Telefonun diğer ucundakileri hep merak ettim ama hiç böyle düşünmemiştim. Alberto Ruiz Rojo insanlık durumunu bir çırpıda özetlemiş. On dakika...
on dakika
Telefonun diğer ucundakileri hep merak ettim ama hiç böyle düşünmemiştim. Alberto Ruiz Rojo insanlık durumunu bir çırpıda özetlemiş. On dakika...
hoşçakal berkin
Bugün bu şiir, bir daha. Dağlarca'dan. Söylenmeye devam edecek.
hey göklere duman durmuş dağlar hey
değirmenin üstü her gün yel olmaz
dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
sen söylersin o susar mı bel olmaz
hey göklere duman durmuş dağlar hey
değirmenin üstü her gün yel olmaz
dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
sen söylersin o susar mı bel olmaz
bir gün biz kargayken
Bet She'an from Bet She'an Team on Vimeo.
Madem
günler Martin Mystere ile geçiyor, benzer ruhlu bir animasyonla notumuzu
düşelim buraya.
Bet
She’an (Beit She’an da deniyor) Antik Mısır’dan, Eski Ahit’ten, Bizans’tan bugünlere
dek uzanan bir kadim kent. Ona dair bir animasyon ürkütücü ve kasvetli olmak
zorundaydı. Olmuş.
Film
Calvet David’in elinden çıkma; izlemeye doyamadım.
sazlıdere'de sular çekildiği gün
Hürriyet Pazar'da 2 Mart 2014'te yayımlanan yazı. Fotoğraflar Levent Arslan.
Bir baraj
bir köyün hayatını ne kadar değiştirebilir? Şamlar Köyü bu sorunun cevabı.
Tarım, hayvancılık sıfırlanmış; inşaat yasak. Sudan çıkan cesetlerin sonu
gelmiyor, baraj kenarı polisiye hadiselerden geçilmiyor. Bugünkü kuraklık
yüzünden sular çekildiğinde bulunanlar ise sürpriz : Ataların mezarları, tarihi
eserler bir de yepyeni bir otomobil… Bambaşka bir kuraklık hikayesi
İstanbul’un
ücrasında ufacık bir köy… İsmi Şamlar. Herkesin bildiği şarkıdaki “gitmesek de
görmesek de bizim olan” o köylere pek benzemiyor. Öyle ovalara falan yayılmış
değil. Efil efil tarlaların arasında dağınık evleri, etrafta koşturan kazları
ördekleri de yok.
Bir bıçak
darbesiyle ortadan ikiye yarılmış gibi Şamlar. Her türlü köy hayaline aykırı
bir resim düşünün. Bıçağın esirgediği tarafta, bir yamaca sıkıca tutunmuş
birkaç ev, bir tarihi cami, bir de artık kullanılmayan bir okul binası
duruyor. Diğer taraftaysa, bugün
balçıkla kaplı dev bir çukur… Çukurun hemen önünde bir Atatürk büstü… Büstün
altında “köylü milletin hakiki efendisidir” yazıyor.
Şamlar’a bu
sene değil, yağmurun ‘milletin hakiki efendilerinin’ yüzünü güldürdüğü bir
zamanda gelseydik, o çukurun suyla dolmuş olduğunu görecektik. Belki suyun
üzerinde avdan dönen balıkçı tekneleri de olacaktı. Öbek öbek kuşlar etrafında
konaklayacaklardı.
Ama bugün
hiçbiri yok… İsmi Sazlıdere Barajı olan çukur boş. Öyle hepten de boş sayılmaz; dibine azıcık su
bulaşmış gibi duruyor ki, insan baktıkça daha da hayıflanıyor. Beklenen
yağışlar Mart ve Nisan’da da gelmezse, bu yazın nasıl geçeceğinin resmi işte bu
çukur. 1996’da faaliyete başlayan Sazlıdere, İstanbul’a içme suyu temin eden
barajlardan biri. İSKİ’nin son verilerine göre doluluk oranı yüzde 16.6.
Köylülerin tahminlerine göre o bile yok.
Ataların mezarları göründü
Yüzde 16.6
işin İstanbulluları ilgilendiren tarafı. Kuraklığın memleketin neredeyse tümünü
kavurduğunu düşünürsek, bu yazıyı okuyan herkese doğadan gelen bir mesaj. Bir
de Şamlar köylülerini yakından alakadar eden bir başka yanı var meselenin.
Sular anbean çekildikçe, manzaraları değişiyor Şamlar halkının. Yeni manzaranın
içinde tarihleri yatıyor, kriminal hadiseler yatıyor, bin bir sıkıntı yatıyor.
