ingiltere basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingiltere basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

milletin adamı

Şu milletin adamı olmak ne ilginç şey. Mesela sırf milletin için, milletin kendisi olan parlamentoyu feshedebilirsin. Anayasayı bir hamleyle hiç edebilirsin. 

İşte Boris Johnson… Başbakanlığını yaptığı milletin vekillerine, “Bunlar şimdi Brexit’i de iptal ederler” diyerek güvenemedi; parlamentoyu tatil etti. Kraliçesinden de onayını aldı. Çünkü neme lazım, millet her zaman kendine yakışanı giymez; kendine yaraşan sistemi ya da insanları seçemez.

Nereden biliyoruz? Çiçeği burnunda başbakan Boris Johnson’a köşe yazarlığı da yaptıran The Daily Telegraph gazetesi mesela “Parlamentonun görevi, milletin isteğini yerine getirmektir” diye manşet atıyor. Nasıl yerine getirecek peki? Gerektiğinde çalışmayarak, kendini tatil ederek herhalde. Koca gazete yalan mı söyleyecek!

Daily Mail de Johnson’ı yumrukları sıkılı göstermiş. Dövüşe hazır. Kimi dövecek peki? “Yaptığınız anayasaya aykırıdır, milletin sesi kısılamaz” diyen arsızları belli ki. Milletin adamı olmak, gerektiğinde milletin içindeki haylazları ayıklamayı gerektirir. Bunu bilmiyor muydunuz? 

Tabii ki biliyorsunuz. Seçim sonuçlarını kale almayan, Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan millet adamını hiç mi görmediniz? O da ne yapıyorsa milleti için yapıyor. Zillet içindeyseniz, siz kaybedersiniz.

PS1: Şaka maka, yıl olmuş 2019, hâlâ Kraliçe’nin iki dudağı arasına bakan bir ülke de ne bileyim, demokrasi falan demesin.

PS2: Burada gördüklerinizin hepsi dünkü gazeteler. The Independent adlı adınca 'darbe' demiş. İskoç gazetesi The National da "demokrasinin kara günü" diyerek kara manşetle çıkmış.




bir gazetecilik rüyası



Suffolk, İngiltere’den Andy Longhurst isimli bir Twitter kullanıcısı bir seri fotoğraf çekip BBC England hesabına ‘mention’ yaparak tweet atmış. Fotoğraflar, bir Ryanair uçağıyla bir savaş uçağını aynı karede gösteriyor. O sırada sadece 11 takipçisi olan Longhurst’ün yorumu: “Bunu her gün göremezsiniz. Ryanair uçağının kuyruğunda bir savaş uçağı… Bir şeyler mi oluyor? Umarım Suffolk üzerinde her şey yolundadır.”

Gerçekten sıra dışı bir görüntü… Ama Twitter bu tip vatandaş gazeteciliği işlerine açık bir zaten. Bizim açımızdan esas sıra dışı olansa tweet’in altına yazılan sorular…

Onur Erdem, bu tweet’i alıntılayıp yazdığı kendi tweet’inde meseleyi açıklıyor: “Basın kuruluşları ve gazetecilerin 11 takipçili bir hesaba yaklaşımını görmek için alttaki mesajlara bakabilirsiniz.”

Independent gazetesi, Mirror gazetesi, BBC, ITV, Standard News, daha birçok gazete ve gazeteci fotoğrafları kendi sitelerinde, Longhurst’ün ismini de vererek kullanmak için ondan izin istiyor. 

