ingiltere basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingiltere basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

evet mi, hayır mı, söyle bana nedir senin cevabın?



Anket hazırlamak, gazeteciliğin en sıkıcı işlerinden biri. Daha da sıkıcısı, bir anlam ifade ediyor iddiasıyla bu anketin sonuçlarını yayımlamak. Ne sorarsan sor, ya yeterince oy gelmez, ya da birtakım tarafgir okurlar defalarca oy kullanır. Her şey düzgün yürüdü diyelim, sonuçların kimi temsil ettiğini söyleyebilir misiniz? Kısacası, bir halta yaramaz anketler. Düzelteyim, bir halta yarar: Aylak okurun ilgisini diri tutar. Newsweek Türkiye’de bu hataya düşüyorduk, ileride yine düşeriz, biliyorum.

Anketlere gıcık olan İngiliz tabloid Daily Mail arada bir okurlarına tuzak kuruyor. Yukarıda da tuzaklardan biri var. Çocukların kendi televizyonuna sahip olabilecekleri en küçük yaş ne kadar küçüktür? Evet! Hayır! Cevap verenlerin yüzde 73’ü evet demiş.

Daha güzeli aşağıda. Aklınızla mı güzelliğinizle mi tanınmak istersiniz? Aynı tuzak. Millet yine oyunu kullanmış. Okur da belki dalga geçiyordur demeyin. Sakın! Bir şey biliyoruz da söylüyoruz…

Kaynak: The Media Blog

ben bir süre eve gelemeyeceğim...


Fukuşima nükleer santralindeki ilk patlamadan sonra, arkadaşlarla Japon mühendis ve teknisyenlerin reaktörlere girip girmeyeceğini konuştuk. Hayatlarını hiçe sayıp gireceklerini düşünüyorduk. Nitekim öyle de yaptılar. Günlerdir birbiri ardına patlayan reaktörleri tamir etmek için uğraşıyorlar.

Aynısı Avrupa’da, mesela Fransa, Almanya veya Hollanda’da yaşansa bu kadar gözü kara biçimde müdahale edilir miydi peki? Bu defa cevabımız hayırdı. Avrupa’da, hiçbir işçinin, can güvenliğini göz ardı edip o santrale dalmayacağını konuştuk. Ne olurdu, nasıl durdurulurdu? Meçhul…

Şimdi dünya basını, santraldeki radyasyon sızıntısını ve olası erimeyi önlemeye çalışan kahraman Japonlar’ı konuşuyor. Kimisi kamikaze kültürü diyor, kimisi Japonlar’a özgü bir adanmışlık diye adlandırıyor… Ama şurası kesin ki, bu adamların hepsi geri dönüşü olmayan bir yola bile bile girdiler. Hiçbir Holywood filminde bu denli sert bir seçim yapılmıyor.

Basın onlara Fukuşima 50’si adını taktı. Aslında 200 civarındalar. Radyasyonun en yoğun olduğu kısma 50’li rotasyonlarla giriyorlar. Bir santral işçisinin kariyeri boyunca maruz kalacağı radyasyonun kat be katıyla sadece bir saat içinde karşılaşıyorlar. Çoğunun gönüllü olduğu söyleniyor. İsimleri yok. Japon hükümeti kimlikleri açıklamıyor; kendini rahatlatacak başka işlerle uğraşıyor. Mesela onlar çalışabilsin diye bir işçinin çalışırken maruz kalabileceği söylenen makul radyasyon seviyesini yükselttiler. Makul radyasyon diye bir şey elbette yok; ama hükümetin bile kendini inandırması gerekiyor herhalde.

Independent gazetesi geçenlerde bu işçilerden birinin evine gönderdiği mesajı yayımladı: “Lütfen kendinize iyi bakın; ben bir süre gelemeyeceğim.” Hepsi bu kadar… Aynı gazetede bir işçinin kızının twitter mesajı da yer alıyordu: “Babam santrale gitti. Annemin bu kadar ağladığını hiç görmemiştim. Santraldekiler hayatlarını sizin için feda ediyor. Baba, lütfen eve sağ salim gel.”