Atalarının
iki yüz yıllık mezarları kuraklık yüzünden ortaya çıktı örneğin. Köyün
gençleri, birkaç karış kalan suda balık avlamaya çalışırken, yüzeyde birkaç
taşın belirdiğini fark etti. Gün geçtikçe daha da fazlası göründü. Üzerinde
Arapça, Osmanlıca yazılarla tek tek mezarlar… Bazı taşları alıp, köyün 1839’a
tarihlenen camisinin bahçesine dizdiler. Geriye kalanlar halen balçığın içinde
duruyor. Köye bir, bir buçuk kilometre mesafedeki bir tepeciğe yürüyüp
aralarından şimdi koyunların geçip gittiği mezarlığa bakıyoruz. Birer avuç su
birikintisinin yanında küçüklü büyüklü mezarlar. Üzerlerinin tekrar suyla
örtüleceği günü bekliyorlar.
Barajda bir
esrarengiz otomobil
Kuraklığın
köylülere gösterdiği sadece mezarları değil; tarihten başka sayfalar da açıyor.
Osmanlı ordusuna barut üretmek için 1795’te inşa edilen tarihi Azatlı
Baruthanesi ve 2. Mahmut tarafından yaptırılan Şamlar Bendi de sular
çekildiğinde gün yüzüne çıktı. Konuştuğumuz köylüler, “fırsat bu fırsat, bari
baruthane kurtarılsın” diyorlar. Pek umut yok. Defineciler yapıya çoktan girip
talan etmiş, yağmurlar bollaştığında tekrar suya karışacak. Kurtarılması için
gölün o kısmına set çekilmesi gerekiyor. 2. Mahmut’un bir zamanlar bu işlevi
görsün diye yaptırdığı bentse zaten yıkıldı yıkılacak.
Bir de
sürprizler var. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ta anlattıklarına benzer fantastik
hadiseler… Pamuk’un kitabın ‘Boğaz’ın Suları Çekildiği Zaman’ bölümünde
kahramanı Celal Salik’in ağzından naklettiği türden bir polisiye öykü… Celal
Salik orada İstanbul Boğazı’nda denizin çekildiği kara bir gelecekte nelere
şahit olacağımızı sıralıyordu: Şirketi Hayriye’den kalma gemi leşleri, bir
tepenin üzerindeki şato gibi beliren Kız Kulesi, gümüş ve teneke çatal
bıçaklar, deniz anası tarlaları ve nihayet bin türlü mafya hikayesine tanıklık
yapmış kara bir Cadillac… Sazlıdere’nin bahtına düşen bir Cadillac değil, Şahin
marka bir otomobil. Sular çekildiğinde balçığın içinde pırıl pırıl belirmiş.
Neden orada, nasıl orada, cevap yok… İçinde bir ceset de bulunmamış, çalıntı
bir mal da. “Ya sigortadan para almak için suya ittiler” diyor köylüler, “ya da
zaten çalıntıydı.” Yetkililer, hikâyesi esrarlı Şahin’i alıp götürmüş, konu da
kapanmış.
Cesetlerin
sonu gelmiyor
Ama
kapanmayan konular da var. Sular yüksekken Sazlıdere Barajı, Şamlar için bitip
tükenmez dertler üretiyor. Cinayetlerin sonu gelmiyor örneğin. Burası sonuçta
bir tarafı ormanlık, sulan bir alan. İstanbul’un hem yanı başında hem de
meraklı gözlere uzak. Gece karanlık bastığında kimsenin kimseden haberi olacak
gibi değil. “Öldürüp öldürüp baraja atıyorlar” diye anlatıyor köylüler. Sonra
cesetler suyun yüzeyine çıkıyor. Nihayet polis alıp gidiyor.
Sonra
kazalar… Köylüler artık boğulmalara, araçların baraja art arda yuvarlanmalarına
alışmış; vaka-i adiyeden sayıyorlar. Köyün üzerinde, ‘Tabiat Parkı’ diye
nitelenen ormanda piknik yaptıktan sonra içip içip suya düşenler, balık
tutarken alabora olanlar, yüzerken hayatlarını kaybedenler…
Şamlar’ın
bağlı olduğu Başakşehir Belediyesi’nin internet sitesi Tabiat Parkı’nı gururla
anlatıyor: “Şamlar Ormanı, fıstık çamları altındaki geniş düzlükler, yürüyüş
yolları, tilki, şahin ve diğer yabani hayvanlarıyla İstanbullular için ideal
bir tabiat köşesi.”
Köylülerin
anlattığına göre, ‘İstanbul’un bu ideal köşesini sürekli kullananlar
mevcut: “Baraj çevresi ve ormanlık
alanda sürekli fuhuş var; biz bıktık artık” diyorlar. Kendi gözlerinden uzak olsa umursamayacaklarını
söylüyorlar. Yine de bir ‘ama’ları var:
“Tarlalarımıza giriyorlar; köydeki boş evlere, ahırlara giriyorlar, olay
çıkıyor sürekli.”