Müthiş bir hız ve gürültü ortamında yerle yeksan edilen gazetecilikte bir vaha bu tweet. Bizim için de halen bir rüya. Hatırlayalım diye arada bir, şuracıkta dursun. 

maçtan sonra

İngiltere'deki Kupa finali bitmiş, Bradford'lu oyuncular soyunma odasında... Maç 5-0 sonuçlanınca, ne yapsınlar, gardları düşmüş, pizza yiyorlar. İnsanın "önce beş yediler sonra da pizza" diye başlık atası geliyor ama dokunmayalım, güzel bir an.

kayayı çıkartmıştık tepeye kadar

Önce bir problemden doğan zarif gazetecilik: Ön sayfayı, yenilse de, kendi ulusal kahramanınıza ayırmanız gerek. Beri yandan diğer tarafta, maçın galibi, tüm zamanların en büyük sporcularından biri duruyor. Ne yaparsınız? Guardian ikisini de bir araya getirmiş ve sayfasını dokunaklı bir baba öğüdüyle hazırlamış. Robert Federer'den oğlu Roger'a: "Kazanınca ağla. Kaybedince de ağla. Spor budur. Ama sakın hile yapma." Ace!

Biraz da Murray: Yıllardır bu adamı seyrediyorum. Dört defa finalde kaybetti, üçü Federer'e. Dünyada hiçbir sporcunun üzerinde bu denli baskı yoktur. Olmasın da zaten. Modern bir Sisifos gibi kayasını zirveye bir adım kalasıya çıkartıyor. Sonra yine aşağıya. Gözyaşlarıyla... Turgut Uyar'ın 'Vakitsiz Uykulardan'da dediği gibi: "kayayı çıkartmıştık tepeye kadar / ufacık ufacık bir şey / itecek kadar."

Umut hep var. Murray'nin yeni hocası eski bir efsane, Ivan Lendl. Ortak noktaları: Oynadıkları ilk dört Grand Slam finalini kazananamak. Lendl kariyerinin kalanında sekiz defa kazandı. Murray ise daha 25 yaşında.Yapabilir. Reçete yine aynı şiirde: "En sert sesini edin en zorlu tavrını al."

Yapabilir...

kraliçenin hizmetinde (ya da değil)

James Bond II. Elizabeth'e altmış yıldır sadık. Ian Fleming kendisini 1952'de yarattığına göre, garibim başka bir devletliye de hizmet veremedi. İngiltere basınının kafakağıdı biraz daha eski olduğundan, meseleyi daha iyi hatırlıyor. Dahası kim kimdir şöyle bir görme imkânı sunuyor. İyi de bize ne demezseniz, II. Elizabeth'in 60. yılı törenine dair manşetlere buyurun:


* Kendinden başka kimseyi umursamayan Rupert Murdoch'un elinde olmasına rağmen, The Times'ı hâlâ kemik muhafazakâr orta sınıf okuyor. "Bir zamanlar buralar hep imparatorluktu" diyenlerin gazetesi. Bugünkü ön sayfasından da belli. Kraliçe önde, tebası arkada, (Londra'da hava izin verdiğince) güneşli güzel günler ufukta...


* Kiminin imparatorluk gördüğü yerde, solcu Independent (çizgisinin bizde karşılığı yoktur) kaos görmüş. Kraliçe ortada değil, tekneler gelişigüzel seyrediyor, Thames Irmağı dalgalı.


* Sol liberal Guardian her zamanki gibi kararsız... Kraliyeti hem sevmez, hem sevmediğini bağıramaz. Bir yanda cici tekneler, bir yanda heyula savaş gemisi, bir yanda hava raporu...

* Sabah Sabah Seda Sayan televizyon için neydiyse, Daily Mail de gazetecilik için o. Okur kitlesi de aynıdır. Geçiniz.


* Bizim basın bile gördü ama özgürlükçü Irish Times'ın umurunda değil kraliçe. Ön sayfaya küçücük haber yapsalar, gazeteleri o gün Belfast sokaklarına yığıp yakarlar.

şaka yaptım vurmayın

Haber takibi yapalım...

Dün şurada BBC'deki Top Gear programının sunucusu Jeremy Clarkson'un İngiltere'deki greve katılanlar için "bunları ailelerinin gözü önünde vuracaksın" dediğini yazmıştım. Beyin bedava elbette ama bugün çığ gibi büyüyen tepkiden yılmış, şaka yaptığını söylüyor efendi. Fenası, onun ardına sığınıp grevcilere laf sokan Daily Star gazetesi de özrü (ya da şaka itirafını) manşetten bildiriyor. Bakın bizim ilgimiz yok, hesabı. Sonuçta gazete için amaç hasıl oldu; söyleyeceklerini söylediler. Clarkson'u da kullanıp attılar.

