayınları onu boy göstermeye zorluyor. Daha çok gençlere hitap eden entelektüel gazete nrcnext (radikal'in ideal versiyonu olarak bakabilirsiniz), dün Wilders'e "top şimdi sende" diye seslendi bile. Top dediği de bildiğin bomba. Norveç formalı katil zanlısı Anders Breivik'in ayaklarından kaleci rolündeki Wilders'e geliyor. nrcnext'in ön sayfaları genelde güzeldir ama bu defa cesur da.

Bakalım Wilders o kadar cesur olacak mı?

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...