Hayatımın en mutlu günleriydi.
kedilerin kitapları
sirk
İplere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor diye üzüldüğümüzde, yine de sirk var. En güzel tariflerden biri onu anlatır: Beş benzemez bir grup, bir çadırla dünyayı dolaşır. Olmadık parendeler, umulmadık taklalar, karnından konuşanlar birbirine karışır. İçimizde bir kaygı: Ya trapezci tutamazsa arkadaşının elini? Bir keder: Gülen makyajın altında nasıl boncuk boncuk ter gizli... İçimizde bir sevinç: Ne sevinci, düpedüz çocuk neşesi… Çünkü sirk, tüm hoyratlığına da rağmen, hayatımızın en çocuksu yorumlarından biri, değil mi?
fragman
Küçük mükemmellikler. Bir buçuk dakikalık ideal dünyalar. Orada biz hep gelecekteyiz, hep bir yakın zamandayız. Seyredilmemişin, görülmemişin, yaşanmamışın montajındayız. Göz bizimdir ama ne tuhaf, bakılan da bizmişiz gibi gelir. Birileri adı biz olan filmi seyrederken duyduğumuz tüm o heyecanlar… Akıllı sözler, dramatik anlar, kreşendolar, patlamalar… İçimizde bir tatlı rüzgâr eser ve davudi ses bizi, birbirine bitişmemiş sahnelerin arasında dolaştırırken gözümüzde bir küçük umut parıldar: Bir film daha var. Evet, bir film daha var…
kiralık katil
Mesafe uzmanı. Uzaktadır hep, bir türlü tanışılmamış arkadaşın arkadaşı. Ama o avını tanır. Sabahları evden kaçta çıkıyor, yolda gazete alıyor mu, bir kaçamak yapıyor mu? Bir insanı bu kadar tanımak acıklıdır. Birinin neyi kaçta yaptığını bilmek onu öldürmeye giden bir adımsa… Öldürmeye yaklaşmak tanıdıkça… O an gelecek; bu uzak arkadaş, bu arkadaşın arkadaşı, öldürmek için kiralanmış bu arkadaş, avının seyrini anlayacak, iş bitecek. Mükemmelleşince.
gözlüklü çocuklar
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağırlık. Refleksi henüz öğrenmemiş eller. Mesafeleri ölçmek ilk başlarda hep derttir. Uzaklar birdenbire sislenince, bir değil iki parmak dikkatlice yükselir. Çünkü görmek dünyanın en önemli işidir.
dünyayı yazarak anlamak
Parmaklarımın ucunda… Sanki bir göz, harflere bakan. Kaleme klavyeye dokunduğumda bir yangı. Sayfaya pul pul dökülürken hücreler, zihnimde cisimlenen dünya. Orada pencereler, peterpanlar, periler; orada kayıtsızlar, tutarsızlar, zalimler. Silinenler, yer değiştirenler, “bana yer aç” diyenler… Kendini tarif ettiren hayat. Bir evi o iki harf yan yanayken daha iyi anlıyorum. Harfler, yuvanın da yuvası. Kalemim, bir duvarcı ustası. Ve bir göz, parmaklarımın ucunda. Resim Midjourney
tereddüt
Önce sesimize siner sanırız. Ama değil. İlkin omuzlarımızdadır tereddüt. İki elle abanmış gibi sıkıca bastırır. Yürüsek, adımlarımızdadır. Her zamankinden daha hızlı, daha yavaş… Tempomuz bulanmıştır. Nihayet gelir sesimize de yerleşir. Karşımızdaki anlar mı, burası hep muammadır. Konuşmada alan açmayı dener tereddüt, bir sokak hokkabazı gibi sözcükleri hızlıca birbirine karıştırır. Yakalanırsa tek çaresi inkârdır. Yakalanmazsa… Yükünü orta yere boşaltıp uzaklaşır. Kendine yeni bir sırt arar yük. Yeni omuzlar. Yeni adımlar. Nihayet yeni bir ses…
john berger
Hep yüzündeki çizgileri hatırlıyorum. Yüzünü değil ama yüzünü oluşturan çizgileri. Derin, barışçı çizgiler. Kendisi de böyle hatırlamamı isterdi, seziyorum. Bir derginin kapağında bin yaşında bir adam görmüştüm. Bir Hintli. Her biri ayrı bir dönemi hatırlatan çizgilerini gururla sergiliyor gibiydi. Dünyada böyle yaşandı, bakın. Siz de böyle yaşayacaksınız…
Sözcüklerle çizgileri birbirinin yerine kullanmayı daha çocukken öğrenmişti. Ama hangisine dönüşmek isterdi? Bunu henüz bulamadım.