Aynı zeka düzeyinin bizdeki temsilcilerinden biri de "kadın istemezse kimse ona tecavüz edemez" buyurmuş. Yarın çıkıp o da şaka yaptım, der. Ya da demez. Türkiye ile İngiltere'nin farkı da bu işte.

size birkaç sorumuz olacak, sayın başbakan


Bunu nasıl ıskaladık, aklım almıyor.

Yukarıda gördüğünüz 26 Kasım tarihli Guardian Weekly kapağı (harika bir iş bu arada) ve o kapağın taşıdığı haber son zamanlarda okuduğum en dolu dolu, keyifli ve kafa açıcı gazetecilik ürünü. Guardian, Başbakan David Cameron'u ikna etmiş ve sanat, edebiyat, eğlence, siyaset alanlarından onlarca ismin doğrudan sorularına cevap almayı başarmış. Soranlar arasında kim var demeyin, kim yok ki! Benim için özel önem taşıyan yazar Ian McEwan var, Eurovision gecelerinin vazgeçilmez sunucusu Terry Wogan var, eskinin İngiliz GQ Yayın Yönetmeni, şimdinin CNN anchorman'i Piers Morgan var... Salman Rushdie, Richard Dawkins, Steve Coogan, Rio Ferdinand, Mike Leigh, Jemima Khan, Jamie Oliver, uzayıp gidiyor liste...

Birkaç nazik örneği ayırırsak, sert sormuşlar. Hesap sormuşlar. Özel hayata girmişler. Laf sokmuşlar. Yalan yok, Cameron da hepsine cevap vermiş. Bir kısmı, evet, uyduruk cevaplar; ama yüzleşmiş hepsiyle. Bütün bunlar yayımlanmış (Bizim coğrafyada garip geliyor diye, vurguyu uzatıp duruyorum)

Sorulara birkaç örnek aşağıda:

David Mitchell (komedyen): Biraz daha az beyzade olmak ister miydiniz? (Mitchell aslında "posh" diyor; tam Türkçe karşılığı yok, Eton Koleji geçmişine falan vuruyor burada)
Hilary Mantel (yazar): Nelerden utanıyorsunuz? (Elcevap: Geçmişte yaptığım ve şimdi size söylemeyeceğim birkaç şey)
Mike Leigh (yönetmen): Devletin bedava eğitim sağlamaması ve öğrenci harçlarının varlığı için ahlaki gerekçeniz nedir? Ve burada ahlaki olanı duymak istiyorum, ekonomik, siyasi ve tarihi bir bahaneyi değil! (Canımsın Mike Leigh)
Jemima Khan (yazar ve kampanyacı): Telefonunuzun News of the World tarafından hacklendiğinin farkında mısınız? (Cameron: Şimdi sizden duydum; hiçbir fikrim yok, kimse bana söylemedi.)
Tracy Emin (sanatçı): Sevgili başbakan, benim işlerimi sevdiğinizi biliyorum. Ama aldığım o müthiş sanat eğitimini almasaydım, nerede olurdum, bir fikriniz var mı? (Eleştiriyi anlamazdan gelen Cameron burada sanat eğitimini ne kadar sevdiği yönünde bir cevap veriyor.)
Simon Hattenstone (gazeteci /Guardian): Eton'da esrar içerken yakalandığınızda, anne babanız ne tepki gösterdi? (Cameron: İyi denemeydi!)


Şimdi yer vermediğim daha ağır sorular ve hatta suçlamalar da var. Zevzekçe dalga geçmeler de... Başbakan'ı öyle böyle değil, gerçekten köşeye kıstırmışlar. Guardian bastırmış, puan almış.

