anlıyorsun değil mi?

Cafe Pels'te huzurlu bir öğleden sonra... Tezgahta oturmuş kahve içiyorum. Önümde bir gazete, İngilizce.

İçeride benden başka tek bir müşteri var. Üç sandalye sağımda oturuyor. Birasına eğilmiş kıkır kıkır gülen yaşlı bir adam... Hem garson hem barmen genç kadın, tezgâhın arkasında bardakları yıkayıp kuruluyor.

Adam kadına bir şeyler anlatmaya başlıyor. Önce sakin sakin, sonra yüksek sesle... Kadın cevap vermiyor, sürekli başını sallıyor. İlkin onaylar derken ayıplar bir tonda.

Adamın küfür ettiğini, azıcık Hollandacamla bölük pörçük çıkartıyorum; hayır, kadına değil, ortaya. Belediyeye, hükümete, hayata... Dikkatle bakınca biraz deli olduğunu da anlıyorum. Kadın yan gözle bana bakıyor, "ne yaparsın" der gibi omuz silkiyor.

Ona baktığımı anlıyor adam; bana dönüyor. Şikâyetlerini sıralamaya başlıyor hızlı hızlı. Çok azını seçebiliyorum. Sigara... "Artık sigara içemiyoruz" diyor. "Hep bu ibnelerin yüzünden." Sonra söylediklerine çok da hakim olmadığımı fark edip yavaşlıyor. Birasını gösteriyor. "Bira", diyor. "Var. Ama sigara yok. Yasak."

Sonra yine kendinden geçiyor. Sayıp dökmeye başlıyor süratle.

Kadın araya giriyor nihayet, beni kastederek "boşuna anlatma" diyor adama, "seni anlamıyor ki, yabancı."

Gülüyor adam. "Boşversene, öyle bir anlıyor ki" diyor.

Sonra ayaklanıyor, paltosunun cebinden sigarasını, tezgâhtan birasını alıyor. Dışarı çıkarken kulağıma eğiliyor.

"Anlıyorsun, değil mi?"

"Anlıyorum," diyorum. İngilizce. Sonra kadına bakıyorum, "ne yaparsın" der gibi omuz silkiyorum. Türkçe.

1 yorum:

Sen ne dersin?

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...