i am angus - kraliçe'nin hizmetindeki kahraman



Güçlü, öfkeli ve havalı… Üstüne bir de romantik. İki gündür, Milliyet’te yayımlanan Angus güzellemelerini okuyorum. Kurban Bayramı’nda kesilmeye direnen Angus cinsi ithal sığırlar, maceradan maceraya koşuyorlar. Evet, kelimenin tam anlamıyla koşuyorlar, yüzüyorlar, direniyorlar…

Bizim vatandaşların bu yiğit hayvanları şöyle tanımladığını söylüyor Milliyet: “Hayvan değil canavar!” Yok canım, o kadar da değil. Anavatanları İskoçya’dan dünyaya -özellikle de ABD’ye- yayılan Angus’ları besleyen çiftçiler onları öyle canavar falan diye görmüyor. Daha romantik bir yaklaşımları var. Otlaklarda dev cüsseleriyle karaşın karaşın yayılan bu sığırlar, çiftçilerinin gözbebeği.

Bir de İngiltere kraliyet ailesinin… Aşağıdaki videoların ilkinde göreceğiniz, Aberdeen-Angus Sığırı Cemiyeti’nin hamisi Prens Charles, sığırların arasında bir BBC belgeselcisi havasında ağır ağır dolanırken, hayranlığını gizleyemiyor. Bayrağı büyükannesinden devralan Charles, bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun, şimdiki sığır emperyalizmine sahip çıkıyor. Eh, bu da önemli bir iş sonuçta.

Aynı zamanda da romantik bir iş. Acemi kasap görüntülerinden sıkıldıysanız, sonraki videolardaki mutlu Angus çiftçileriyle, Amerikan Angus’u belgesel fragmanına da bir göz atın derim. Belgeselin ismi bir ihtimal Beatles’ın muhteşem şarkısı “I am the Walrus”undan mülhem “I am Angus” Siz geçen senenin kanlı dizisindeki gibi “I am Spartacus” vurgusuyla okuyun.

Newsweek Türkiye'de bu Pazartesi çift sayı yaptığımız için gelecek haftayı pas geçiyoruz, ama hafta sonu eklerine tavsiyemdir: Bu kahraman hayvanların şanlı tarihini anlatma fırsatını kaçırmayın. Hem halk hem de Kraliçe aynı anda yanılıyor olamaz.









köyümde şenlik var köyümde düğün








Bundan kaçabileceğinizi sanmayın. İngiliz veliaht prensi evleniyor, siz de bundan sonra bütün ayrıntıları satırı satırına okuyacaksınız.

Prens Charles’ın mahdumu William ile orta sınıf aile kızı Kate Middleton dünya evine gireceklerini açıkladı (dünya evi ne demek, halen bilmiyorum, ama yazması havalı oluyor.) Daha fazla ayrıntıya gerek yok, çünkü zaten an gelecek, nişan sizin evin salonunda yapılıyor sanacak kadar ayrıntıya boğulacaksınız. Düğün ise, aman aman, hiç girmeyelim. Bahara, olmadı yaza, o da tamamdır!

Gördüğünüz gibi Lady Di’nin ölümünden sonra aç susuz kalan İngiliz gazeteleri, bugün itibariyle çıldırdı. Ama “Buckingham yanıyor, koş” deseler haber yapmayacak, serinkanlı The Independent’ı ayrı tutuyorum. Bakın, onlar yine İrlanda için dertleniyor. Sanırım, biraz da biz dertlenmeliyiz. Zira krizin domino etkisi oluyor, ama elin düğününün bize faydası yok.

halkın adamı



Hepsi “halk adamıyım” diyor, hiçbirisinin böyle bir fotoğrafı yok. New York çocuğu Kennedy bile, gitmiş taşraya, karışmış halkın arasına, çıkmış sandalyeye nutuk atıyor.

Bizde çok politik taşlama yapılır; ama kendimizi kandırıyoruz sanırım. Üstüne lacileri çekmiş irikıyım korumaların kareye girmediği hiçbir Türkiyeli politikacı fotoğrafı yok. Ya açılışta, törende kurdele keserken, temel atarken ya da kürsüde, iç kıyıcı toplantılarda hep aynı şeyi söylerken fotoğraf veriyorlar… Şimdi güvenlik sorunu var, diyelim, eskiden de mi vardı yani? Süleyman Demirel’i, Bülent Ecevit’i, Necmettin Erbakan’ı bu çıplaklıkta hatırlıyor musunuz?

Fotoğraf ortada, o dönemlerin Hasip ile Nasip’ine en yaklaşan politikacı bile yine o dönemlerden Kennedy’miş. Bizim halk adamlarına nal toplatıyor…

Artık internetten yayımlanan Life Magazine, 1961-63 arası görev yapan, ABD’nin 35. başkanı John Fitzgerald Kennedy’nin hiç gün ışığı görmemiş fotoğraflarını ortaya çıkardı. Politik fotoğrafçılıkla ilgilenenler buraya uğrayabilir.





erdoğan'la neşeli günler (feat. medvedev & berlusconi)




İşte özlenen tablo! Seul'deki G-20 zirvesinin ardından yazılan kuru ve renksiz cümlelere inat, Vatan Gazetesi kendi hikâyesini bulmuş. Başrollerde Erdoğan, Medvedev ve Berlusconi... Diğer 17 lider ise hasetinden çatlıyor. Yazı gazetede nasıldı bilmem ama internet sitesinde aynen şöyleydi:

"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Seul'de düzenlenen G20 zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev ile de bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeyi haber alan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de koşarak toplantıya katıldı. Üçlünün kahkahaları toplantı salonunu çınlatırken, diğer dünya liderleri ise bu zirveye özenerek baktı."