Bu sorulara, tekrara girmek pahasına, bir iki post'ta daha devam edeceğim. Mesele kıskançlık verici; benim elimden gelense ancak bu.



rich get richer

Üslûp farklı ama herkesin derdi aynı: Üç gün içinde üç gazete aynı manşette pişti oldu. İkisi New York'tan biri Londra'dan... Independent'ın bu manşeti atması normal, siyasi görüşü ortada. Peki New York'un sağcıları neden bu kadar bozuldu? Occupy'cıların tek tek derdest edildiğini yazmaktan kaçtılar ama yüzde 99'un baskısından kaçamıyorlar demek. Yazık, onlar da Wall Street'in jöleli çocuklarına vuruyor; bu dünyanın bütün günahları onlara yazılabilir nasılsa.


sallandıracaksın bunları taksim meydanı'nda


Grev oldu mu, siyasi iktidar hep aynı şeyi söyler. 2009-2010 kışı Tekel İşçileri Açlık Grevi'nde Başbakan Erdoğan, "onlar Tekel'i temsil etmiyor"a getirmişti lafı. Aynısını şimdi Cameron da söylüyor. Başbakan, "Beni Tekel iktidar yapmadı" da demişti. İngiltere'ye paralel çizelim: Cameron, greve katılanlara "hayal kırıklığı" diye bakıyor.

Mesele bu da değil aslında; dünyanın her tarafında aynı terane. Emeklilik yaşı yükseliyor; primler artıyor, emeklilik maaşları düşüyor. Her krizde hedef belli, sabit gelirliler... Eh, onlar da greve gitti işte... Ya ne yapsalardı? "Hiçbir şey yapmasınlar, otursunlar oturdukları yerde" diyen var. Üstelik İngiltere'de bu, Türkiye'dekinden daha da yüksek perdede söyleniyor. İngiltere'nin umutsuz ev kadınlarına hitap eden (şaka değil, hedef kitlesi tam olarak bu) orta sınıf gazetesi Daily Mail "yapmayın kuzum" derken sözünün vekaletini Maliye Bakanı George Osborne'a veriyor: "Memleket bu haldeyken grev yapmak doğru mu?" Dokuz sütuna manşeti de aşmışlar; bütün sayfa neredeyse bu tek sorudan ibaret.

Daha fenası, dünyanın embesil gazeteleri liginde ilk beşe ferah ferah girecek Daily Star'ın yaptığı. O da sözü Top Gear programının sunucusu Jeremy Clarkson'a vermiş, kendisi arkaya saklanıyor: "Bütün grevciler vurulmalı; hem de ailelerinin gözü önünde."

"Sallandıracaksın bunları Taksim Meydanı'nda" hesabı... Hadi gazetenin tuttuğu saf belli, okuru belli diyelim ama bunu diyen adam, yani Jeremy Clarkson, "benim gibi yaşamını kazanmak için çalışmak zorunda olanlara çok koyuyor bu grev" diye devam ediyor sözlerine. Geçimden kastı, haftada bir araba test ederek ve konuklarına sulu şakalar yaparak yılda bir milyon pound kazanmak.

Aynı çizgi Türkiye'ye de uzanıyor elbette. Yine de bunca açıktan oynayan basınımız olmadığı için şükredebiliriz. Bizdekiler halen mahcup; hâlâ kendilerini saklamaya çalışıyorlar. Dışarıya baksalar, gerek olmadığını görecekler. Rahatlayacaklar. Biz de daha çok gerileceğiz.  



oğlum için


    
    
    
    
    


"Tarık burada fotoğraf çekiyordu; sonra şurada [çatıda] bir polis onu gördü ve vurdu. [Boğazından] vurdu."

"Ben hiç oy kullanmadım. Doğduğum günden beri hiç oy kullanmadım. 58 yaşındayım ve seçim sandığına gitmedim; seçmen kartım olmadı. Ama oğlum bu ülke için öldü ve ben bugün oy kullanacağım."

"Son sözüm şu: Oğlum Tarık'a diyorum ki, bugün senin düğünün, bugün insanlar serbestçe dolaşıyor, güvenle, baskı görmeden, aşağılanmadan, polisin ve askerin saldırısına uğramadan, sözlerini özgürce söylüyorlar. Bugün Tarık'ın düğünü, bugün Mısır özgür..."