yazan yaşlı kadın
Beyaz, pamuk, yumuşak… Dışarıdaki gürültüyü umursamadan yazıyor. Yaşına rağmen gözlüksüz. Şaşırtıcı derecede gözlüksüz. Önünde küçük, zarif bir şişe; içindeki sarı pembe sıvı, mürverçiçeği suyu mu? Öyle olmalı; önüne defterlerini, kâğıtlarını açmış ince ince yazan bu kadına mürverçiçeği gibi bir farklılık yaraşır. Her şeyi beyaz. Üzerindeki ince bluz, sınav dönemindeki genç bir öğrenci kız gibi kulaklarının arkasında topladığı saçları, masaya doğru eğilişi, hali tavrı, düşüncesi beyaz. Sosyal medyada aradıkları, bulduk sanıp sonsuza dek tekrar ettikleri beyaz işte bu beyaz. Dışarıda çöken akşama tezat, beyazlığını hep koruyan bir beyaz…
zamanım yok
O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Akıllarında bir ihtar, bir gecikmiş söz, bir silik tebessüm; o anıda biraz daha kalmak isterler ama bazen bir korna, bir küfür, düşünce yüküyle karşıdan gelen bir başka virgül hızlandırır adımlarını. Küçücük bakarlar etrafa, tehlikeleri savuşturacak kadar. Birisi bir an için bu hıza müdahale edecek olursa, “zamanım yok” diyecek kadar. Yok zamanım. Böyle derler ama birdenbire bir zamanlarının da olduğunu hatırlarlar. Birdenbire kendi zamanına sahip biri olurlar. Zamanları yoktur ama vardır da. Sonsuz zamandan, hayattan, virgül seyyahlara küçük bir hatırlatma…
bilim
Profesör her gün bir başka hayvan götürüyor. Önce kedileri taşıdı sırayla. Adayı önden bir kolaçan etsinler diye… İlk gece, o karaya döndüğünde, adada kalan kedi tüm kıyıyı dolaşmış. Profesörün sağa sola koyduğu kameralarda sabit. Kedinin yürüdüğünü, durduğunu, uzun uzun dalgaları seyrettiğini görüyoruz. Sabaha kadar tekrarlanıyor bu döngü. Profesör ertesi gün bir başka kediyle adaya gelene kadar uyumuyor ilk kedi. Ancak profesör kulübeye geldiğinde… Sonra akşama kadar uyuyor. O gece iki kedi de kulübeden çıkmıyor.
coğrafya
Önce harita çizersin. Orta boy bir coğrafya atlasının üzerinden kopya ederek… Sonra isimlere bakarsın. Köy adları, uzak şehirler, denizle birleşen ırmaklar. Ertesi gün unutacağını bilsen de bir iki ismi ezberlemeye çalışırsın. Telaffuzu en zor olanları, dilde hiç dönmeyenleri seçersin. Nasıl bir yerdir o tuhaf isimli şehir? Senin gibi çocuklar yaşar mı orada? Büyüdüğünde oraya gidecek misin acaba? Uyursun. Hepsini, bütün isimleri, bütün soruları unutarak uyursun.
-
Bin dereden su getirmek, deriz… Bu sözle bir işi yapmamak için oyalanmayı, olmayacak bahaneler üretmeyi anlatırız. Neden böyle söylemişiz? Z...
-
Bazı filmler kendinden başka hiçbir şeyle anlatılmıyor. O kadar yoğun oluyorlar ki ne bir kitap ne bir film ne de bir geçmiş an geliyor ...
-
Yeni yıl kararları... İki yıl evvel, Gazete Duvar için yazmıştım (O kadar olmuş mu yahu?). Burada da dursun... 1 Ocak’ta birçoklarımız yeni...
-
İ plere tutunanlar, ateş yutanlar, bıçak atanlar… Bükülenler, katlananlar, uzayanlar… Elastikler, devler, oransızlar… Tuhaflıklar bitiyor di...
-
Sadece çocuklar gözlüklerini dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi düzeltir. Minik burnun üzerinde kaşıntı. Kulaklarda beklenmedik bir ağ...
-
13-14 yıl evvel ‘İki Kral’ isimli kısa bir öykü yazdım. Sonra da onu kaybettim. Tüm arşivlerime, hard disklerime, oraya buraya baktım ama bu...