hicaz makamı

İki dirhem bir çekirdek bir yaşlı Katalan beyefendi... Karşısındaki bankta oturan akranı kadını inceden süzüyor. Kadının elinde bir kitap, dünyayla ilgisini kesmiş. Top atılsa duymayacak. 

Aslıhan'la ben, uzaktan ikisini seyrediyoruz.

Adam bir iki eşiniyor, geriniyor; varlığını görünür kılmaya çalışıyor. Hayır, uyandıramıyor ilgisini hanımefendinin. Bir sayfa daha çevriliyor.

Eski çapkınlardan ama, belli. Tatlı amcamız yerinden kalkıyor; hop diye oturuyor yanına kadının. Bir çift göz şimdi ona bakıyor ama ıııh, kaldıkları satıra dönüyorlar hemen.

Derken olmayan lafa giriyor adam. Biz anlamıyoruz tabii ne dediğini. Belki kitabın belki kadının adını soruyor. Belki "hava çok sıcak" diyor.

Hava gerçekten çok sıcak. Mendilini çıkarıp alnını kuruluyor adam. Kadın nihayet konuşuyor. Kısa, kesik, bir iki cümle...

Cevap veriyor, gülümsüyor yaşlı adam. Sonra kalkıp eski yerine geçiyor.

İkisi uzun süre kıpırtısız kalıyor. Adam için üzülüyoruz. İşin rengi belli. Artık tek merakımız kadının okuduğu kitap. Biraz daha yukarıda tutsa, ismini görebileceğiz.

Dakikalar sonra, kadın yüzüne yaklaştırıyor kitabı. Nihayet görüyoruz.

Kitabın ismi "Hitler - Bir Biyografi."

Katalan beyefendi uzaklara bakıyor.

amsterdam - istanbul

Yazdıklarımın basıldığını çok gördüm, dergilerde gazetelerde okudum, işim bu. Çizgiye döküldüğünü hiç görmemiştim. Başka bir duyguymuş... Gurur verici.

Ona anlattığım bir hikâyeyi, canım Serhat Gürpınar, Amsterdam - İstanbul adını vererek, yeniden yayımlanmaya başlayan Harakiri'ye çizdi. Hem de ne çizmek!

Bir roman yazsam ve o da filme alınsa bu kadar sevinemem. 

İçim içime sığmadı, sevincimi buraya da yazayım dedim. Serhat'ın koyduğu ismiyle Amsterdam - İstanbul bu bloga girmek için sırasını bekleyen hikâyelerdendi çünkü. Yabancısı sayılmazsınız.

kayayı çıkartmıştık tepeye kadar

Önce bir problemden doğan zarif gazetecilik: Ön sayfayı, yenilse de, kendi ulusal kahramanınıza ayırmanız gerek. Beri yandan diğer tarafta, maçın galibi, tüm zamanların en büyük sporcularından biri duruyor. Ne yaparsınız? Guardian ikisini de bir araya getirmiş ve sayfasını dokunaklı bir baba öğüdüyle hazırlamış. Robert Federer'den oğlu Roger'a: "Kazanınca ağla. Kaybedince de ağla. Spor budur. Ama sakın hile yapma." Ace!

Biraz da Murray: Yıllardır bu adamı seyrediyorum. Dört defa finalde kaybetti, üçü Federer'e. Dünyada hiçbir sporcunun üzerinde bu denli baskı yoktur. Olmasın da zaten. Modern bir Sisifos gibi kayasını zirveye bir adım kalasıya çıkartıyor. Sonra yine aşağıya. Gözyaşlarıyla... Turgut Uyar'ın 'Vakitsiz Uykulardan'da dediği gibi: "kayayı çıkartmıştık tepeye kadar / ufacık ufacık bir şey / itecek kadar."

Umut hep var. Murray'nin yeni hocası eski bir efsane, Ivan Lendl. Ortak noktaları: Oynadıkları ilk dört Grand Slam finalini kazananamak. Lendl kariyerinin kalanında sekiz defa kazandı. Murray ise daha 25 yaşında.Yapabilir. Reçete yine aynı şiirde: "En sert sesini edin en zorlu tavrını al."

Yapabilir...

telefonun çalmıyorsa bil ki benim

Eski defterlerimden birine not almışım: Telefonun çalmıyorsa bil ki benim. Jimmy Buffett...

Kimdir bu adam? Tamam havalı bir laf da, niye ve nereden not almışım? Birkaç satır aşağısında bir de Murat Menteş cümlesi var. Belki onun bir kitabından... Hangisi peki? Dublörün Dilemması mı Korkma Ben Varım mı? (ikisini de okudum; ilki iyi, ikincisi eh işte.)

Her neyse, cümleyi İngilizce'ye çevirip Google'da aradım. James William 'Jimmy' Buffett beklediğim gibi bir Amerikan şarkıcı çıktı.  Aradığım cümle de bir şarkısının ismiymiş: If the phone doesn't ring it's me. Huysuzluğum üzerimdeydi, şarkıyı pek beğenmedim.

Bilmemek ayıp değil; yazarmış da Buffett. Üstelik çok da ünlü bir yazar. New York Times Bestseller listesini sallamış zamanında.

Wikipedia'dan, bana enteresan gelen bir başka notla devam edeyim. Bu girişken abimiz çok sevilen iki şarkısının ismiyle (Margaritaville ve Cheeseburger in Paradise) birer restoran zinciri de kurmuş. Her tarakta bezi var yani.

Neyse uzatmayayım. Sonu yok çünkü. Bütün bunları niye anlattım, ona geleyim. Kaç gündür arayacağım (hatta "kaç aydır" demeli) denk getiremiyorum bir türlü. Dostlarım kızmayın, hep aklımdasınız. Telefonunuz çalmıyorsa bilin ki benim. Şaka değil.

yeşil sos niye bitti?

Şehrin merkezinde çok iyi bir patatesçi var. Merkezde ama azıcık da saklanmış bir yerde; oralardan geçiyorsam bazen uğruyorum. Kuyruktaki tu...