Özenerek! Evet Çin'i, ABD'yi, Fransa'yı, İngiltere'yi vs. yönetiyor olabilirsin, ama adama sorarlar, birazcık mizahtan, neşeden, insanlıktan nasibini aldın mı?

Misal Barack Obama, ABD'ye dönünce, insan ilişkilerini şöyle bir gözden geçirmiş, yeni kararlar almıştır herhalde.

Çünkü kıskançlıktan olsa gerek, kendisinde eski neşeli hallerinden eser yok.

İki fotoğrafta inceleyelim:


Aşağıda Obama'yı, önceki mutlu anlarında, keyifli ve kendinden emim bir ruh halinde görüyoruz. Başka bir toplantı. Obama'nın kıskançlığa esir olmadığı güzel günler... Erdoğan ise tabii ki rahat, dünya -liderleri de dahil- umurunda değil, özgüveni yüksek. Beri yandan, Berlusconi'ye dikkat!



Alttaki fotoğrafta ise, son G-2O zirvesinde, yaşanan o malum neşeli anlardan sonra, Obama'nın takipçiliğini görüyoruz. Fotoğrafın sağ alt köşesine bakın, işte oradalar, Obama'yla Erdoğan... ABD başkanı, bir şeyler kapar mıyım diye, halen Erdoğan'ın peşinde. Az zamanda çok işler başarmak istiyorsa, kendisine daha pratik bir şeyi, bu blogdan bir başka sayfayı okumasını öneririm. Buradan buyursun: Erdoğan'la kişisel gelişim.



Günümü aydınlatan Vatan Gazetesi'ne teşekkürler

evveli günün ağırlığı



Fotoğraf Bahar Kader'in. Kadıköy - Beşiktaş vapuru. Haftanın güzeliydi. Daha fazlası için: Otel Canopus

paris metrosunun provokatif prensesi





Metroda çalışıyor. Gizli çalışıyor. Tek başına çalışıyor. Yaptığı bir tür gerilla sanatı. Paris metrosuna geceleri veya sabahın erken saatlerinde sızıp, reklam afişlerindeki kadınları boyuyor. Yarı çıplak reklam kadınlarına türban giydiriyor.

Ertuğrul Özkök
, ondan haberdar olsaydı, muhtemelen en az birkaç gün diline dolardı.

Adı Prenses Hijab. Yaptığı iş provoke edici gerçekten. Hem de çift taraflı. “Burka yasağını” yani kadınların kamuda yüzlerini tamamen örtmesini illegal kılan -gelecek yıldan itibaren uygulanmaya başlayacak- kanunu geçen ay Parlamento’dan geçiren Sarkozy hükümetine, kapitalizmin en görünür yerinden, reklamlar üzerinden çakıyor. Hedefinde sadece hükümet yok; tüketim toplumuna da yaptığı işlerle bir mesaj yolluyor. Muhtemelen peçe ile modayı beraber tasavvur etmek istemeyen radikal Müslümanları da kızdırıyordur.

Kendisi de Müslüman mı, bilinmiyor. Erkek mi kadın mı, o bile belli değil. İlhamını Naomi Klein’in No Logo’sundan aldığını biliyoruz sadece.

Tepkileri umursamıyor. Yaptığı işin din ile bir ilgisi olmadığını söylüyor; ama Fransız toplumunda Sarkozy kanunlarıyla daha da büyüyen entegrasyon tartışmalarını ciddiye alıyor. “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik; cumhuriyetin ilkeleri bunlar ama gerçekte azınlıklar meselesi yarım yüzyılda bir gıdım bile yol almadı. Dışarıda kalanlar yine Araplar, yine fakirler, yine siyahlar ve tabii yine Çingeneler.”

Türban tartışmasına Fransa’dan bir katkı olarak değerlendirelim bu provokatif sanat biçimini. Malum, Türkiye’den sanatsal bir katkının geleceği yok. Meseleyi televizyon stüdyolarında tartışmak daha rahat galiba.

Prenses, aşağıdaki fotoğrafta. Daha fazla ayrıntı içinse haberin kaynağına buyurun.

dünyayı ateşe vermek istemiyorum

Logorama from Human Music & Sound Design on Vimeo.



Başlığı “Yalan Dünya” diye de atabilirdim ama Ink Spots’a sevgimden bu “ateşli” başlığı seçtim.

Her iki durumda da fark etmez; kısa animasyon dalında 2010 Oscar’ını kapan Logorama’yla, Newsweek Türkiye’nin bu haftaki kapak haberinin bir ilgisi var. Özet geçeyim: Ayçin Noyan ile Mustafa Alkan’ın haberi, beklenen İstanbul depreminden önce bir şansımız daha olduğunu anlatıyor. Yıkıp yeniden yapmanın gereğini herkes söylüyordu; ama Newsweek Türkiye bu işin nasıl yapılacağını da anlatıyor. Zaten, başka çare de yok.

Umarım haberi okursunuz ve yukarıdaki kısa filmi seyredersiniz. Gündelik telaşlar gerçeği örtmeye yetmiyor; yalan dünyanın sonu bir depreme bakıyor.

Fazla mesaj kaygılı bulduysanız; filmden gayrı Ink Spots meselesine de odaklanabilirsiniz; ödülünüz için filmin sonunu bekleyin:

“I don’t want to set the world in fire
I just want to start a flame in your heart.”

Logorama’yı François Alaux, Herve de Crecy ve Ludovic Houplain, kısaca H5 çekti.

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...