niente nucleare


İtalya’da bütün gazetelerin manşeti aynı bugün. Berlusconi hükümetinin yeni nükleer santral projelerini rafa kaldırdığını söylüyorlar. Corriere della Sera’ya göre örneğin, yeni santraller için iktidar daha fazla bilimsel kanıta ihtiyaç duyuyor. Erdoğan'ın kankası Berlusconi, nükleer cephenin en ateşli savunucusuydu, şimdi bu dönüş niye? La Stampa –ki Silvio'yu hiç sevmez- başbakanın 12 Haziran’da yapılması planlanan nükleer referandumdan korktuğunu yazıyor. Yani o güne kadar frene bastılar. Hani yine aynı gün genel seçim yapacak bir başka ülkenin başbakanı da çaktırmadan frene basmıştı ya, o hesap…

Bir soru: Tüp müp denilince esip gürlüyoruz da, geri adım atılınca neden keyfini çıkartmıyoruz, kötü bir şey mi yani kampanya kazanmak?

umur talu'dan omurga tarifi...

Umur Talu, güzel insandır. O, medyada bugüne kadar hakkında kötü söz duymadığım nadir gazetecilerden biri (ki tahmin edersiniz, bu çok çok düşük bir rakam.)

Geçenlerde, boş geçmesin diye, Ahmet Şık'ın Bilgi Üniversitesi'ndeki dersine girmiş. Dersten sonra Habertürk Pazar'da Elif Key'e şunları söylüyor:

*** Öğrencilerin neredeyse hepsi direkt köşe yazarı olmak istiyor. Onlara, bir günde de köşe yazarı olabileceklerini ama 30 sene sonra da olmayabileceklerini söyledim; çünkü bütün köşe yazarları gazeteci değil, bütün gazeteciler de köşe yazarı değil.

*** Muhtemelen çoğu gazeteci olmak istemiyordur aslında... Ben sadece merak, katma değer, emek, bu arada da boyun eğmemekten bahsettim. Omurganın sırf tavizsiz bir karakterden oluşmadığını, aynı zamanda işini de iyi yapmakla ilgili bir şey olduğunu bilmeleri lazım, çünkü “Benim karakterim çok sağlam” demekle, eğilip bükülmemekle gazeteci olunmaz.


İki önemli saptama... Omurga meselesine tümden katılıyorum; kendi işinin ancak çeyreğini o da yalapşap yapıp yükü arkadaşlarının omzuna yıkan ama twitter'dan etrafa onur, şeref, haysiyet diye bağıran insanlardan yıldım.

Talu, keşke Türkiye'deki köşe yazarlığının dünyadaki örneklerine benzemeyen ucube bir format olduğunu da anlatsaydı. Bir köşeye kurulup her konuda ahkam kesmenin saçmalığından, bunun gazetecilikle ilgisi olmadığından bahsetseydi.

Bir insan hem şarap, hem aşk, hem Galatasaray, hem Suriye krizi, hem seçim kritiği, hem daha bilmemne yazabilir mi? Her gün... Yazsa da bütün bunların hepsinden herhangi bir okurdan fazla anlayabilir mi? Peki bir okur kendisinden daha fazla bilmeyen ve bunu sürekli açık eden bir yazarı ısrarla neden takip eder?

Herkesin bir uzmanlığı olur, o konuda yazar. Kalbinizi tedavi ettirmek için göz doktoruna gider misiniz? Ama hem kalp hem göz tedavisi hakkında bile yazan insanları okumak zorunda kalıyoruz. Tabii, bu arkadaşlar omurga sahibiyse dert etmemize gerek yok, değil mi?

Elif Key'in röportajının tamamı şurada.

pulitzer alacak gazete ilânından belli olur


Şu blogun tazecik ömrüne bir adet “ben demiştim” sıkıştırabiliyorum ya, ne mutlu bana… Evet, ben demiştim! En azından haberini vermiştim. Dün dağıtılan Pulitzer ödüllerinin araştırmacı gazetecilik için olanı sürprizdi; ödül, kendi yağında kavrulan bir yerel gazeteye, Saratosa Herald Tribune’a gitti. Daha doğrusu gazetenin muhabiri Paige St. John’a. Miami emlâk sigortası sistemini altını üstüne getirdiği için..

