400 sayfa oldu. Daha da epey bir yolum var. Haruki Murakami'nin 1Q84'ünün yarısında bile değilim.
İlk okuduğum Zemberekkuşunun Güncesi'ni çok severim. Elephant Vanishes'teki öyküleri de. What I Talk About When I Talk About Running hâlâ ilham verir. Diğer birçok kitabını, bu saydıklarımla aynı düzeyde bulmasam da okudum. Severek demeyeyim ama ilgiyle... Murakami'nin kolaylığından, teklifsizliğinden, gizemciliğinden hoşnutum.
Hep aynı kapıya çıkan ve artık fena halde tanıdık gelen formülünü de benimserim. Şöyle ki: Kara kedi nerede? Suya düştü? Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı? Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu...
Kim sevmez ki bunu?
Ama IQ84... Bitmek bilmez tekrarlar, sürekli aynı cümleler, aynı düşünceler, aynı sıkıntılar, aynı klişeler... Bir türlü tam anlamıyla başlamayan olaylar. Gereksiz ayrıntılar... 500 sayfa daha yolum var. Güzel günlerimizin hatırına, kalan kısmı da okuyacağım.
Yine de şu soruyu unutmam mümkün değil: 1Q84 niye bu kadar uzun yazılmış? Aklıma maalesef sadece ticari cevaplar geliyor.
Kitap bittiğinde söylediklerimden pişman olursam, size de haber veririm.
Yukarıda gördüğünüz bağımsız bir Murakami belgeseli. In Search of Murakami... Çok iyi sayılmaz ama çaba takdire değer. Yazarı seviyorsanız bir göz atın derim.
yenal;aslında anlattıklarına bakınca şunu düşündüm: japon masalarını okumalısın. inan bana çok daha rafine. üstelik ben öylesine bir türkçe derlemeden okumuştum (aynı diziden çıkan eskimo masallarını da çok beğenmiştim bu arada!)
YanıtlaSilsenin yabancı dilin/ donanımın daha sağlam derlemelere ulaşmanı sağlayabilir. zamanında iyi kötü ingilizce okuyabiliyorken kafa kalınlığında ingilizce bir japon masalları derlemesi bulmuştum. ki o bile heyecanlı ama tekin değildi. masaların dili ile murakami'ninki birbirine benziyordu: basit cümleler, kavramlardan uzak durmak, cinsellik...
japon masallarındaki gizem da açıklamalar da etkilemişti beni. açıklamalar, determinist/ pozitivist batı aklını durduracak türden absürd açıklamalardı. mantıksız açıklamalara bayılırım: misal, şamanların uygulamalarında bunlardan yığınla vardır: rüyasında ölmüş kız kardeşini gören birinin bir köpeği ona yemek vermeden sevindirmesi gerekir! "niye?" sorusuna makul bir cevap yoktur: "köpekler ölmüş akrabaların ruhunun kokusunu severmiş" de ondan. bunu kim, nasıl, nereden öğrenmiş? bir şamanın ruhu köpekle konuşurken, köpek ağzından(sen ruhundan diye anla) bu bilgiyi kaçırıvermiş... iyi de ölmüş kız kardeşi rüyasında gören biri neden dünyasında bir şey yapma gereği duyuyor? görüyorsun cevaplar yok. neden? sorusuna cevap yok ama bir eylem var: gidip bir köpeği sevindireceksin. onu sevindirdiğini nasıl anlarsın? [masal aklı öteliyor. kapatıyor. uykudan önce anlatılması da esasında anlamlı görünüyor; görünmüştür bana. aklı uykuya hazırlamak gerek. bir tür rüya/ hayal görgüsü edinmek için masallara bakmak, kulak vermek gerek]gizemlere gelince: masalı, dinleyenin/ okuyanın aklında devam ettiren en temel unsurdur bilinmeyen. mantığın çökmesi gerekir; ruhun inşaatı