Onları Şilili 33 madenciye benzetenler var. Ama Independent bu benzetmenin yersiz olduğunu söylüyor. “Şili’de bir ulus kapana kısılmış insanların canı için dua etmişti; şimdi bir ulus kapana kısılmış insanların ulusun canını kurtarması için dua ediyor…” Sonuna kadar haklı bir analiz.

Winston Churchill’in bir zamanlar şöyle dediğini de hatırlatıyor Independent: “Bu kadar çok insanın bu kadar az kişiye borçlu olduğu bir durum hiç olmamıştı.”

Bugüne kadar 31 kişi santralde hayatını kaybetti.


Fotoğraf: Çernobil’de hayatını kaybeden işçilerin anısına yapılan heykel. Bu işçilere sağlık riskinin yeterince anlatılmadığını da not edelim.

hırsızdan, densizden, abazandan kurtulmak için



Bu sene oyunun kuralları değişecek. New York Times baklayı ağzından tam olarak çıkarmış sayılmaz ama 2011’de internet hizmetini paralı yapacağını artık sağır sultan bile duydu. Diğer büyük Amerikan gazeteleri de onu izleyecektir. Atlantik’in öte yakasında, İngiltere’de News Corporation’a ait Sunday Times, The Sun ve News of the World’un internet siteleri zaten Haziran’dan beri paywall’un arkasında, yani abonelikle çalışıyorlar. Zarar etmiyorlar mı, ediyorlar tabii. Bir araştırma, Times’in düzenli okurlarından ancak yüzde 14’ünün, düzensizlerinse yüzde 1’inin abonelik sistemine geçtiğini söylüyor. Ama bunu sorun etmiyorlar; çünkü herkesin bildiği ama açıklamaya utandığı gerçeği onlar da biliyor: Gazetelerin internet siteleri reklam alamıyor, dolayısıyla çarkı çeviremiyorlar.

Açık söyleyeyim; gazetelerin tüm içeriğinin internette bedavaya sunulmasına karşıyım. Bizim Newsweek Türkiye’de yaptığımız gibi birazının sunulmasınıysa daha da yanlış buluyorum. İnternet siteleri, kanımca, gazeteyi destekleyebilecek başka bir tür içeriğin konulması için kullanılmalı. İnternet çağına geçtik diye, ekmeği fırından bedava almaya başlamadık, otobüse de parasız binmiyoruz. Peki gazetecilerin emeği neden beleşe sunuluyor? Kıçını koltuğundan kaldırmadan sosyalleşmeye çalışan, okur kisvesi altındaki birtakım densiz insanların ırkçı, seksist, saçma sapan yorumlarına meze yapmak için mi? Ya da haberi yapan gazetecilerin imzasını bile kullanmaya gerek görmeden, sanki bir içerik üretiyormuş gibi, gazetelerden haber apartıp sitesine ekleyen, son dakika anonslarıyla gel gel yapıp tık arttıran hırsız haber siteleri için mi? Gazeteci emeğinin hiçbir değeri yok mudur?

Büyük köşe yazarları bu durumdan memnun; sonuçta onlar için nasıl değil ne kadar okundukları önemli. Porno sitelerden fotoğraf indirip “diğer fotoğrafları için tıklayınız” şeklinde bir tür abazan gazetecilik üreten gazete siteleri de memnun; hiçbir şey yapmadan trafiği arttırıyorlar; üstüne bir de patronlarından aferin alıyorlar. Ama gelecekte bu düzen değişecek, değişmek zorunda. ABD’de başlayacak dalganın bize de çabucak uğramasını umalım; hem dengesiz okurlardan, hem haber hırsızlarından, hem de pornocu gazete sitelerinden bir çırpıda kurtuluruz. En önemlisi, emeğimiz bedavaya gitmemiş olur

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...