on iki milyon kere maşallah


Sevgili Bülent Timurlenk'in futbol ve hayat üzerine yazdığı blog Aceto Balsamico, hiçbir şey yapmadıysa, memlekettteki blog alemine saygınlık kazandırdı. Hem okur, hem hevesli yazar üretti. Hep iyi yazdı, iyi yazıyor. Aceto Balsamico'nun 12 milyon tık'ı aşması üzerine GQ Türkiye için Timurlenk'le bir mini röportaj yapmıştım (Şubat 2013.) Orada yer darlığından söylediklerini birazcık makaslamak zorunda kalmıştım. Önemlidir, orijinal halini, sözü sadece Timurlenk'e bırakarak buraya alıyorum.



* Yazmak aslında her zaman en kolayıydı. Fakat nereye? Yazan iyi bilir bunu, bir fikir kafanda oluşur, ellerin klavyeye gidip o yazı yazılmazsa artık bir karın ağrısıdır. Ağrıya son veren de ağrı kesici değil yazının son noktası. Dergicilik yaparken başladım,” outtake” yazılarım, fikirlerimle. Spor sayfalarında futbolun Edirne’den ötesi sınırlı yer bulur. Takip ettiğim yabancı medyadan bazen bir olay, bazen bir isim ilham kaynağı oldu yazılara. Bir gazeteci için blog yazmak kendi oyun parkını yaratmak gibi. Parka uğrayanlar senin oyuncaklarınla eğleniyorsa ne ala...



* Düzenli olarak blog okumam, her ay dergi almak gibi değil bu. Lakin aradığım bilgiyi blogda bulduğum zaman doğruluğundan emin olmasam bile samimi bulurum. Blog yazanın dili medyadan farklıdır. O özgürlüğü hissedersin. Özellikle yabancı bloglarda konuya hakim birinin kalemi olduğunu farkedersin. Yaşadıklarını, deneyimlerini aktarırlar sana. Bizde özgün moda blogu yok mesela. Hepsi  kopyala-yapıştır. Seyahat izlenimleri, medyanın klasik köşeleyenlerinden farklı bakış açıları, kuralları bile bizde bilinmeyen sporlar hakkında yazanların klavyesine sağlık. G-string’nin rengini yazan “cesur” sosyal medya fenomenlerini de blog dünyasının “Uçurum”u... “Uzak durmak lazım” derim...

* Altı yıldır ağırlıklı olarak futbol yazıyorum. Gazete ve internet sitelerinde neyi bulamadılarsa sanırım onu buldular blogda. Dilin samimiyeti okuyucuyla aranda bir bağ kurar. Fikrine katılır ya da katılmaz ama dilin samimiyetine güvenir okuyan. İspanyol ve İtalyan medyasını düzenli takip eden medya olmadığından, haberleri ilk yazan ben oldum uzun süre.  En önemlisi ve beni en mutlu eden de bilginin doğruluğu hiç tartışılmadı acetobalsamico blog için. Bir gazeteci için en büyük iltifat “O yazdıysa doğrudur” dur...

* Türkiye, sporsever insanlarla dolu bir ülke değil. Spor yapmıyoruz, yapacak yerimiz de yok zaten. Adale ağrısının ne olduğunu bilmeyenlerin stadyumda, salonda küfür etmesi kimi şaşırtıyor ki? Lakin spor izlemeyi seven bir toplumuz. Medya da izlenen sporun, futbolun peşinde. Çok satan, bizi ayakta tutuyor. Spor medyasında eskiler kendilerini yenileyemedi, yeniler ise yer bulmakta zorlanıyor. Orta kuşak ise tembel. İki haber yazanın, haftada bir köşeyle, bir röportajla yorulanı çok medyanın. Üretmiyoruz. Blog yazması gereken, anlatacak hikayesi, paylaşacak bilgisi olan çok insan var medyada ama sorsan hepsi “Çok yoğun...” Herkes hayatı “meşgule” alıyor oysa ki o içten “Alo” yu duymak isteyen milyonlar var...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...