çelişkiler keskinleşsin diye...



Şimdi ben bunları masamda yazıyorum. Müzik açık. İlgilenen varsa "The Heart of Saturday Night" çalıyor. İçerisi serin.

Evdeki masamda olmasaydım, gazetedeki/dergideki masamda olurdum (işsizlik işte!) Masa da masaymış ha, sadece beni değil, hepimizi alırdı. Birbirimize laf atardık; arada sigara içerdik; birkaç cümle yazar, beğenmeyip silerdik.

Haber için şartların olgunlaşmasını beklerdik.

Şartlar hiç olgunlaşmayacak.

Olgunlaştığı yerlerde koşturup duruyor insanlar. Buyurun işte, yukarıdaki videoda var. Daha binlercesinde var. Vatandaş gazeteciliği denilen mesele hani, bu işte onun saf hali... Kıskanmıyorum desem yalan ama masa da çekici tabii çoğu zaman. Kıyaslamak gerekli mi, onu da bilmiyorum aslında.

Her neyse, video Suriye'den. Çatışmaların sürdüğü Talbisa'dan. Kaydı alan Suriyeli'de küfür kıyamet; askerlere fena sallıyor. Ateş edenleri görüntülüyor. Bir yandan da kurşun deliklerini, afişleri, duvar yazılarını... Namlular ondan tarafa çevrilince kirişi kırıyor hemen. Can tatlı...

Ama dakika üç buçuktan sonra (denk gelmiş!) kaçtığı o sokağa tekrar girmek de yürek ister. Bu adam giriyor.

Masamdan alkışlarımı gönderiyorum.

Videoda konuşulanların ingilizce kaydı için buraya.






anna politkovskaya boşuna mı öldü?


Putin ile Medvedev, ülke değil sirk yönetimine talip olduklarını andıran neşeli fotoğraflar çektirip dururken, gazeteci Anna Politkovskaya'nın katlinin bitmek bilmez davası da devam ediyor.

Bildiğimiz bir başka ülkeye ve onun ilerlemeyen davalarına fena halde benzeyen bu hikayede dün nihayet bir aşamaya gelindi.

7 Ocak 2006'da apartmanındaki asansörde vurup öldürmüşlerdi. Demek ki beş yıl olmuş. Bu beş yıl içinde şüpheliler kaçtı; kanıtlar muhtemelen temizlendi. Ama yoğun kamuoyu baskısı azıcık da olsa sonuç verdi. Mahkemede tanık olarak dinlenen polislerden biri artık "şüpheli."

Politkovskaya'nın gazetesi (ülkenin nadir muhalif seslerinden) Novaya Gazeta bunu hep söylüyordu. Başkalarına da işaret ediyordu ayrıca. O başkaları artık piyasada değil tabii.

Politkovskaya'nın canına mal olan Çeçen davası da tedavülden kalktı zaten. Rusya'nın Çeçen savaşındaki kirli işlerini araştırken defalarca ölüm tehdidi almıştı Politkovskaya. Dinlemedi. Sonunda öldürdüler. Şimdi Putin'in has adamı Ramazan Kadirov Çeçenistan'ın başında. Ruud Gullit'i ülkesine transfer edip sonra kovmasından, bir de Roberto Carlos'la top oynamasından hatırlarsınız. Böyle işlerle uğraşılıyor artık Çeçenistan'da. Kimse de dönüp bakmıyor orada neler oluyor diye.

Boşuna ölmüş Politkovskaya. Bari faillerini bulsalar.

günlerin akışına kısa bir ara



Benim için saati durduracak az şey var. İşte onlardan biri. Günlerin akışına kısa bir ara... Ama şimdi değil, Ekim ayında. Tam olarak 25 Ekim'de. Tom Waits, 7 yıl sonra yeni stüdyo albümüyle dönüyor. "Bad As Me" ile.

Yukarıdaki videoda Waits kendi üslubuyla meseleyi duyuruyor. Başkaları söylerse tadım kaçardı, benden duyun istedim, diyor. Eyvallah. Siz de ondan duyun istedim.

karakoyunlar için vatandaşlık testi



Seks satar. Her zaman sattı. Üstelik artık politikada da satıyor.

İsviçreli Blick gazetesine göre, ülkenin genç kızlarının politikaya ilgisi kaybolmuş. Sandığa erkeklerden daha az ilgi duyar olmuşlar.

Bunu duyan popülist kampanyacı durur mu? Durmamış haliyle. Genel seçimlere şunun şurasında iki ay kalmışken, cin fikirlerini sokmuş devreye.

Halihazırda İsviçre sinemalarında dönen, yukarıdaki şu “siyasi” reklamla, İsviçre Halk Partisi (SVP) genç seçmenlere ulaşmayı hedefliyor. Öykü basit; olay Zürih kantonundaki Hüttnersee Gölü kıyısında geçiyor. Kaslı mı kaslı bir delikanlı, güneşlenen üç genç kızın aklını başından aldı alacak. Ta ki Avrupa Birliği amblemli havlusunu açana kadar… Amblemi gören hanımların ilgisi kayboluyor tabii; kafalarını öteye çeviriyorlar. Vatanın AB’ye prim vermeyen genç ve kararlı evlatları…

Reklamın sonunda tok bir ses (partinin tok sesi) “İsviçre için gerçek değerlerin vakti” diye dikkatimizi çekiyor. Sonra bir de şunu ekliyor: “İsviçreli kadınlar SVP’ye oy verir.”