uykuda sürüp gider. bugün herkesin en temel bağımlılığı uyku. uyumak için içenler, sevişenler, yemek yiyenler, ilaç alanlar var... ayıp değil temel ihtiyaç uyku. düşünsene otel diye bir şey var ki, insanlar uyumak için oda tutuyor.kendine kapanmalısın, çekilmelisin dünyadan! [bunu yapmak için uyanıkken sanatla ilgileniriz ya da oyun oynarız. oyunda kazanmak isteriz. merkezde olmak isteriz. rüyada, kendiliğinden, merkez benliğimiz olur. her şey etrafımızda dönerken merkezi/ kendimizi öğreniriz. kemikleri besleyen de uykudur. bu bilgiyi pek beğenirim. kemiği de ruhu da besleyen uyku. uykuya yatırım yapmak gerek! uyumadan önce aynaya bakmakla bakmamak arasında bir fark var; hz. muhammed uyumadan önce saçlarını tararmış. bunu çok önemsiyorum. uykuya değer veren, rüyayı önemseyen bir peygamber düşüncesi beni memnun ediyor.]kendi ruhuna benliğinin, maddesiz yapışması gerek. dünyayı dışarıda bıraktığında kim olduğunu anlarsın (dünyayı dışarıda bırakmamızı sağlayan romanları seviyoruz, filmleri izliyoruz, resimlere bakıyoruz. hükümetler bize ilişmediğinde ruhumuzu görebiliyoruz, gördüklerimiz ruhumuzu doğal olarak gösteriyor. fatura ödemek zorunda olmadığımız, sorumlulukla bunalmadığımız iç dünyamız bizi besliyor.)birini tanımak istiyorsam ona bir rüyasını anlattırmak isterim. rüyasını nasıl yorumladığını bilmek isterim.sevdiğim romanlara bakınca da bunu görürüm hep: orada olduğunu bildiğim ama bir türlü göremediğim bir şey vardır, çeker beni; aklım onu kendine çeker: alışveriş sürüp gider. yok değilse bir okumada biter roman dediğin. murakami'ye gelince türkçe tercüme edilen tüm metinlerini okudum: cinselliğe bakışını, kadını ele alışını hiç beğenmedim; etçil bir yazar gibi göründü bana. kadını ruhundan başlatıp ete kavuşturan yazarları dikkate değer buluyorum. misal tanpınar, öyledir.gizemi/ fantastik olanı da sırf bir çeşni olsun diye koymuş sanki murakami. belki önyargılıyım. bu da olabilir. oysa bak, murakami hikayelerinde bunu hissetmedim: kısa metraj metinlerde "numara yapma" çabasından uzak duruyor. işte o metinlerde daha iyi parlıyor yazarlığı. ama romanlarının hiçbiri bende devam etmedi: tükenip gittiler. japon masallarına gelince; 14 yıl önce okuduğum 21 masaldan yedisi hala aklımda. devam ediyorlar, ben de onlara yeniden bakmaya devam ediyorum.[amma gevezelik!]
hiç de gevezelik değil, büyük keyif aldım yazdıklarından.
Siljapon masalları için söylediklerin aklımda, ilk fırsatta bir derleme edinirim, ne düşündüğümü de anlatırım.
murakami'ye gelince: kitapta ilerlemeye devam ediyorum. Bir karakter aynen şunu söylüyor: "Açıklamasız anlayamadığını, açıklamayla da anlayamazsın." Karakter çok mühim değil ama kilit bir laf bu roman açısından. Enteresan olan şu: Murakami tam da tersini yapıyor. Açıklama, açıklama, açıklama... Gizemli olabilecek bir yapıyı bozup bozup yeniden kurmaya uğraşıyor.
Yine de "What I Talk About When I Talk About Running"i sana tavsiye ederim. Gerçi sanırım Türkçesi yok. Orada Murakami neden ve nasıl yazdığını (ve koştuğunu) gayet açıkgönüllülükle anlatıyor. Numara çekmeden.