Yaklaşık 20 yıldır gazetecilik mesleğinin içindeyim. Bir-iki mütevazı yayın hariç, hep anaakım medyada çalıştım. Büyük yayın gruplarının hemen hepsinde bulundum. İki sene öncesine dek de Hürriyet’teydim. Sevenin de nefret edenin de kullandığı tabirle ‘Amiral Gemisi’nde.
Mesele şu ki, bu 20 yirmi yıla yaklaşan süre zarfında, çalıştığım yayının kapanacağı ya da tenkisata gidileceği dedikodusunu duymadığım neredeyse hiçbir gün olmadı. Neredeyse diyorum, çünkü Newsweek Türkiye dergisinin ilk iki-üç ayında, dergi yepyeni olduğu için bu dedikoduyu duymamıştık (Ama hazırlık süreci uzadığı için dergi çıkmayacak mı acaba diye kuşkulandığımız oldu; yani yine bir şekilde dedikodu kazanı kaynadı).
Bilmem belirtmek gerekir mi: Bu 20 yıl boyunca, çalıştığım yayınların hepsi ya kapandı ya da İnsan Kaynakları’nın tenkisat operasyonuna maruz kaldı. İnsanlar bazen tek tek atıldı işten; bazen üçer-beşer. Bazen de Hürriyet Gazetesi’nde birçoğu can dostum olan eski çalışma arkadaşlarımın yaşadığı gibi kırk-elli kişi birden…
Bu tenkisatlar, kovulmalar, kapanmalar benim çalıştığım yerde olmadıysa, arkadaşlarımın gazetelerinde, dergilerinde yaşandı. Birdenbire işsiz, ekmeksiz, plansız, yörüngesiz kaldılar. Defalarca.
İşte böyle. Türkiye’de gazeteci milletinin çoğu her gün böyle yaşıyor. Gelecek yıl bile değil, “gelecek ay işime gidebilecek miyim, bir işim olacak mı” diyerek. İşine gidebilse bile, bu stresle boğuşarak.
Ev kirası, mortgage, çocuğun okul masrafı… Uğraşılan bir hastalık varsa, hastane masrafları. O bu şu… Herkesin başındaki gündelik gaile. Bildiğiniz şeyler…
Şu son Hürriyet olayında bu kadar kişi işinden olmuşken, sosyal medyada atıp tutanların pervasızlığı çok dokundu bana. Her zaman yazılıyor gerçi ama bu defa, belki çok fazla arkadaşım aynı anda işsiz kaldığı için biraz daha canımı sıktı. Sinirlendirdi.
Ne onur bıraktılar ne şeref… Zaten orada çalışılır mıymış, kalemler satılır mıymış falan…
İki şey var. Birincisi, bunları yazanlar, gazetecilerin tümünü belli ki köşe yazarı zannediyor. İşini on numara araştırıp getiren, Adliye’de, sokakta sabahlayan, kelle koltukta savaş bölgelerine girip çıkan muhabirin, o yazıyı işleyen editörün, sayfa sekreterinin, grafikerin gazetenin yayın politikasında birebir etkili olduğunu düşünüyor.
Bir de omurgalı duruş adına istifa etmenin tek çıkar yol olduğunu söyleyenler… Onlara sormak isterim. Peki ne olacak, mesela 10, 20, 30 yıl boyunca çalışmış, her gün yarın olmayabilir diye korka korka işe giden gazeteci, hayatının tek güvencesi olan tazminatını yaksın mı? Sigortasını bıraksın mı? Hadi yaptı diyelim, sonra ne yapsın; nereye gitsin, nerede çalışsın? Çocuklarına nasıl baksın? Kirasını nasıl ödesin? Mesela Hürriyet’ten istifa eden biri bugün nerede çalışabilir? Ya da Cumhuriyet’ten? Bu kutuplaşmış medyada kaç kapı var? Hem bu kadar işsiz gazeteci varken. Hem gazetecilikten başka iş bilmezken? Yani bu insanların çalışacak başka bir yer olmadığını bile bile kendilerini işsizliğe mahkum etmelerini gerçekten talep ediyor musunuz? Siz tazminatı, sigortayı bir lüks mü zannediyorsunuz? Herkesin değil elbette ama birçok gazetecinin "Keşke beni kovsalar da tazminatım yanmadan şuradan ayrılabilsem" dediğinden haberdar mısınız? Türkiye’deki basın ortamında kovulanların çoğunun bile hak ettiği tazminatı alabilmek için yıllarca mahkeme mahkeme dolaştığını biliyor musunuz?
Peki o sövdüğünüz insanların yaptığı haberleri okudunuz mu gerçekten? “Yıllardır okumuyorum o gazeteleri” diye böbürleniyorsunuz da… Okumadan eleştirmek sığıyor mu hukuka?
Gazetecilik eleştirilebilir; hiçbir şey eleştiriden muaf değildir. Emek hariç. Bir insanın döktüğü alın terini kıymetsizleştirmeye çalışan insanın da benim gözümde pek değeri yoktur. Bir gazetecinin emeğinin karşılığını almaya çalışmasını, emeğin zayi olmasına göz yummamasını ayıplayanlar da aynı şekilde. Sosyal medyada gek gek konuşmak bir hayatı düzgün yaşamak anlamına gelmiyor.
Ama gazeteciler emek konusunda bir şeyle suçlanabilir. Suçlanmalıdırlar da. Basının sendikasızlaştırılmasına ses çıkarmadıkları için suçlanmalılar evvela. Bunların bazıları, bazı meslek büyüklerimiz diyelim, bu meseleye önayak oldukları için… Çaylak gazetecinin de duayenin de korka korka işe gitmelerini önlemedikleri için.
Başımıza ne geliyorsa, örgütsüzlükten geliyor çünkü.
PS: Son tenkisatta gidenlerin çoğunun (belki hepsinin, emin değilim) sendikalı olduğunu biliyor musunuz peki?