The Guardian'ın seçim günü videosu... Kamera, o meşum ve efsanevi 28 Ocak günü öldürülen Tarık'ın babasıyla Kahire sokaklarında dolaşıyor, sandığa gidiyor... 

Birkaç gündür ısrarla takip ediyorum; Mısır seçimlerini anlatan daha iyi bir haber görmedim. Bütün gün kendini tutan ve ancak son sözlerinde sesi titreyen, boyalı parmağıyla sigara içen, evinde cenazeyle düğünü aynı günde, seçim gününde düzenleyen babanın vakarı, oğluna ve onun arkadaşlarına inanmışlığı bir dönemi mükemmelen anlatıyor. Tam da bu dönemi...

okur namlunun ucunda



Gazete üç gün öncesinin. Yeni gördüm.

Salkım Hanımın Taneleri'nin kötü adamı Zafer Algöz, bir sahnede "dünyanın bütün günahları bana mı yazılacak ulan" diye haykırıyordu. İngiltere'de bütün günahlar Murdoch'a yazıldı. Ama Daily Star'da şu ön sayfayı hazırlayanların, manşeti atanların yatacak yeri var mı, merak ediyorum.

"Yağmacıları vuracağız" diyor gazete (Polis teşkilatının ağzından diyor gerçi, ama geçelim bir kalem, polis bile bu kadar kolay diyemiyor bunu.)

Okurun namlunun ucunda olduğu bir gazete görmüş müydünüz hiç? İsyanlar iki gün daha sürseydi belki silah da dağıtırlardı.

tahrir'de iyi londra'da ayıp



İşte şimdi ince bir çizginin üzerindeyiz.

Liberal (hatta sol liberal) Independent, Londra isyanlarıyla beraber, blogger'ı Jody McIntyre'yle ilişkisini kesti.

Çok kısa anlatayım:

Kendini gazeteci ve siyasi aktivist diye tanımlayan McIntyre olayların başından itibaren heyecanlı tweet'ler attı; atmaya devam ediyor.

Bir tweet'inde şöyle diyordu örneğin: Tottenham'da yaşananlardan ilham alın ve kendi mahallenizde ayaklanın.

Ya da şu: Tottendam'daki vahşi başbelalarını kınıyorum. Yani üzerinde 'Metropolitan Polisi' yazan üniforma giyenleri.

Ve şu: Polis insanlara her gün eziyet ediyor. Siz de benim Tescos'a ve T-Mobile'a sempati duymamı bekliyorsunuz.

Independent hiç beklemedi, blogger'ın yazılarına son verdiğini açıkladı. Kendini özgürlükçü diye tanımlayan gazetenin demek istediği özetle şu: Gazeteci bir isyanı destekleyemez, düzeni değiştirmek için yayın yapamaz, hiç kimseyi ayaklanmaya teşvik edemez.

Bütün bunlar doğru ve geçerli kurallar olabilir. Ama İngiltere basını, insanları Tahrir Meydanı'nda ayaklanmaya çağıran Mısırlı (ve Tunuslu ve Libyalı ve Yemenli ve Bahreynli ve Suriyeli) gazetecilere övgüler düzerken de bu kurallar geçerli değil miydi?

Pardon, Robert Fisk nerede yazıyordu? Independent'ta değil mi?

Independent o ince çizginin öteki tarafına geçti.

Kaynak: The Media Blog


Jody McIntyre'nin twitter hesabı ve Life on Wheels isimli blogu






london bridge is falling down, falling down, falling down...






Polis bir genci vurunca, Tottenham yanmaya başladı. İki gecedir de yanıyor. İngiliz gazetecilerin boşluğuna geldi; bu konularda hassas Guardian yazarları bile "bir şey çıkmaz bu işten" diyordu ki... Eylemler patladı. Beş sene evvelki Paris banliyö eylemlerine çeyrek var. Şimdi herkes kendinden bekleneni yapıyor. Sol eğilimliler itidal telkin ederken, muhafazakâr İngiliz gazeteleri polisin yumuşak tavrını eleştiriyor. "Böyle polis olmaz olsun, yağmacılara nasıl göz yumarlar" diye yükleniyorlar. Bu kadar insan neden sokakta, elbette umurlarında değil. Hiçbir zaman olmamıştı zaten.