Eh, versinler bakalım. Yalnız ufak bir problem var. Söz konusu SVP, göçmen karşıtı bir parti. Faşist kampanyalar konusunda sicilleri kabarık. Göçmenleri “karakoyun” olarak gösteren siyasi afişi hatırlar mısınız? İşte o SVP’nindi.

Probleme geleyim. Hani videoda Bond kızı misali gölden çıkan bir kadın var ya… İşte o, tahmin edersiniz, bir “karakoyun.” Yani Türk kökenli.

Seçmenler bu durumdan rahatsız olmuş; partiye yükleniyor. Parti ise kendisini “oyuncunun İsviçre pasaportu var” diye savunuyor. Oysa önceden, pasaport sahibi olanlara bile gıcık olduklarını her fırsatta tekrarlarlardı. Genel seçimlerde göçmen oyuna da muhtaç olduklarından ezberleri bozulmuş. İyi ama nasıl olacak bu işler? SVP'ye oy verecek göçmen var mı ki?

Peki İsviçre’nin en faşist kafasında bile şu denklemi mi aramalıyız? Yeterince seksiysen, İsviçreli de olabilirsin.

Faşistlerin kafası hep karışıktır da testosteron daha da karıştırmış olmalı.

Daha önce bahsettiğim, bu defa Katalan usulü bir diğer “ateşli” siyasi reklam için şuraya bakabilirsiniz. SVP’nin karakoyun saçmalığı da aşağıda. Bonus olarak minare nefretini de görebilirsiniz.



okumaktan nefret ediyorum II - operation turkey


Batı'nın teknolojisini alalım, aman ahlakı kalsın, diyen yanlış mı demiş? Facebook sayfası açınca, facebook ahlakı da bonus olarak geliyor sanırım.

Biraz haber takibi yapalım.

İki gün evvel, şurada, birtakım isimsiz cisimsiz hergelelerin Facebook üzerinde "okumaktan nefret ediyorum" diye bir grup kurduğunu, üye sayısının da 450 binlere dayandığını yazmıştım. Buna karşılık, okumayı sevenler de örgütlenmiş ama mahcup bir 45 binde kalmışlardı.

Blogun okurları sağolsun, "bizde de var aynısı kuzum" diye uyardılar.

Olmaz olasıcalar, gerçekten bizde de varmış. Batıdan hızlıca bir ahlaksızlık transferi yapmışız yine. An itibariyle "kitap okumaktan nefret ederim" grubu 915 kişi; "kitap okumaktan hoşlanırım" grubu 92 kişi.

Garip olan, dünyada sanırım böyle tuhaf bir oran var. Okumaktan nefret ettiğini beyan eden her 10 hıyara karşı ancak 1 adet kitapsever çıkıyor.

Türkiye hariç değil.

gezme ceylan


Afganistan Irak'ı unutturdu. Libya Afganistan'ı unutturdu. Suriye Libya'yı unutturdu.

Savaş her yerde devam ediyor. Bu Trablus ceylanına bakın, anlayın.

Fotoğraf: Dario Lopez-Mills, AP

okumaktan nefret ediyorum!



Ahlakçı biri değilim. Kimin neyi sevdiği ve nelerden nefret ettiği umurumda değildir. Zaten karışmak ne haddime. Facebook'ta türlü çeşitli gazla yürütülen nefret kampanyalarını görünce "aman be" der, geçer giderim. İnsan böyle böyle kimlik üretiyor; ama yanlış ama doğru, yapacak bir şey yok. Yine de şu aşağıdaki kampanyaya 445 bin kişinin katılması ağırıma gitti.

Evet, 445 bin kişi, bir Facebook sayfasında "Okumaktan nefret ediyorum" diyor. Sayfayı organize eden muhterem, herhangi bir açıklama koyma gereği görmemiş. "Like"layıp geçiyorsun. Görüş bildirecek bir bölüm de yok. Muhtemelen yazmaktan da nefret ediyorlar.

Niye ki?

Ses yok.

Online sahaf Abebooks da dert edinmiş bunu kendine ve yukarıda izlediğiniz videoyu hazırlamış. Şık bir cevap. Kuyuya atılan taş... Bir diğer Facebook sayfası da "okumayı seviyorum" diyenleri organize etmeye çalışmış aynı üslupla. 45 bin kişi toplayabilmişler. Yazık.

Kuyu karanlık tabii.

Bu 445 bin kişinin yatacak yeri yok benim gözümde de, ne desek boş artık.

Lüzum üzerine Türkiye güncellemesi şurada: Bizdeki Facebook grupları

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...