Peki ben ne demiştim? Saratosa Herald Tribune, geçen ay gelmiş geçmiş en tatlı ve sahici gazetecilik ilânını vererek, bizim sıkıcı mesleğe kendi keyifli imzasını atmıştı. Gazete ilânda, “ufak tefeğiz diye Karamürsel sepeti sanmayın, bir gün Pulitzer’i de alacağız” diyordu. Aldılar işte, ne diyelim, bravo... Söz konusu ilân aşağıda. Fotoğrafta da ilânın yazarı genel yayın yönetmeni Matt Doig ile Pulitzer sahibi St. John’u görüyorsunuz. Arka planda yazıişlerinin kalanı, ödül haberinin geldiği o kutlu anı idrak ediyorlar….

“Biz burada çabuk tarafından araştırmacı gazetecilik yapıyoruz; lazım geldiğinde de birkaç gün yayımlanacak mini projeler hazırlıyoruz. Ama her yıl, bizim çapımızda bir gazete için çok hırslı sayılabilecek işler kotarmaya da çalışıyoruz ki bir gün Walt Bogdanich şöyle demek zorunda kalsın: “Saratosa bilmem ne gazetesinin benim yirminci Pulitzer’imi elimden aldığına inanamıyorum.” Birçoğunuzun halihazırda bildiği üzere, bu tip işler cehennem azabıdır, ruhunuzu emer, kendinizden şüpheye düşürtür. Ama eğer siz, temizlikten uzak muhabirlerle dolu, ufak, kapalı bir ofise tıkılıp, çoktan ölmüş olmanızı isteyen güçlü kuvvetli kurum ve insanlara kafa tutan veritabanlarını, binlerce dokümanı tek tek girerek sıfırdan oluşturmayı kabul eden bir tür sapıksanız; üstelik bütün bunları da ödül kazanması muhtemel işinize şöyle bir bakıp bulmaca sayfasına yollanan okurlara sahip olma şerefi adına yapıyorsanız, yani bu size gazetecilik gibi geliyorsa, tamamdır, bizim aradığımız sapık sizsiniz.

Florida’nın şöhretinden bihaber olanlara not: Burası ülkenin en çok haber üreten eyaleti ve bunun sebebi de muhteşem kamu arşivi yasaları değil. Bizde her türlü yolsuzluk, şiddet ve şerefsizlik bulunur. 11 Eylül’ü yapan teröristler burada eğitildi. 11 Eylül’ün olduğu dakikalarda Bush anaokulu çocuklarına burada hikâye okuyordu. Yeni valimiz bir zamanlar, yaptığı vurgunlardan dolayı rekor cezaya çarptırılmış bir sağlık şirketi işletiyordu. Kasırgalarımız, yangınlarımız, petrol sızıntılarımız, tahtakurularımız, hastalıklı narenciye ağaçlarımız ve hamamböceği istilalarımız eksik olmaz (sadece birini uydurduk) Disney World de burada ve plajlarımız da, yani bütün ailenizi getirin."

şeker gibi kapak



Biraz gecikmeli olarak geçen haftanın güzelleri… New York Times Magazine üç haftadır listemde, bu haftada fena kapak yapmışlar; kapak haberleri (hain şeker) de ayrıca güzel, tavsiye ederim. Observer’in kapağı da çişli ama tatlı, üstelik lafı da esprili. İngiliz moda/stil dergisi Stylist göz alıcı, Süddeutsche Zeitung Magazine temiz, sade ve New Yorker bu haftaki kapağıyla çok ayıp ediyor.




değirmenin üstü her gün yel olmaz



YSK, bağımsız milletvekilliklerine taş koyunca Sırrı Süreyya Önder, doğru göndermeyi yaptı: "Fırıncıya söyleyin, ekmek de vermesinler." Bu kadar yasakla bu ülke nereye gidecek? Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiiri, günün anlam ve önemi üzerine; ama sade bugünün değil, artık belli ki her günün... Kısaca: Delirtmeyin!

hey göklere duman durmuş dağlar hey
değirmenin üstü her gün yel olmaz
dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
sen söylersin o susar mı bel olmaz

ay sarayında