memleket ünlülerinin aşırı acıklı hikâyesi


A'dan Z'ye... 14 Nisan 2013 tarihli Sabah Pazar'da yayımlandı.  

Aşk’ın A’sı: Yaygın inanış şu: Ünlüler aşık olmaz. Bunun aksine ikna olmamız için yaşadıkları ilişkinin en az bir on yılı aşması ve ardından yıllar boyu bir ikinci ilişkinin gelmemesi gerekiyor. Peki hangimizin hayatında bu kadar katı bir kural var?

Baba’nın B’si: Henüz kaybettiğimiz Müslüm Gürses ‘baba’ydı. Orhan Gencebay da öyle. Ama Ferdi Tayfur’u en bağrımıza bastığımız anlarda bile samimi bir ‘Ferdi’ deyip geçiyoruz. İbrahim Tatlıses, baba unvanı kendisine verilmeyince bizzat ‘imparator’a yöneldi. Erkin Koray’ın babalığı sanki ezelden geliyor ama Cem Karaca ve Barış Manço’ya babalık düşmedi. Halk ilgisinin Şampiyonlar Ligi seviyesinde yaşandığı bu zirvenin farklı bir matematiği var. Çok zorlu bir formül: Hiç hata yapmayacaksın, hiç dalaşmayacaksın, hep kendin olacaksın, hep ilk günkü gibi kalacaksın. 

Cinselliğin C’si: Burası gri bölge, zorlu bir alan. Memlekette ünlülerin her şeyine izin var ama cinsellik söz konusu olunca hep kırmızı kart. Caddede, sokakta, sette öpüşmek zinhar yasak. Bir mekândan el ele de ayrı ayrı da çıksan içeride neler döndüğüne kafa yorulur. Ünlüler cinselliği ancak sımsıkı kapalı perdeler ardında yaşayabilir. Şahan Gökbakar ile Berrak Tüzünataç’ın balkon görüntülerini hatırlayın. Evde bile geçit yok.

Çocuk’un Ç’si: Çocuk arabasının peşinde bir çift ünlüyü görmek isteyenin gideceği yer belli: Pazar günü Bebek sahili… Mutluluğun formülü çok açık ama bu formül iki tarafı keskin bir bıçak. Çünkü önce ‘Bebek’ fotoğraflarına sempatiyle bakar, sonra bu aileyi unutmayı seçeriz. Sağlama yapmak için, Çağla Şıkel – Emre Altuğ çiftinin bebek sonrası ün barometresine bir göz atın.

Dostluğun D’si: Ün gelince yola eski dostlarla devam etmek zor. Önce vakit azalır, ardından araya aşılmaz mesafeler, aman vermez menajerler girer. Ünlülerin dostu yine ünlülerdir ki onları bir arada tutan bile pamuk ipliğidir. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Prestij Ailesi’ni hatırlayın. Ne kaldı o tantanalı dostluktan geriye?

Estetik’in E’si: Sokaktaki insan kendini bir ünlüden üstün görmek istediğinde önce burnuna bakar. O burun havada bir bıçak marifetiyle duruyorsa ilk eksi puan…Botoks, liposuction, meme büyütme, bu liste uzar gider. Sarkık gıdı veya selülit zaten hepten faul. Yani estetiğin sadece ünlülere değil, topluma da faydası var. Ajda Pekkan, Gülben Ergen, Deniz Akkaya’nın operasyonları bu denli konuşulduysa, insanların kendi ruh sağlığını koruma ihtiyacından. 

Fotoğraf’ın F’si: Evet onları çok seviyorsunuz ama dışarıya her çıktığınızda, bir bara, restorana, havaalanına her gittiğinizde hayranlarla yanak yanağa yüzlerce fotoğraf vermenin sıkıntısını bir düşünün. Hele de cep telefonlarından sonra… Ebru Çapa GQ Türkiye’de, Halit Ergenç’in bu işte müthiş ustalaştığını ve telefonu hayranlarından alıp fotoğrafları bizzat çektiğini yazmıştı. Yine de bir numara, samimi gülümsemesi sayısız fotoğraftan sonra bile bir milim solmayan Tarkan.

Gece’nin G’si: Genç insan geceleri dolaşmayıp da ne yapacak? Ama işte her mekân çıkışı patlayan fotoğraflar, ‘sadece arkadaşız’ demeçleri, beş adım mesafeyle yürümeler… Kabak tadı verse de hiç eskimiyor. Bu iş belli değişmeyecek, yine de Tolga Karel görüntülerinden sıkılmadık mı?

