flamingo yolu


Fotoğrafçı Robert Haas için şans kapıyı harbiden kırmış. On yıllarca aynı noktada kıpırdamadan dursa bile bu fotoğrafı yakalayamabilirdi. Ama yakaladı. Bugünkü Guardian'ın yazdığı üzere, Meksika'nın Yucatan eyaletinde makinesini kuran Haas, Karayip flamingolarını işte böyle görüntüledi. Gerçek bir flamingo dizilişinde... Haas, kuşlar bu görüntüyü bozmadan evvel, sadece bir kare çekebilmiş. O da bu...

bir şeyi kırk defa söylersen...


Sakınan göze çöp batar. Bunca yıl “İran mı olucaz, oluyoruz, olduk yoksa” diye dertlenirsen sonunda olursun işte.

2006 yılından beri harika işler yapan –arada bir muhakkak gözünüze çarpmıştır- Frank Jacobs’un son numarası, ülkelerin mevcut fiziki harita üzerine nüfuslarına göre dağıtıldığı yepyeni bir harita.

Böyle düşününce bütün harita tepetaklak oluyor tabii. Dört ülke dışında (Yemen, ABD, İrlanda ve Brezilya) herkes dünyanın bir başka yerine sürgün. Biz çok uzağa gitmiyoruz. 72 milyonun gücü adına, yakına ve biraz daha geniş bir coğrafyaya, İran’a taşıyoruz. Yeni komşularımız, bilmem sever misiniz, Peru, Canada, Suriye, Türkmenistan, Letonya ve azıcık ucundan Cibuti (Nahçıvan misali). Tabii bir de bizim bıraktığımız yere yerleşen Uganda var (sanırım bundan sonra birilerini aşağılamak için gelişmemiş ülke olarak Uganda örneği verilemeyecek, adamlar dibimizde; neyse, siyasetçiler düşünsün)

Üzerine gevezelik etmek için bolca malzeme veren harika bir harita. Frank Jacobs bunu hep yapıyor. Adamımsın Frank!

PS. Günün anlam ve önemine uygun bir ekleme: Kuzey ve Güney Kore burada da beraber. Haritanın dibine, Güney Afrika'nın eski yerine bakın.

çok uzaklarda, gün ortasında



Gazeteler ölecek mi ölmeyecek diye konuşaduralım, basın hâlâ işe yarıyor. Bu sene Hindistan’da bir haber dergisi, Tehelka, devletin gün ortasında şiddetini belgeleyerek Hindistan IPI’nin (International Press Institute) gazetecilikte mükemmeliyet ödülünü kazandı. Ülkenin kuzeydoğusundaki Manipur eyaletinde, ayrılık yanlısı gruplar yaklaşık 30 yıldır hareket halinde. Tahmin edersiniz, hem devlet hem de halk diken üstünde. Başkent Imphal’ın sokakları sıkıntılı.

Gelelim ödülü hak eden habere. Uzun zamandır bu denli açık şiddet fotoğrafı görmemiştim. Olmadığından değil, çekilemediğinden elbette. 23 Temmuz 2009’da polis, Eyalet Meclisi’nin 500 metre ötesinde, önce kalabalığa ateş açıyor, sonra da eski bir terörist olduğunu düşündükleri genç bir adamı, Chongkham Sanjit’i çevreleyerek, apar topar bir dükkâna sokuyorlar. Bütün bu olaylar sırasında polise hiç karşı koymayan genç adamın ölü bedeni çıkıyor dükkândan.

Oradan geçen birisi yaşananları dakika dakika fotoğraflıyor ve Tehelka’ya veriyor. Polisler o kadar umursamaz ki, fotoğrafçıyla ilgilenmiyorlar bile. Sonuç: Her şeyi apaçık gösteren fotoğraflar, polislerin sonunda yargılanmasını sağlıyor.

Çok uzak, çok alakasız gibi gelebilir. O kadar değil. Birkaç isim sıralayayım: Uğur Kaymaz, Engin Çeber, Festus Okey… Herkes görmüştü. Ne oldu?

Özellikle sondaki fotoğrafların rahatsız edici olduğunu hatırlatırım.
















Haberin tamamı burada

her birimizin hayatına başka bir hakikat hükmeder




Basınımız bu nitelemeyi çok beğeniyor ama, bazı insanları övmek için "on parmağında on marifet var" demek ayıptır. Ne o öyle, çocuğunun başını okşuyor gibi! Basitçe söylemek gerek bazen: Yazar, müzisyen, sinemacı, tasarımcı ve daha bir dolu unvanla tanımlanabilecek Ümit Kıvanç'ın ben en çok romanlarını severim. 1990'ların önemli romancılarındandı; sonra nedense yazmayı bıraktı. Yazdıysa da yayımlamadı. Yine de İletişim Yayınları iyi bir iş yapmış, Kıvanç'ın bütün kitaplarını yeniden basmış.

Bazı insanlar burun büker ama ben kitapların ilk cümlelerini okumaya bayılırım. Eh şimdi, bütün romanları önümde duruyorken, buyurun Kıvanç'ın esaslı ilk cümlelerine:


Eğer o silah sesi araya girmeseydi, o sokaktaki evlerin birinde bir adam pijamasını her günkü saatinde çıkaracaktı. (Bekle Dedim Gölgeye)

Nilüfer’in, yatak odasından sızan ışığı arkasına almış donlu silüeti görmesine daha çok zaman vardı. (Aşkım Bana Resimaltı)

Göğün kararmasıyla içeride ışıkların yakılması arasında, her şeyin lâciverde bulandığı o loş ve uzun zaman diliminde değişti yaşantım. Geriye döndüm ve onu gördüm. (Gaib Romans)

Birilerini soyarak elimizde nihayet üç-beş kuruşun bulunmasını sağlayabileceğimiz yollu baştan çıkarıcı fikirlerin aramızda sıkça uçuşmaya başladığı sıralarda inşaat henüz devam ediyordu. (Kale, Erkek Hikâyeleri)

Ben senden hiçbir zaman korkmadım usta; bilirsin, korksam korktuydum derim. Ama senin için korktum.(Usta’yı Ziyaret, Erkek Hikâyeleri)

Kedi çantamı devirdi. Bir tiryaki öksürüğü, hırıltılarını geride bırakarak geçip gitti. Kepenk indi. Dolunay! (Yalnız Olmuyor)

Her birimizin hayatına başka bir hakikat hükmeder. (Siyah Makamı)

kim var imiş biz burada yoğ iken


Malum, bir ayı aşkındır Amsterdam’dayım; ama benden çok daha önce de buralarda olanlar vardı. Amsterdam’lı fotoğrafçı ve tarih danışmanı Jo Hedwig Teeuwisse, üşenmemiş, bit pazarından bulduğu eski fotoğraflarla aynı mekânlarda çekilen güncel fotoğrafları tabiri caizse, kaynaştırmış. Fotoğraflar, İkinci Dünya Savaşı yıllarından. Sonuçları görüyorsunuz. Ürpertici. Dramatik. Çekici. Güzel.

Başlığı tarihçi Cemal Kafadar’ın güzelim kitabından aldım (o da Karacaoğlan’dan almıştı). Madem başlık budur, dayanamayıp, ilgili dörtlüğü de ekliyorum:

"karac'oğlan der ki bakın olana
ömrümün yarısı gitti talana
sual eylen bizden evvel gelene
kim var imiş biz burada yoğ iken"

Jo Hedwig Teeuwisse’nin Flickr bağlantısı da burada.







ay sarayında