Türkiye’ye gittiğimde Kumdan Yürek ve Deniz Kenarında’yı almıştım. İkincisinden başladım ve başlamamla bitirmem bir oldu. Kendini okutan, yavaş yavaş açılan, açılırken de zahmet vermeyen bir roman. Tek bir kitaba bakıp söylemek zor ama sanırım Gurnah böyle bir yazar. Hikâyesini, tıpkı bu romanındaki kahramanının yaptığı gibi acele etmeden ve bir açık da bırakmayarak anlatmayı seviyor olmalı.
Anlattığı bir göç, mültecilik hikâyesi. Ama kahramanlarının kıtalar ve toplumlar arasında uzanan çileli seyahatlerini, geride Zanzibar’daki bir hesaplaşma üzerinden anlatıyor yazar. Oradaki hareketlenmeleri de ayrıca anlatıyor. Gelenleri, gidenleri, Avrupalıları, Arapları, Acemleri… Ticareti başlatan ve bitiren ‘musim’ rüzgârlarının etrafında, Portekiz’den Malezya’ya tüm eski dünyayı, geniş bir haritayı harekete geçiriyor.
Nobel Komitesi’nin bazı seçimlerinin olağanüstü isabetli ve zamanın ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum. Gurnah sadece iyi yazar değil, çağını da başarıyla yansıtıyor. Zorunlu göç, mültecilik bugün zaten çok sert konular ama bunlar gelecekte iklim değişikliğiyle beraber daha da yakıcı bir hâl alacak. ‘Deniz Kenarında’ gibi eserler bu işin edebi damarını kuruyor. İleride daha da iyi anlaşılacaklar.
Bir küçük not daha. Abdulrazak Gurnah, iyi bir yazar demiştim. Ama anlattığı konular itibariyle, Batılı okur ve eleştirmenlerin (hatta bizlerin de) gözünde içerik hep tekniğin önünde geliyor. Onun gayet ustalıkla, iyi bir işçilik ve sanatla anlattığı hikâyesini okuyan Batı, üsluba değil konuya bakıyor. Okuduğum eleştirilerde kimse Gurnah’ın tekniğine girmemiş. Sanki onun sanatı sadece hikâyelerinden, mültecilerden ve sınırlardan ibaretmiş gibi. Bu da kibrin bir başka türü…
Gurnah anlattığı konudan bağımsız, iyi bir yazar. Onu bilelim de…