pamuk bayramı



Manzaradan Parçalar'ın yayımıyla Orhan Pamuk röportajları salvosu da başladı. Öteden beri Pamuk'un medya yönetiminde en başarılı yazar olduğunu düşünürüm. Romanlarının arasına İstanbul, Öteki Renkler, Manzaradan Parçalar gibi "parçalar" koyar; böylece adını gündemden düşürmez. Beri yandan röportaj vermeye de kitaptan önce başlar ki, medya da okur da istim tutsun.

Bu defa yapmadığını düşünmüştüm; çünkü röportajlar kitaptan önce gelmedi. Yanılmışım. Kaya, geçen haftanın edebi gündemini hatırlattı: Kiran Desai. Bir süredir Pamuk'un sevgilisinin seri halde verdiği röportajları okuyorduk.

Arşivi karıştırdım. İki sene önce bugünlerde Masumiyet Müzesi çıkmış. O zaman eski blogda aynı meseleyi anlatmışım. Sıkılmazsanız aşağıda o yazıyla devam edebilirsiniz.

Ama ona geçmeden önce son bir not. Orhan Pamuk çok iyi bir yazar olmasaydı, bütün bu medya hikâyesi gerçekten nahoş bir durum olurdu. Şimdi katlanıyoruz.

Bu arada, İletişim Yayınları'nın kitaba çok yüksek fiyat biçtiğini söylemeliyim. 30 lira fazla. Orhan Pamuk diye bu fiyat belirlendiyse, Dostoyevski'nin 50'den satılması gerekir. (Buraya bir düzeltme gerekiyor, kitabın fiyatı 25 liraymış, ben havaalanında 30 liraya satıldığını gördüğümden tufaya düştüm.)

Her neyse, buyurun iki sene önceye:




"Nihayet Masumiyet Müzesi yayınlandı. Çok sevindiğim için değil 'nihayet' demem. Sıkıldığımdan… Orhan Pamuk’un her yeni kitabında yaşanan törenselliğin eni konu sıkıcı olmasından…

Sanırım her yazarın düşlediği bir tören bu. Ama tabii çok azına kısmet oluyor (söylemeye gerek yok, şairler yanından bile geçemiyor bu düşün). Gazeteler, dergiler, televizyonlar yayına başlıyor. Pamuk’un her gün bir başka demecine rastlıyoruz. Büyük kitabevleri vitrinlerinin tamamını bir tek o kitaba ayırıyor. Tembel okurlar, Orhan Pamuk’un kitaplarına nasıl da başlayıp bir türlü bitiremedikleri yönündeki bildik ahkâmlarını kesiyor. Bir iki hafta içinde ilk ciddi eleştiriler yayımlanmaya başlıyor. Yani herkes işin bir ucundan tutuyor. Peynir ekmek gibi satıyor kitap. Bizim bir Rowling’imiz yok. Edebiyat dünyamızın fuarlar dışındaki, yüksek ihtimalle birçok başaltı yazarı da çatlatan, tek ‘event’i bu.

Haddime düşerse söyleyeyim, Orhan Pamuk bence çok özel ve iyi bir yazar. Ama sanki biraz hesapçı. Türkiye’de kendisinden başka kimsenin zevkine varamadığı bu töreni (belki biraz Murathan Mungan tadıyordur; ama o da nispeten daha çok yazdığı için etkisi azalıyor) daha da uzatmak için elinden geleni yapıyor gibi. Son kitabında bir sonraki romanının adını söylemesiyle başlıyor süreç. Sonra basının kulağına ufak ufak fısıldıyor. Siyasi bir roman diyor, dönem romanı diyor, onu diyor, bunu diyor. Ne yazdığını iyiden iyiye belli ediyor. Bir de şu his var: Pamuk romanı bitirmeden önce roman üzerine demeçlerini bitirmiş gibi geliyor. Hatta röportajlarda hangi ceketi giyeceğini, hangi koltukta oturacağını, nasıl bir poz takınacağını biliyormuş gibi… Bilmem ki, belki de büyük yazar olmak böyle bir şeydir. Yine de çok sıkıcı.

Ama bir şey daha var:

Üç ay önce, sabah saat 6… Ben yarı uyur yarı uyanık saate bakıyorum. Ayılmaya çalışıyorum. Orhan Pamuk ise biliyorum, hep söylediği gibi, o saatte uyanık, Masumiyet Müzesi’ni yazıyor… Ohh diyorum, neyse ki işini yapıyor… Yazıyor… Yazsın ki tören eksiksiz devam etsin. Pamuk bayramı başlasın ve bir an önce bitsin."

roma'da bir gazete


Son zamanlarda gördüğüm en iyi kitap kapağı. Mevzu da güzel. Bir gazeteciden, yaşayan (ya da ölmekte olan) bir gazetenin romanı. Üstelik mekân da Roma.

Yakında umarım kavuşacağız.

risk budur


Kılıçdaroğlu’nu da Başkaban Erdoğan’ı da Ali Kırca karşısında izledim. İkisinden de yeni bir şey duymuş sayılmam. Aklımda sadece –herhalde herkes gibi- Erdoğan’ın Kırca’yı “bu nasıl soru” diye azarlaması, Kılıçdaroğlu’nun ise bazı bazı verdiği siyaseten naif cevaplar kaldı.

Bu söyleşilerden çıkardığım tek sonuç şu: Ayrı ayrı seyretmek yetmez, rakipleri birbirlerine cevap yetiştirirken görmek gerekir. Kılıçdaroğlu, bugüne kadar Deniz Baykal’ın da sıklıkla gündeme getirdiği gibi, bir açık oturum istediğini dillendiriyor; Başbakan ise “üzerimden prim yapmalarına izin vermem” diyor.

Bu prim meselesi artık can sıkıcı bir hâl aldı. Siyaset sonuçta performans ve inandırıcılık meselesi. Bu performansı da Erdoğan’ın pek sevdiği deyimle, bindirilmiş kıtaların anlamadan dinlemeden bağırdığı, her söylenene he dediği mitinglere bakarak anlamak mümkün değil. Karşı karşıya gelmeleri şart. Yoksa neyi nasıl ölçeceğiz? İngiltere eski Başbakan’ı Gordon Brown kaybettiği seçim öncesi televizyon turlarında resmen harcanmıştı. Ama bu riski almamak aklına bile gelmedi.

Risk yoksa oy da olmasın. Neden kimse bastırmıyor?

dün dağlarda dolaştım evde yoktum


İki yıl olmuş.

Türkçe’deki en güzel isimli şiir kitabının şairi İlhan Berk uzun yaşadı ve öldü. Binlerce güzel dizesinin yanında bir de yıllarca aklımızı kurcalayan şu dizeleri vardı:

Atımı istedim evin göğü gerindi
Çin gülleri bir yerden ordan geliyorum.

Hakkında çok konuşmuştuk. Ama kendisiyle hiç konuşamadık. Neyse, kitapları halen var.

eski blog'dan aparttım. miri mal artık

haber duvarı



Emre (Ünsallı) daha Nokta günlerimizde “bazı gazeteleri en fazla tuvalet kâğıdı olarak kullanabilirsin, gerçi ona bile değmez ya” derdi. Emre’ye selam ederek şu arkadaşların işlerini aşağıya alıyorum. Tuvalet kâğıdı sevimsiz tabii ama duvar kâğıdı herkes için bir fayda sağlayabilir.






Fotoğrafları şuradan aldım.

ay sarayında