Hastalık’ın H’si:  Bir ünlü ne zaman acile taşınsa haberimiz var. Durum kritikse, hastalığın tüm aşamalarını ilk ağızdan, hastanesinin logosu önünde özenli bir açıyla duran başhekimden öğreniyoruz. Beterin beteri, Twitter’da Facebook’ta öldürüyor, diriltiyoruz ünlüleri. Şöhretin seviyesi ne olursa olsun, bu, ödemek için büyük bir bedel.

Israr’ın I’sı: Gündemden hızla düşerken ne yapmalı? Ünlülerin katıldığı yarışmalar düşüşteki şöhrete ilaç. Ama o ilacın da son kullanma tarihi yakın. Reçete dolunca nasıl ısrar etmeli? Seren Serengil ve Nihat Doğan’ın rotalarına bakın. Biri Tanzanya biri Venezuela’ya gitti. Projeler bitmez.

İtibar’ın İ’si: Andy Warhol’un milyon kere tekrarlansa da eskimeyen sözüdür: “Bir gün herkes on beş dakikalığına ünlü olacak.” Peki itibar sahibi de olacak mı? Aslında ölçmesi çok kolay. İtibar ancak bir şey üretildiğinde gelir. Survivor’a katılınca geleneyse ün deniyor. 

Jüri’nin J’si: Ünlüler için oyunun kuralları değişti, sisler arasından yeni bir imkân belirdi. Bülent Ersoy ve Orhan Gencebay gibi sarsılmaz isimler bir yana, ünlüler kendilerinden bahsettirmek için bir yarışmanın jürisine girmeleri gerektiğini anladı. İşin kolay yanı, yeni bir şey üretmek de gerekmiyor. Hülya Avşar, Mustafa Sandal bu kulvardan epey faydalandı. Şimdi sıra Serdar Ortaç ve Demet Akalın’da.

Kusur’un K’si: “Bu kadar kusur kadı kızında da bulunur” derken, ünlüleri kastetmediğimiz açık. Estetisyen neşteri değmeden güzel, yüz binlerce hayranları olsa da doğal, kariyerleri kırk yıla dayansa da ilk günkü kadar taze ve heyecanlı olmalarını bekliyoruz. Kimse mükemmel değil. Yıllar ilerledikçe kusurlarıyla barışanlar devam edebiliyor. İnanmayan Yıldız Tilbe’nin Twitter hesabına göz atsın.

Layık’ın L’si: Bir futbolcu atasözü: “Bu camiaya layık olabilmek için elimden geleni yapacağım.” Cümleyi, toplumun karşısına çıkan hemen her ünlüye uyarlayabilirsiniz. Sadece kendine, zekâsına, dostlarına layık olmak isteyen yok mu? Var ama söyleyebilen çıkmadı.

Mahkeme’nin M’si: Mahkemeye düşen ünlünün tek dostu avukatı. Siyasi davalar daha önde diye kimse kendini kandırmasın, gazetelerde en hevesle okuduğumuz dava dosyaları ünlülere ait. İlgili ünlü, toplumun genelince kabul görmeyen bir işe karıştıysa durum fena (Deniz Seki’yi hatırlayın.) İlginç olan, maddiyata dayalı meseleleri umursamamamız (bkz. Haluk Levent’in sonu gelmez davaları.)

Naz’ın N’si: Bu maddenin sıkıntısını en çok röportaj peşindeki gazeteciler çekiyor. Şöhretin zirvesindeki bir ünlü, yaşadığı sıkıntıların bedelini en çok gazetecilere ödetir. Formülse bin dereden su getirmektir. Yalnız aynı gazeteciler o şöhretin aşağıya giden eğrisini takip etmeyi de sever. Şöhret kötü yönetildiğinde ‘kapak yoksa röportaj yok’tan ‘bir projem var, haber yapar mısınız’a çok hızlı geçilir.

Olgunluğun O’su Ünlülerin yaş aldıkça olgunlaşmasını beklersiniz, ama pek prim yapmadığından ‘içindeki çocukları’ hep muhafaza ederler. Şifa niyetine bir iki örnek yine de mevcut. Öncelik, olgunluk standartlarını belirleyen Şener Şen’e ait. Genç kuşaktan Olgun Şimşek’in belki isminden dolayı üstüne yapışan olgunluğuna şahit olmak isteyen verdiği röportajlara baksın. Geleceğin standart belirleme adayıysa Kıvanç Tatlıtuğ. Bu satırların yazarı, daha kariyerinin başındaki Tatlıtuğ’u bir İtalya uçağında tatsızlık çıkaran ve tehlikeli görünen bir yolcuyu etkisiz hale getirip, yolcuları tek tek rahatlatırken de gördü.