Şimdi Elif Şafak'a sormanın zamanıdır: İskender de sokakta mı acaba? Cevabını gerçekten merak ediyorum. Zadie Smith'in Millat'ı bir iki cam çerçeve indirmiştir halihazırda.

esas kötülük




Murdoch İmparatorluğu her gün yeni bir darbe alıyor. News International'ın ABD ayağı için de artık çember daralmakta; art arda yeni soruşturmalar açılıyor.

Bu işler bir günde olmadı; ayrıca hiçbir şey kendi kendine de ortaya çıkmadı. Aslan payı ünlü bir gazetecinin. Yani Guardian yazarı ve muhteşem kitap "Flat Earth News"in sahibi Nick Davies'in. Öldürücü darbeyi, Murdoch'un haber ağını yıllardır didik didik inceledikten sonra o vurmuştu. Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Davies şimdilerde ABD'de; doğal olarak, işin Atlantik ötesindeki kısmını da araştırıyor. Aşağıya güncel bir demecini aldım. Okuduktan sonra, Türkiye'de de benzer bir tablo oluştuğunu göreceksiniz. İsimleri değiştirmeniz yeterli.

"Rupert Murdoch, Britanya'yı daha ırkçı, daha seksist ve daha ahmak bir yer haline getirdi. Sadece Sun'a yaptıkları yüzünden değil; Sun'ın diğer gazeteleri de etkilemesi yüzünden."

en fena çığlık



Norveç'teki katliam haftalık dergilerin kör gününe (Cuma) gelince, hafta boyu hazırlanan kapak haberleri tümden yattı. Rafta duran dergisine bakıp iç geçirmeyen yayın yönetmeni yoktur şimdi. Biraz zalimce gelebilir belki; ama gazeteci buna bile hayıflanan kişidir. Herhalde bu yüzden zaman geçtikçe biraz duyarsızlaşır. Bazıları da arsızlaşır. Örnekler ortada.

Her neyse, İngiliz Sunday Times, haftalık dergilerin boş geçtiği meselenin görselini aramak için çok uzağa gitmedi. Yayımladığı karikatür katliamın 5N 1K'sını tek başına taşıyabiliyordu. Edvard Munch'ün Çığlık'ına 'korkunç' bir ekleme...

Bu dokunuşla tartışma başladı; karikatürü zalimce bulanlar var. Sunday Times'ın katliamın içini boşalttığını dahi yazıyorlar.

Herkes bunca hassasken böyle bir karikatür çizilir mi? Hayır diyenler muhakkak mevcuttur; ama benim oyum yine de evet'ten yana. Yerinde bir yorum diye düşünüyorum. Duyarsızlaşmadığımı umarak...

economist erdoğan'dan korkuyor mu?


Bir AKP’li Economist’te o çok gürültü koparan yazının sadece ilk iki paragrafını okusa, yüzünde güller açardı. Yahu biz derdimizi bugüne kadar böyle güzel anlatamadık, dur bir not alayım, diye düşünürdü muhtemelen.

Sonrasını okuyunca iş değişiyor tabii. “Elin ağzı torba değil, büzemezsin” lafının cuk oturduğu az an vardır. Bu yazı işte onlardan biri.

Economist’i Türkiye için, çoğu da buralı gazeteciler tarafından yazılan makalelerden takip edenler şaşırıyor tabii. Bir dergi nasıl olur da (nasıl bir hesap güderek, hangi çetelere hizmet ederek) böyle keskin yazar, diye soruluyor.

Düzenli okusalardı şunu da sorarlar mıydı: Bu nasıl bir dergi ki, bütün bir aleme nizam veriyor; asıyor, kesiyor, kendi politik hesaplarına göre bütün dünyada seçim sandığı kuruyor?

