erdoğan'la neşeli günler (feat. medvedev & berlusconi)




İşte özlenen tablo! Seul'deki G-20 zirvesinin ardından yazılan kuru ve renksiz cümlelere inat, Vatan Gazetesi kendi hikâyesini bulmuş. Başrollerde Erdoğan, Medvedev ve Berlusconi... Diğer 17 lider ise hasetinden çatlıyor. Yazı gazetede nasıldı bilmem ama internet sitesinde aynen şöyleydi:

"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Seul'de düzenlenen G20 zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev ile de bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeyi haber alan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de koşarak toplantıya katıldı. Üçlünün kahkahaları toplantı salonunu çınlatırken, diğer dünya liderleri ise bu zirveye özenerek baktı."

Özenerek! Evet Çin'i, ABD'yi, Fransa'yı, İngiltere'yi vs. yönetiyor olabilirsin, ama adama sorarlar, birazcık mizahtan, neşeden, insanlıktan nasibini aldın mı?

Misal Barack Obama, ABD'ye dönünce, insan ilişkilerini şöyle bir gözden geçirmiş, yeni kararlar almıştır herhalde.

Çünkü kıskançlıktan olsa gerek, kendisinde eski neşeli hallerinden eser yok.

İki fotoğrafta inceleyelim:


Aşağıda Obama'yı, önceki mutlu anlarında, keyifli ve kendinden emim bir ruh halinde görüyoruz. Başka bir toplantı. Obama'nın kıskançlığa esir olmadığı güzel günler... Erdoğan ise tabii ki rahat, dünya -liderleri de dahil- umurunda değil, özgüveni yüksek. Beri yandan, Berlusconi'ye dikkat!



Alttaki fotoğrafta ise, son G-2O zirvesinde, yaşanan o malum neşeli anlardan sonra, Obama'nın takipçiliğini görüyoruz. Fotoğrafın sağ alt köşesine bakın, işte oradalar, Obama'yla Erdoğan... ABD başkanı, bir şeyler kapar mıyım diye, halen Erdoğan'ın peşinde. Az zamanda çok işler başarmak istiyorsa, kendisine daha pratik bir şeyi, bu blogdan bir başka sayfayı okumasını öneririm. Buradan buyursun: Erdoğan'la kişisel gelişim.



Günümü aydınlatan Vatan Gazetesi'ne teşekkürler

evveli günün ağırlığı



Fotoğraf Bahar Kader'in. Kadıköy - Beşiktaş vapuru. Haftanın güzeliydi. Daha fazlası için: Otel Canopus

paris metrosunun provokatif prensesi





Metroda çalışıyor. Gizli çalışıyor. Tek başına çalışıyor. Yaptığı bir tür gerilla sanatı. Paris metrosuna geceleri veya sabahın erken saatlerinde sızıp, reklam afişlerindeki kadınları boyuyor. Yarı çıplak reklam kadınlarına türban giydiriyor.

Ertuğrul Özkök
, ondan haberdar olsaydı, muhtemelen en az birkaç gün diline dolardı.

Adı Prenses Hijab. Yaptığı iş provoke edici gerçekten. Hem de çift taraflı. “Burka yasağını” yani kadınların kamuda yüzlerini tamamen örtmesini illegal kılan -gelecek yıldan itibaren uygulanmaya başlayacak- kanunu geçen ay Parlamento’dan geçiren Sarkozy hükümetine, kapitalizmin en görünür yerinden, reklamlar üzerinden çakıyor. Hedefinde sadece hükümet yok; tüketim toplumuna da yaptığı işlerle bir mesaj yolluyor. Muhtemelen peçe ile modayı beraber tasavvur etmek istemeyen radikal Müslümanları da kızdırıyordur.

Kendisi de Müslüman mı, bilinmiyor. Erkek mi kadın mı, o bile belli değil. İlhamını Naomi Klein’in No Logo’sundan aldığını biliyoruz sadece.