Öfke’nin Ö’sü: Evet herkeste biraz var, ama bu öfke eskilerden bir Yılmaz Güney’le yan yana getirince hava cıva kalıyor. Söz konusu olan, en fazla “bar çıkışı muhabirleri karşısında görünce sinirlendi” başlığının altına yazılacak türden bir öfke. Memlekete bir hayrı yok.

Plaj’ın P’si: Kural belli: Görünür olmak istiyorsan, Bodrum’da plaja (günümüz tabiriyle beach’e) inecek, havlunu serecek, uzak yakın kameraların karşısında sere serpe güneşleneceksin. Ondan sonra da basının nefes aldırmadığından şikâyet edeceksin. Magazin basını da ünlüler de bu riyakârlığın farkında. Kimin ne kadar ilgiye muhtaç olduğunu bizzat ölçmek istiyorsanız, havluların serildiği noktaya dikkat edin. Suya en yakın olanın sahibi akşam televizyona çıkmak istiyor.

Rıza’nın R’si: Kimse şöhret trenine kazara binmez. Yolun nereye çıkacağını, mahremiyetin ne kadar aşınacağını bütün ünlüler biliyor. Bir nevi evlilik öncesi sözleşmesi… Ama sözleşmede kendi kurallarını dayatanlar da mevcut. Bu kategorinin kralı Okan Bayülgen.

Sosyal Medya’nın S’si: Ünlülerin ne hissettiğini sosyal medyadaki hesaplarınızda bilfiil tadıyorsunuz. Kaç takipçiniz var; kaç adet RT, kaç like’ınız var? Sizinkisi bir yana, diğerlerinin ne kadar var? Twitter hesapları sanatçıların da kabusu. En rahat uyuyansa sadece sekiz tivitle dört milyona yakın takipçi toplayan Cem Yılmaz.

Şans’ın Ş’si: Ne kadar çalışsan yetmez. Milyon dolarların döndüğü sektörde şans da yanında olacak. Empati kurmak isteyen üst üste dördüncü dizisi geçenlerde yayından kaldırılan Burcu Kara’yla kursun.

Taciz’in T’si: Hayran var, hayran var… Ünlüleri evlerine kadar izleyen, gece yarısı telefonla rahatsız eden, hatta canlarına kast edenleri biliyoruz. Tacizin memleketteki bir versiyonu da aktörü oynadığı rolle özdeşleştirip laf atmak. ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’de tecavüz mağduru bir kadını oynayan Beren Saat’in dışarıya çıktığı bir gece ‘bir güzellik de bize yapsana’ diye sıkıştırılması bu işin uç örneği.

Utanma’nın U’su: Bir ünlü yediği golü çıkartabiliyorsa, yani skandaldan sonraki kötü izleri hayranlarının zihninden silebiliyorsa kademe atlamış demektir. Yoksa geriye sadece utanç kalıyor. Hande Ataizi’nin tuvalete sıkıştığı anı halen hatırlıyor musunuz? Cevabı “‘Mum Kokulu Kadınlar’ın üzerine pek bir şey koyamadım” diyerek kendisi verdi zaten.

Üzüntü’nün Ü’sü: Ünlü insanın kötü günü olmaz. Hanginiz işe gittiğiniz bazı günler size kimseler dokunmasın diye içinizden dua etmediniz? Üzüntünüzden hiçbir cümle kuramadığınız ve sadece kabuğunuzda kalmayı istediğiniz o anlar var ya, ünlüler hiçbirini yaşayamıyor.

VIP’nin V’si: Binlerce uçuş mili biriktirmeniz neye yarar? Business uçarsınız, VIP locasında beklersiniz. Ünlülerin yaşam kalitesi işte sizden ancak bu kadar fazla. Bir kadeh şampanya, arkaya iyice yatan bir koltuk… Uçak sonuçta herkesi aynı yere götürüyor.

Yaşlanma’nın Y’si: Erkeklerden ziyade kadınların düşündüğü bir konu. Basit bir hesap yapın: Gazete ve dergilerde sadece bir ayda, ilk dizisinde, filminde oynayan kaç kadın oyuncu röportajı çıkıyor? Aynı rakam erkek oyuncular için nedir? Cevap: Yeni kadın oyuncu sayısı erkekleri katlıyor. Peki bu yeni isimler kimlerin yerine geçiyor dersiniz?

