Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demeyi seviyoruz. Büyük büyük laflar.
Olmayabilir sahiden de ama biz değişmeyi istiyor muyuz?
Daha ilk günden beri maske meselesi kafamı kurcalıyor. Anlatılan şuydu temel olarak: Maske esasen hasta olanlar için gerekli. Onların takması gerekir. Hasta olmayanlar için pek koruyuculuğu yok.
Nitekim takmadık.
Ama Uzakdoğu toplumları taktı. Mesele şu ki zaten hep takıyorlardı. Sokakta, metroda, şurada burada maske takan Uzakdoğuluları hep görüyorduk. Ya da Asya ülkelerine gittiğimizde.
Önceleri onların biraz paranoyak olduğunu düşünüyordum, sonra anlattılar. Hasta olduklarında kimseye bulaşmasın diye maske takıyorlarmış.
“Aman bana bulaşmasın” diye değil. Bulaştırmamak için. Bu zahmete toplum için katlanıyorlar.
Son salgında da maskelerini kuşandılar. Alışkanlıkları var. Hasta olan olmayan kim varsa taktı maskesini. Çünkü yine ilk günlerden beri anlatıldığı üzere, kimin hasta olduğu bilinmiyordu. O yüzden maske ancak iki taraflı kullanılırsa işe yarayacaktı.
Sonuç ortada.
Uzakdoğuluların haricinde kimse maske takmadı. Biz takmadık, takmıyoruz. Takmak da istemiyoruz.
Neden?
Sanırım iki cevabı var. Birincisi benciliz. Birilerine hastalık bulaştırmak pek umrumuzda değil. Umrumuzda olsa bile zahmete girmek istemiyoruz.
İkincisi maskeyi bir hastalık işareti olarak görüyoruz. Steril, sağlıklı toplumlarımızda istenmeyen bir mikrop… Bir tür kirlilik. Medeniyetin geldiği seviyeye yakışmıyor maske.
Arada dağlar kadar fark var.
Neyse ki bu salgın vesilesiyle medeniyetin bir yere gelmediğini de anladık. Hem bu işin uzayacağı, kısa bile sürse bu tür salgınlara alışmamız gerektiği de söyleniyor.
Peki değişecek miyiz? Bence maske bir ölçü olacak.
Fotoğraflar (yukarıdan aşağıya): Dmirty Kostyukov, Isaac Lawrence, Matthew Abbott, Tyler Hicks, Sean Gallup