başka kimse kalmadı



Yaşı en azından otuzuna gelmemiş okur için, Liberation’un bugünkü ön sayfasını anlamak zor. Ciddiyetiyle bilinen Fransız gazete, ortada Libya ve Japonya meseleleri dururken neden Elizabeth Taylor’un ölümüne bütün bir kapağını ayırdı? Bu aslında gazete yöneticilerinin yaş gruplarıyla ilgili bir konu. Hani "bir dönem kapandı" klişesi vardır ya, tam da öyle oldu. Yaşı bugün altmış civarında dolanan gazetecilerin bildiği son büyük oyuncu da dün öldü.

Bizim kuşağın pek idrak edebildiği bir durum değil. Biz, Elizabeth Taylor’u “Michael Jackson’un kankası” eski oyuncu diye biliriz. Tabii bir de menekşe gözlü kadın olarak. Oyun gücünden de, bizden yaşlı sinemaseverlere ne anlam ifade ettiğinden de haberimiz yoktur. Liberation’un bugünkü sayısı işte bu yüzden önemli. Çünkü bu manşeti hazırlayan kuşağın, eski büyüklerden kimsesi kalmadı artık. Yapabilecekleri son saygı duruşunu da bugün yaptılar.

Şöyle örnek vereyim. USA Today, “daha büyük bir oyuncu yoktu” diye manşet atmış, Daily Mail “tanrıça öldü” diyor. New York Times kimselere layık görmediği iki koca sayfasını ölüm yazısına ayırmış. New York Post, dile kolay, tam 10 sayfa görmüş haberi…

Bir ipucu: Bizdeki haberlerin ne kadar büyük olduğuna bakarak, gazetedeki etkin yaş grubunu çıkartabilirsiniz.

evet mi, hayır mı, söyle bana nedir senin cevabın?



Anket hazırlamak, gazeteciliğin en sıkıcı işlerinden biri. Daha da sıkıcısı, bir anlam ifade ediyor iddiasıyla bu anketin sonuçlarını yayımlamak. Ne sorarsan sor, ya yeterince oy gelmez, ya da birtakım tarafgir okurlar defalarca oy kullanır. Her şey düzgün yürüdü diyelim, sonuçların kimi temsil ettiğini söyleyebilir misiniz? Kısacası, bir halta yaramaz anketler. Düzelteyim, bir halta yarar: Aylak okurun ilgisini diri tutar. Newsweek Türkiye’de bu hataya düşüyorduk, ileride yine düşeriz, biliyorum.

Anketlere gıcık olan İngiliz tabloid Daily Mail arada bir okurlarına tuzak kuruyor. Yukarıda da tuzaklardan biri var. Çocukların kendi televizyonuna sahip olabilecekleri en küçük yaş ne kadar küçüktür? Evet! Hayır! Cevap verenlerin yüzde 73’ü evet demiş.

Daha güzeli aşağıda. Aklınızla mı güzelliğinizle mi tanınmak istersiniz? Aynı tuzak. Millet yine oyunu kullanmış. Okur da belki dalga geçiyordur demeyin. Sakın! Bir şey biliyoruz da söylüyoruz…

Kaynak: The Media Blog

bu da mı gol değil?


Üç gün evvel, gazeteler savaş konusunda çok gayretkeş diye yazmıştım. Bir operasyon olmaya görsün, ön sayfaları hemen füzeler, bombalar, uçaklar kaplıyor. Kaddafi güçlerini hedef alan Şafak Yolculuğu harekâtı da aynı minval üzere sürüp gidiyor.

Yalnız bir sorun var. İspanyol gazeteleri de diğer Avrupalılar gibi savaş çığlıkları atarken, Zapatero’nun dünkü sözleri kılçık gibi battı boğazlarına. Pardon, savaşta değiliz, anlamına gelen ifadeler kullandı başbakan. Operasyon ayrı, savaş ayrı hesabı…

Tam da üniformaları çekmiş, botları bağlamışken yapılır mı bu şimdi? Madrid’li gazete La Razon da çok bozulmuş; ön sayfasını savaş kanıtına ayırmış. Mesele şu: Savaş gemisi hazır mı? Hazır. Asker var mı? Var. Yavuklusu gelmiş mi? Gelmiş. Öpüşüyorlar mı? Hem de nasıl… E şimdi savaş değilse nedir bu?

Savaş medya için bir çocukluk hastalığı herhalde. Sağlamasını bizim gazetelerde de yapabilirsiniz.

amsterdam'da pek sidikli bir dükkân




Amsterdam neşeli bir şehir. Güneş yüzünü günler sonra gösterdiğinde daha da neşelendi, hatta zıpırlaştı. Böyle günlerde şapkasından tavşan çıkarıyor. Kanallar üzerinde Totaliter Sanat Galerisi gibi dükkânlar keşfedebiliyorsunuz.

Ama Amsterdam’ın, en uyduruk caddesi Kalverstraat’ta (alışverişe indirgenmiş bir İstiklal Caddesi olarak okuyun) bile bize bir sürpriz hazırlayacağını tahmin etmezdim...

Bir dükkan kapısında temiz beyaz önlüğüyle pek heyecanlı bir abi… Buralardaki adetin tersine çığırtkanlık yapıyor. Sesini de duyuruyor doğrusu; gelip geçen herkes vitrinine bakıyor dükkânın. Ne satıyor peki? Eh, biz de bunu merak etmiştik işte.

Biraz bakınınca mesele aydınlandı. Meğer ki pratik Hollandalılar’dan dünyaya bir hediyeymiş. Tuvalet dükkanı, 2theloo. Temiz, ferah bir mekânda hacet giderme imkânı sağlıyor. Üstüne bir de kola, gazoz, mendil, sakız vs. gibi bir şeyler isterseniz, büfesinde hazır. Üstelik tuvalete girene indirimli. Yok, ben illa da gereksiz bir şey alırım, banyo süsü, süt kupası var mı, diyorsanız, onlar da mevcut. Diyen yok mu sanki? Olmaz mı?

Sonuç: Denedik, iş görüyor. Günahı bir euro. Biraz nette de araştırdım: Amsterdam’dan dünyaya açılacağız diyor mekânın sahipleri. Hazır İstiklâl’in içine ediliyorken, böyle bir konsept İstanbul’da da tutar.

ne ara girdik biz bu savaşa?



280 küsur gündür hükümetsiz yönetilen Belçika da, Libya’ya yapılan operasyona katıldı. İyi de, ortada hükümet yokken savaşa kim girdi? Parlamentoda bir toplantı yapılmış; 126 parlamentodan 125’i oluru vermiş. “Sürreel bir karar” diyor memleketin gazetesi De Standaard. “Demek ki ortada işleyen bir mekanizma varmış. Kendi ülkesinde hükümet kuramayan ama Libya hakkında ortak görüşü olan bir mekanizma.”

Bana sorarsanız, Belçika’nın zaten hükümete ihtiyacı yok. 280 gündür bir şey fark etmedi, bundan sonra da etmez. Yalnız Belçikalılar da bunu anladıklarında fena içerleyecekler. Bu ülkeye de ihtiyacımız yokmuş madem, diyip, bölünürler o vakit.

ay sarayında