Zor’un Z’si: Düşünün, sevdiğiniz bir insanla dünyanın bir ucuna, kimselerin olmadığı ıssız bir sahile gitmişsiniz. Kimbilir aklınızda neler var. Konuşup gülüşüp yürüyorsunuz. Ertesi gün fotoğraflarınız bütün gazetelerde. Orhan Pamuk’un Kiran Desai’yle Goa sahillerinde görüntülenmesinden bahsediyorum. Dünya küçük, katlanmak zor.

İllüstrasyon: Serhat Gürpınar

canetti neden haklı?

Memleketten gelenler sağolsun, yanlarında Uykusuz, Penguen falan da getiriyorlar. Ben de hemen Vedat Özdemiroğlu'nun Bebek Kafası'nı açıp okuyorum. Hatta bazılarını birkaç defa okuyorum (ne yapalım, elde az sayı var.)

Bir sabaha Özdemiroğlu'nda gördüğüm şu güzel Elias Canetti cümlesiyle başladım: Gerçek yazarlar kahramanlarına ancak onları yarattıktan sonra rastlarlar.

Tesadüf bu ya, akşamına da şu bilgiye rastladım: Balzac ölüm döşeğindeyken, başucuna kendi romanlarındaki doktor Dr. Bianchon'u çağırmış.
 
Canetti haklıymış.

gazeteci çölde şuurunu kaybederse

yağmur neden güzel kokar?



Bazı bitkilerin kurak dönemlerde salgıladığı yağların karışımı, yağmurun o kendine has kokusunun nedenlerinden biridir. Kuraklığın ardından yağmur geldiğinde, zaman içinde kayaların üzerinde ve toprakta biriken yağ bileşimleri havaya karışır.

Tamamını Smithsonian.com'da okuyabilirsiniz.

siste saklanan kasabaya güvenme



Bu aralar kısa animasyona sardım, daha günlerce böyle giderim. Meksikalı Emilio Ramos'un Niebla'sı mücevher gibi bir film, çevirip çevirip izliyorum. Sisiyle, koyunlarıyla, gelmeyen Rosario'suyla Marquez'in akrabası. Yedi dakikada büyülü gerçekçilik.

köşesizlik endişesi

Uzmanlık alanı üzerine görüşlerini paylaşanları seviyorum. "Bu onun konusu, ne demiş acaba" diye twitter'da kovaladığım insan çok.

Beğendiği, kıymet verdiği şeyleri paylaşanlara da bayılıyorum. Hele yağmur gibi yağmayıp, her gördüklerini değil, gerçekten önemsediklerini anlatanlar, gösterenler, link verenler... Yeni şeyler için gözümü açıyor onlar. Keşfettiriyorlar, ne güzel. 

Ama sosyal medyayla ortaya çıkan bir tür var ki, katlanamıyorum. Gelişen her mevzuya bir tırnak atanlar, gündemin hiçbir halinden eksik kalmayanlar, saniyesinde görüş üretenler... Bir insanın bu kadar çok fikri olabilir mi? Hadi, üstün bir beyinle karşı karşıyayız diyelim, bir fikir bu kadar hızlı şekillenir mi?

Hükümet, barış, savaş, PKK, uluslararası ilişkiler, tıp, hukuk, bilişim, magazin, diziler, her şey... Her şey hakkında konuşuyorlar. Üstelik başkalarını dinlemiyorlar. Sadece konuşuyorlar. Arkadaşlık, tanışıklık belasına kaçamıyorsun da (bir de sürekli mızmızlanan, ilenen, kötüleyen tipler var ki, daha da beter.)

Memleketin en çok ve düzenli şekilde topa tutulan esnafı köşe yazarları. Eskiden görüş bildirsin diye para ödenen bu insanlara yönelik tepkiyi samimi zannederdim. Değilmiş. Meğer çoğu insan, kendi görüşlerini bu şekilde üzerimize yığamadıkları için kızıyormuş yazarlara. Dertleri köşesizlikmiş. 

Yarın yine yeni bir olay gelişecek. Hiç yoktan atıp tutmaya, ilenmeye başlayacaklar. Kendi köşelerini yazacaklar. Sonra dönüp yine köşe yazarlarına bok atacaklar. 

bugün yol aramakla geçti

Dokuz sene öncesinden bir gün sonu raporu... O kadar olmuş mu yahu?

Bugün yol aramakla geçti. Yoldan çıkmakla. Bugün iki amatör telsizci dünyanın dört bir tarafında arkadaşları olduğunu açıkladı. Söz konusu telsizcilere göre Ruslarla bağlantı kurmak matah bir iş değilken, Tuvalu’dan bir telsiz arkadaşı edinmek kayda değerdi. Yine bu telsizciler, rahmetli Kral Hüseyin’in de kendi meşreplerinden olduğuna değindi.