İki paragraf övdükten sonra, Erdoğan’a ne demişler ki? Fazla otoriter… O kadar. Belki bizim başbakandan korkuyorlardır, çünkü fazla laf sokmamışlar. Daha bu hafta, Berlusconi’yi kapağa taşıdı aynı dergi, hadi lisan-ı münasiple söyleyelim, “koca bir ülkeyi beceren adam” diye başlık attılar kapak haberine.

Yunanistan’da, İrlanda’da ekonomiler art arda çökerken Alman Başbakanı Merkel’i hedef tahtasına oturtmuşlardı. Kadının ne hesap bilmezliği kaldı, ne kifayetsizliği. AB’nin bütün yenilgilerinin sorumlusu olarak onu gösterdiler.

Çete ya bunlar, Obama’ya da kafa tutuyorlar. Misal yine bu hafta, Amerikan muhafazakârlarına yol gösteriyorlar, şu şu politikaları güderseniz, Obama’yı sandığa gömersiniz, diyorlar. Portekiz’in yeni başbakanıyla, vaatleri güzel de, ucuz laflar bunlar, diyerek dalga geçiyorlar. İsrail’in savaşçı başbakanı Netenyahu halkının ilgisini saptırmaya bayılıyor, diye söyleniyorlar.

Bu sayıda İsveç ekonomisini çok övmüşler, belki de oraya çalışıyorlardır. İsteyen bu yargıya da varabilir tabii. Ama sonuçta kendi ülkelerinin (İngiltere) yöneticileri dahil, herkese bir lafları var. İyi dersiniz, kötü dersiniz, ama derginin kimliği bu.

“Economist bir seçim önce de AKP’yi destekliyordu, şimdi işler değişti, başka bir dizayn mı çatılıyor yoksa” tartışmasını bir kalem geçelim yani. O tartışmayı yapanlar siyaseten kumda oynamaya mahkum. Boyu geçen sularda şöyle bir soru var: Bir gazete, bir dergi, adı ister Economist, ister ne bileyim Helsingin Sanomat olsun (ki onlar da fena giydirmiş geçen), istediğini yazamaz mı?

Yazar elbet. Taraf da tutar, taraf da değiştirir isterse... Yeter ki açık açık yapsın. Türkiye’de adet olduğu üzere, ima ederek değil.

dünyanın en uyduruk gazetesi



Artk yok. İngiliz Daily Sport nihayet kapandı. Türkiye basınındaki en uyduruk, en kafadan atma manşetleri alın; onları beşle, yok yetmez, onla çarpın; işte bu gazeteye ulaşırsınız.

Gerçi derdi haber vermek değildi; biraz soft porno, biraz at yarışı. Elbette futbol da var ama esasen futbolcu eşi dedikodusu… Son sayısı 1 Nisan’daydı. Bitişi de şaka gibi oldu demek ki. Ama can çıkmadan huy çıkmaz işte. Yukarıda gördüğünüz bu "koleksiyoner edisyonunda" halen milletin bacak arasında dolanıyorlar.

Yine de başta bahsettiğim manşetler, gazeteyi İngiltere’de efsane yaptı; gazete değilse de ibret vesikası şeklinde.

İşte birkaç örnek:

Dünyanın en çirkin kadını aynaya baktıktan sonra öldü
İkinci Dünya Savaşı’na katılan bombardıman uçağı Ay’da bulundu.
İki katlı Londra otobüsü Güney Kutbu’nda gömülü bulundu.
Uzaylılar çocuğu balığa çevirdi.

Bu nasıl bir dünya? Bu gazeteyi okuyanlar nasıl insanlar? Daha beş sene evvel, Daily Sport 200 bin satıyordu. Nedenini “içeriden biri” açıklasın. Gazetenin ilk kadın genel yayın yönetmeni Pam McVitie diyor ki: “Erkekler seksi kızların fotoğraflarına bakmayı sever. İsteyen inkâr edebilir, ama durum budur.”

McVitie de halden vazife çıkarmış zaten; dilden dile dolaşan bir yöntemi var mesela. Gazete baskıya yollanmadan evvel, sayfalarda tek tek meme sayarmış, 26’dan azsa yeni fotoğraf aranırmış. Altın oran 26 yani; ilgililere –ki çok var- duyurulur.

