savaş soğuksa iyidir



Gazeteciler bazen dalga geçmek, eğlenmek istiyor. Geçenlerde “seksi kızıl” Anna Chapman’ın da dahil olduğu Rus ajanlar yakayı ele verince (ki bu hikâyenin inanılırlığı da tartışılır) Rusya dışında tüm dünya medyasında eğlence doruğa çıktı. İngiltere’de iş Chapman için “The Red In My Bed” manşeti atmaya kadar gitti. Bizdeyse “seksi fotoğrafları için tıklayınız”dan öteye geçilmedi. Allahtan artık Facebook diye bir müessese var, ajanlar bile fotoğraflarını paylaşıyor.

Biz böyle gırgıra dalmışken, ABD’dekiler pek gevşemedi, soğuk savaş parametrelerini yeniden yatırdılar masaya. Böylece bazı gazetecilerin eğlenmekten nefret ettiğini de hatırladık. Düşmüş rütbelerini cilalayan ciddi sorular akıllarında belirmişti bile. “Rusya’dan sevgilerle” diyen bu hanımkız ve aile babası saz arkadaşları, yaşadıkları taşra kasabalarında inceden inceye savaş pratiği mi yapıyordu? Rusya uzmanları hemen devreye girdi, ahkâm kesmeye başladı. Ama olmadı, olduramadılar. Çoktan geçmiş devirleri. Ne zamandır Türkiye medyasındaki bu tip hallenmeler üstüne bir şey yazayım diyordum, bu epey yoğun günümde, eski blog’tan şu eski post geldi aklıma. Mevzu iki günlük Gürcistan savaşı üstüne hezeyan, manzaraysa bugünden farksız. Kendini önemli biriymiş gibi göstermek de harbiden zahmetli iş... Üşenmezseniz aşağıya buyrun:




"Üniversitedeyken neredeyse bütün sınavlarda, cevaplara “Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra…” ilk cümlesiyle başlardık. Doksanlı yılların sonuna geliyorduk. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden henüz 10 yıl bile geçmemişti. Çin dünyayla bu kadar haşır neşir olmamıştı. İkiz Kuleler sapasağlam yerinde duruyordu. Türk politikacılarsa Adriyatik’ten taa Çin Seddi’ne kadar uzanan bir rüyanın pençesinde tatlı tatlı mırıldanıyordu.

Glasnost ve Perestroika… Sonrası malum hikâye. Soğuk Savaş’ın sona erdiği iyiden iyiye idrak edilince, stratejistlerin bile ne diyeceğini bilemediği bir dönem yaşandı. Ne de olsa, kızıllarla demokratların arasındaki mücadelenin parametreleri her şeyi açıklıyordu. İlk uyanan, tarihin sonuna geldiğimizi yazan Fukuyama oldu. Muzaffer ABD’nin gücünün sınırlarını belirleyen Fukuyama, bu martavalla epey piyasa yaptı. Sonrası da çorap söküğü geldi. Akademisyenler bir on yıl bizim sınav kağıtlarımızdaki cümlelerin benzerleriyle idare etti. Sonra 9/11 günü geldi çattı.

Kim ne söylese yanlış çıkıyordu. Belirsiz, kontrolsüz, kaotik bir dünya… Stratejik meselelerde ahkâm kesenlerin en az ihtiyaç duyduğu böylesi bir ortamdır herhalde. İslam dünyası üzerinde çalışanlar, terör uzmanları vs. kendilerine yönelik talebin artmasından son derece memnunlarsa da, geriye kalanlar sürekli yanılmanın utancını içten içe hep hissetti. Gerçi onlara neden yanıldıklarını söyleyebilenler de pek çıkmıyordu.

Rusya’nın Gürcistan’daki gövde gösterisi üzerine yazılıp çizilenler, “eski güzel günlere” duyulan bir özlemin ifadesi gibi. “Soğuk savaş geri mi dönüyor” sorularının arkasında, sanki “ah bir dönse de, ne söylediğimizi bilsek” umudu var. Putin’in şahsında güçlü bir Rusya, yenilenen Çin ve savaşkan ama kırılgan bir ABD… Denklemi bu üçlü arasında kurmak daha kolay tabii… Bu yüzden Prag Baharı, Varşova Paktı, Demir Perde tamlamaları çoktandır kaldırıldığı çekmecelerden çıkartıldı. Bana öyle geliyor ki, bir yandan savaşı tukaka ederken bir yandan çaktırmadan Soğuk Savaş güzellemesi yapan daha çok makale okuyacağız. Bir Kuzey Kore’yle, bir Küba’yla gün geçmiyor tabii! Hele ki topuyla tüfeğiyle, şimdi bir de enerji kartıyla daha da güçlü bir Rusya ufukta belirmişse…"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...