Bugün dolaptaki suları satmak ikinci bir emre kadar yasaklandı. Çünkü yarına dair hava raporları İstanbul’da hava sıcaklığının –2 dereceye düşeceğini ve akabinde de kar yağacağını çoktan bildirmişti. Raporlara güvenen tesisatçılar, çatı onarımı işlerine iştahla giriştiler.

Bugün Etiler’e gitmek isteyen bir kız, Karaköy’deki işyerine varmak isteyen bir diğer kızı engelledi. Bugün servis şoförleri zengin ve güçlüden yana oldu. Benzinlerini şirket hesabına doldururlarken, arabalarını yıkatmayı da ihmal etmediler.

Gazetelerini şöyle bir karıştıranlar çok fazla şaşırmadı bugün. Çünkü bugün gazeteler, onları satır aralarına kadar okuyanlar için çıktı. Yine bugün gazetelerde şişmanlığa çareler önerilirken, fakirliğin ortadan kaldırılmasına dair bir projeye rastlanmadı.

Topkapı’nın arka sokakları sakinleri için olağan, misafirler için stresli saatlere sahne oldu bugün. Döner ustaları adres tarifi vermeyi reddederken, lastik değiştirenler yol gösterme konusunda aceleciydi. Banka memurları bu konuda da her konuda oldukları gibi kayıtsız davrandı. İş hanları her günkü gibi tozlu ve bakımsızdı; ancak bazı hanlarda fotoğraf çekimlerinin yapıldığı da görüldü bugün.

Bazı kafeterya köşelerinde devrim planları yapıldı. Yeni devrimin sloganının ne olması gerektiği konusuna kafa yoruldu. Bu konuda bir zihin kıvraklığına rastlanamasa da, devrimin kimlerle yapılmaması konusunda herkes aydınlandı. Mevzuu tartışan kalabalık kafa karışıklığı içinde mekanı terk edecekken, her şey yarım elma ve üç mandalina tanesi ile tatlıya bağlandı bugün.

Bugün bazıları şehri terk etti; kimileri de geri döndü. Gidenlerin de dönenlerin de seslerinde bir endişenin olduğu ise gözden kaçmadı. Buna göre, huzursuzluğun mekandan değil de insandan kaynaklandığı yeniden kabul gördü. Kimileri bu gibi durumlar için sık sık kullanılan klişe lafları kullandı; kimileri de sadece homurdandı.

Birtakım beyaz yakalılarda parasız kalma endişesi yine had safhadaydı. Bu durum artık kronik hale geldiği için pek fazla yankı yapmadı. Öte yandan birtakım beyaz yakalılar da doğum günü partileri tertip ettiler. Hem araba kullanıp hem de telefonla konuşan bu becerikli kimseler, hiç araba sahibi olamadığı gibi mevcut telefonlarını da satmak zorunda kalanlar ile pek ortak noktaları kalmadığını hatırlarına getirmediler. Ama bazı eski dostların da birbirlerine borç vermekten kaçınması birilerinin hatırına geldi bugün. Dolayısıyla, acı acı gülündü ama yine de geçildi bu konulardan çabucak.

Çocuk bakmaya ve ev temizlemeye ta İngilterelere gidenlerin arasına bugün biri daha eklendi. Fakat gittikleri gibi geri dönenler de olduğu için rakam bir türlü netlik kazanamadı. Bugün bazı babalar, kızlarını esirgemek konusunda biraz daha atik olmayı düşündülerse de, yeni nesil modern kadın imajı bu düşünceye galebe çaldı.

Yine bugün bazı entelektüeller sakallarını kaşıdılar. Fakat bu eylem genel olarak bir şeyleri değiştirmedi. Bazı yabancı terimlerin dilimizdeki karşılıklarının bulunması gerekliliği ise gündemin ancak kıyısına yerleşebilmişti bugün.

“Elinde bir tuhaf çanta saçında soku” bugün bir Cemal Süreya dizesi olarak bir otobüs yolculuğuna yardım ve yataklık etti. Sabah otobüslerinde şiir okuyanların, roman okuyanlara oranınının neredeyse eksi sonsuza doğru gittiği ise meraklı gözlerden kaçmadı. Yine bu meraklı gözler, sabah otobüslerinde uyumayı tercih edenlerin çoğunlukta olduğunu isabetle tespit ederken, bu uykulu kimselerin profilini çıkarmaktan şimdilik kaçındı.

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...