* Sabah Pazar’da Fisun Yalçınkaya, işleri Espace Culturel Louis
Vuitton’da sergilenen genç ressam İhsan Oturmak ile söyleşmiş. Uzun zamandır bu
kadar samimi sözler okumamıştım:
“ (…) 20-30 tane iş yolladım. Onlar ‘Bize sadece Öğrenciler
serisini yolla,’ dediler. Öğrenciler serisinde İsimsiz, Yaramazlar gibi birçok
resim var. Elimde iki-üç tane iş de yarımdı. Ama çok samimiyetle yaptığım
işlerdi. Onlara inanıyordum. Resim yaparken, bazen size o resim canlı bir
şeymiş gibi geliyor. Küçük bir odam var, orada resim yapıyorum. Evimi üç
arkadaşımla paylaşıyorum. Ama kimse olmadığında, yalnız kalınca, sanki o resim
canlıymış gibi geliyor. Öğrenciler serisinde öyle hissettim. Okulu bitirirken,
son konum olarak yapmıştım. O seriye evde devam ettim. Okulda görebileceğim
nokta oydu.”
* Siren Yayınları’nın harika blogu Sirenin Sesi, Nobel
Edebiyat ödülünün yankılarından bahsetmiş:
“(…) Mesele ilginç, nereden başlasam bilemiyorum. Mo Yan’ın
gerçek ismi Guan Moye, ancak kitaplarını Çince ‘Konuşma!’ anlamına gelen Mo Yan
mahlasıyla yazıyor. Çin’in durumu malum; Yan da sansürden nasibini almış bir
yazar, o açıdan mahlası anlamlı. Öte yandan Çin cephesinde ödülün yarattığı
kakafoni büyük - daha evvel (2000) Nobel Edebiyat Ödülü alan Gao Xingjian
politik baskılar sonucu Fransa’ya sığındığı için Çin tarafından reddediliyor ve
dolayısıyla Mo Yan’ın zaferi Çin için bir ilk olarak kutlanıyor. Frankfurter
Allgemeine’nin haberine göre Çinli sanatçı/aktivist Ai Weiwei, Mo Yan’ın ödülü
almasına ateş püskürmüş ve kendisini hükümet yandaşı olmakla, muhaliflere
yeterli destek vermemekle suçlamış, Kuzey Avrupa’dan Herta Müller ise, ‘Favorim
kesinlikle o değildi,’ diyerek Yan’ın yandaşlarından olmadığını belirtmiş. Mo
Yan’ın ödülü almasına sevinenler de azımsanacak gibi değil; örneğin Publishers
Weekly, Yan hakkında şöyle diyor: ‘Çin’in bir Kafka’sı varsa, o kişi Mo Yan
olabilir.’”
* Hürriyet’ten Kanat Atkaya, “içime işlemiş, kırık bir
güzelliktir” diyerek, Ermeni yazar Hagop Mintzuri’nin “İstanbul Anıları 1897 –
1940” isimli kitabını okura tanıtmış:
" (...) Mıntzuri, o berbat küçümseyici ifadeyle ‘yoksulluk edebiyatı’
yapmaz, yoksuldur ve kalemi vardır, o kadar. ‘…Çoğumuz köylüyüz ve kasabalıyız.
Mezelerle büyümemişiz. Tahıl ve sebzedir yediklerimiz. Etsiz veya ender olarak
etle pişmiş. Eğer pişmiş bir şeyimiz yoksa çay ve ekmekle doyarız, yahut salatalık
ve ekmekle, üzüm ve ekmekle. Hatta kuru ekmek ve su ile. Çoğumuz Doğulu,
Asyalıyız köken olarak. Yoksulluk kuşaklarından gelmişiz. Bu kadarla yetinmeyi
biliriz hiç dırdırlanmadan…’
‘... Ayakkabılarımız da eskidir. Genellikle boyarız; iki,
üç, dört yıl giyeriz bir ayakkabıyı… İyice eskiyip veya delindiklerinde ikinci
bir taban çektiririz birincisinin üstüne. Biraz daha ağırlaşmış olsa da daha o
gün ayaklarımız alışır buna. Koyunun kuyruğu kendisine yük değildir, severek
götürür…’”
* Habertürk’ten Elif Key, gayet cüretkâr bir yazıda, “anne
terörü”nden bahsetmiş. İçimin yağlarını eriten bu yazı çok tepki çekecektir.
“(…) Aklı başında, sağduyulu, sakin büyütülen çocuklara,
ileride sizin gibi ‘proje anneler’ tarafından büyütülen çocukların ağır mobbing
uygulayacağını bugünden görüyoruz.”
Yukarıda gördüğünüz, Hollanda gazetesi Volkskrant'ın haftasonu dergisinin kapağı. NW isimli kitabını henüz yayımlayan Zadie Smith, kapaktan 'sadece yetenek yetmez' diyor.