Fotoğraf: James Winfield

guardian'dan nisan bir başyapıtı


1 Nisan şakası yapacağım diye başyazı döşenilir mi? Guardian yapıyor işte. İngiltere’de her sene epey malzeme çıkartılan 1 Nisan geyikleri bu seneyi de boş geçmedi. Independent’ın "Portekiz Ronaldo’yu İspanya’ya sattı" haberini duymuşsunuzdur. Guardian’ın başyazısından da ben bahsedeyim.

Ön bilgi: Guardian, bugünlerde bütün İngiltere’yi saran kraliyet düğünü çılgınlığına fena halde gıcık oluyor ve fırsat buldukça hem Kraliyet’e hem de kraliyet sevdalılarına geçiriyor. Ama dün ne yaptılar, bakalım.

Guardian, başyazısında, özetle şöyle diyordu: Bugüne kadar kraliyeti çok eleştirdik, ama artık biraz özeleştiri yapalım. Prens William’ın çok düzgün bir kral olacağı şimdiden belli. Hem dünyanın şimdiki liderlerinde de iş yok. Kings Speech filmi bazen kralların ne kadar önemli olduğunu ne güzel anlatıyordu, hatırlayın. Ayrıca William çok özel bir adam, bir defa helikopter falan kullanıyor. Zamanı geldiğinde babası Prens Charles’ı devreden çıkaralım; tacı William’ın başına geçirelim, ne dersiniz? Biz kendi payımıza, dünyanın Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya gibi önemsiz bölgelerindeki muhabirlerimizi kraliyet düğününden haber geçsinler diye Buckingham’a atamaya karar verdik. Artık sinik eleştirilerin değil, monarşiyi kucaklamanın zamanı.

Yukarıdaki özetti, tadımlık bir iki cümleyi de aynen çevireyim: "Sol cenahta, uzun süredir, kraliyetin büyüsü ve harikalarını takdir etmenin, ilerlemeye bağlılıkla yürümeyeceğine inanan bir eğilim vardı. Ama bu ekonomik tedbirler çağında, biraz daha mutlu ve görkemli olmayalım mı? Bugün haklarına kast edilen kamu çalışanları ve devlet yardımıyla geçinenlerin moralini düzeltecek şey, Kate Middleton’un kesinlikle muhteşem görünecek elbisesi değilse nedir?"

Mutfağında tamam bir numara yok ama İngilizler’in mizahına kimse laf etmesin… İngilizce bilenlerinizin de şuradan yazının tamamını okumasını öneririm, çok eğlenirsiniz.

Unutmadan… Independent’in Ronaldo oltasına, Queens Park Rangers’tan bir futbolcu, Wayne Routledge fena takılmış. Routledge yememiş içmemiş, twitter’dan şu mesajı atmış: “Biri bana ne gördüğümü anlatabilir mi? Ronaldo’yu İspanya’ya satmışlar!!! Yahu insan ülke değiştirip nasıl İspanya’da oynar?”

diktatörün uyduruk sanatı



Bir diktatörün oğluysanız şu boktan resimleri yapıp, insan içine hiç de utanmadan çıkarmaya hakkınız vardır. Seyfülislam Kaddafi yarı zamanlı uğraştığı doktora ve isyan bastırma işlerine bazen ara verip sanata da yoğunlaşıyormuş meğer. Fotoğraflar resimlerin sergilendiği Moskova ve Sao Paolo’dan…

Şu yorum da Guardian’dan… 2002’de Londra Kensington Gardens’a deve yüküyle para dökülüp bu işler sergilendiğinde kaleme alınmış: “Albay Kaddafi’nin oğlu işbilir bir kültürel elçi olabilir belki ama resimde yetenekli bir amatör bile sayılmaz; teknik yetersizliği duygusallığını bile aşıyor.”

Yahu, insan utanır. Bu nasıl bir özgüvenmiş kardeşim.

Kaynak: FP Passport




kim yaptı bu yolu?

Javaplein'deki kütüphaneye geldim.  Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’...