Tepkileri umursamıyor. Yaptığı işin din ile bir ilgisi olmadığını söylüyor; ama Fransız toplumunda Sarkozy kanunlarıyla daha da büyüyen entegrasyon tartışmalarını ciddiye alıyor. “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik; cumhuriyetin ilkeleri bunlar ama gerçekte azınlıklar meselesi yarım yüzyılda bir gıdım bile yol almadı. Dışarıda kalanlar yine Araplar, yine fakirler, yine siyahlar ve tabii yine Çingeneler.”

Türban tartışmasına Fransa’dan bir katkı olarak değerlendirelim bu provokatif sanat biçimini. Malum, Türkiye’den sanatsal bir katkının geleceği yok. Meseleyi televizyon stüdyolarında tartışmak daha rahat galiba.

Prenses, aşağıdaki fotoğrafta. Daha fazla ayrıntı içinse haberin kaynağına buyurun.

dünyayı ateşe vermek istemiyorum

Logorama from Human Music & Sound Design on Vimeo.



Başlığı “Yalan Dünya” diye de atabilirdim ama Ink Spots’a sevgimden bu “ateşli” başlığı seçtim.

Her iki durumda da fark etmez; kısa animasyon dalında 2010 Oscar’ını kapan Logorama’yla, Newsweek Türkiye’nin bu haftaki kapak haberinin bir ilgisi var. Özet geçeyim: Ayçin Noyan ile Mustafa Alkan’ın haberi, beklenen İstanbul depreminden önce bir şansımız daha olduğunu anlatıyor. Yıkıp yeniden yapmanın gereğini herkes söylüyordu; ama Newsweek Türkiye bu işin nasıl yapılacağını da anlatıyor. Zaten, başka çare de yok.

Umarım haberi okursunuz ve yukarıdaki kısa filmi seyredersiniz. Gündelik telaşlar gerçeği örtmeye yetmiyor; yalan dünyanın sonu bir depreme bakıyor.

Fazla mesaj kaygılı bulduysanız; filmden gayrı Ink Spots meselesine de odaklanabilirsiniz; ödülünüz için filmin sonunu bekleyin:

“I don’t want to set the world in fire
I just want to start a flame in your heart.”

Logorama’yı François Alaux, Herve de Crecy ve Ludovic Houplain, kısaca H5 çekti.

yurttaşlığı başbakandan öğren



Biraz da yeni mekândan haber geçelim. Hollanda'da işler, Türkiye'nin tam tersi yönde akmakta. Burada ana konular değil, detaylar enteresan. Bizim memlekette esası tartışmaktan usule hiç gelemediğimizi düşünürsek, farkı anlarız. Neyse, bu meseleye daha sonra girerim, şimdi konuya atlayalım. Önce bir soru: Bir başbakanın ülkeyi yönetmekten başka ne işi olabilir?

Eh, yığınla meslek saymak mümkün. Ama Bugünlerde Hollanda’ya bakarsanız enteresan bir alternatif görebilirsiniz. Ülkenin geçen ay kurulan kabinesinin başındaki Mark Rutte, sürdürmekte olduğu bir başka işe, öğretmenliğe de devam etmekte kararlı. Hollanda’nın ilk liberal başbakanı Rutte, seçimden önce ve aylar alan kabine pazarlıkları sırasında, Lahey’deki Johan de Witt College’da her hafta iki saat sosyoloji ve yurttaşlık bilgisi dersi veriyordu. İşleri muhtemelen başından aşkındır ama Parlamento’ya derslere devam etmek istediğini çoktan bildirdi. Buna göre, Rutte, derslere, kabine toplantısıyla çakışan Cuma yerine Perşembe günü girecek.

Rutte'nin dersi başka güne kaydırma stratejisi hoş. Gerçi bunu bir de öğrencilere sormak lazım; mesela dersi kırarsanız, kendini sizden sorumlu hisseden bir Başbakan evi arayabilir. Yine de devletin en tepesindeki adamdan alınan bir yurttaşlık bilgisi dersinin nasıl geçtiğini görmek isterdim. Soracak çok soru olmalı.

ay sarayında