Kalan
köylüler direniyor
Bir baraj
bir köyün hayatını ne kadar değiştirebilir? Şamlar’ın hikâyesi işte bu sorunun
cevabı. 1996’dan beri tarım bitmiş; hayvancılık yapamıyorlar. Çünkü köyün
çevresi, barajın inşasından bu yana, İSKİ’nin İçme Suyu Havzaları Yönetmeliği
uyarınca koruma alanı. Tarlaları ekip biçmek için su çekmek yasak, atıkları
havzayı kirletecek diye hayvancılık yasak, yine aynı sebeple mevcut evlere bir
çivi dahi çakmak yasak. Sadece balıkçılık yapabiliyorlar. Devlet, köylülere bir
kilometre ötede yeni yer göstermiş. Gidenler gitmiş, kalanlar direniyor. “Biz
burada doğduk, burada öleceğiz” diyorlar. Hepi topu yirmi hane kadarlar.
Bütün bu
dertlere İstanbul su içecek diye katlanıyor Şamlarlılar. Bu sene su da yok.
Köyün manzarası sadece dev bir çukur. Sanki olan bitenle eğlenir gibi, köy
kahvesinin hemen karşısında iki tane küvet duruyor. Onların içinde de bir damla
su yok...
Fabrikaların
yedeğinde Sazlıdere
TEM üzerinde
Edirne yönünde ilerlerken Başakşehir’i geçin, Olimpiyat Stadı’nı da. Sağ kola
döndüğünüzde yirmi dakika yol aldıktan sonra büyük bir su kütlesine
ulaşacaksınız. Ya da o suyun hayaline… 1996’da, bugünkü
Hadımköy-Arnavutköy-Başakşehir üçgeninin arasında kalacak şekilde kurulan
Sazlıdere Barajı, İstanbul’un yakın köyleri Sazlıbosna, Dursunköy, Hacımaşlı ve
Şamlar’ın ortasında duruyor. Doluyken 23 milyon 36 bin metreküp su
tutuyor.
Üsküdar, Kadıköy, Beşiktaş, Taksim’in dili dışarıda
koşturmacasından, Gaziosmanpaşa, Merter, Bağcılar’ın trafik yorgunluğundan,
Arnavutköy Hadımköy’ün koca koca fabrikalar arasında gidip gelen kamyonlarından
ve gazete ilanlarında pırıl pırıl parlayan bilimum yepyeni sitenin inşaat
yoğunluğundan sonra İstanbul’un pek az kişinin bildiği köyleri insana bambaşka
geliyor. Milyonluk ilçelerin yanı başında, fabrikaların yedeğinde, Nuri Bilge
Ceylan filmlerinden fırlamış gibi bir sıra köy…
Görünürde kimseler yok, bir iki köpek, çamur, çukura bakan manzarada
sağa sola park etmiş birkaç araba… Başka bir zamanı yaşıyor.
vietnam'da bir süreya
Makaleleri kim çevirdiyse (yazmıyor) çok başarılı. Orijinali öyle midir bilmem ama Türkçe çeviri şiirsel, gürül gürül akıyor. Bazı yerlerde, tuhaftır, Cemal Süreya tadı. Bir okuyun derim
Yanıbaşlarında bir motorlu bisiklet
bir kutu da 333 marka bira
vietnamcası
ba-ba-ba
kim olduğunu bilirsin sen
Beyefendi diyorlar, Büyüğümüz diyorlar, Reis diyorlar, Uzun Adam diyorlar… Daha birçok ismi var. Kendi ismi yok sadece…
Harry Potter’da Voldemort’a korkuyla ‘Kim Olduğunu
Bilirsin Sen’ denmesi gibi biraz.
Ona hitap edenler ismiyle hitap
etmiyor nedense, edemiyor. İki eşit insanın arasındaki o dolaysız hat kalkmış,
kayıtsız şartsız itaat etmenin dengesizliği gelmiş. Ama onun dilinde herkesin adı
var; arkasına bir ‘bey’cik bile eklemeden konuşup duruyor. Karşısında kimse
yok, herkes aşağısında.
Başbakan Tayyip Erdoğan, sırf bu
yüzden bile, o çok bahsettiği vesayet rejimini yıkamayacak. Asla… Dilde,
hitabette, insanlar arasında bir yenisini bizzat kendisi çoktan üretmiş.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Z...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Yeni yıl kararları... İki yıl evvel, Gazete Duvar için yazmıştım (O kadar olmuş mu yahu?). Burada da dursun... 1 Ocak’ta birçoklarımız yeni...
-
İ plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor di...
-
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağ...
-
13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bu...