cumhurbaşkanı kraliçeye karşı (raund 1&2)


Hollandalılar dakikliğiyle ünlü. Aynı şekilde davranmayana da kızıyorlar. Belli bir saatte randevu kesmişsen, tam  o anda orada olacaksın. Trafik yoğundu, teker patladı, evim yanıyordu, yok! Randevu randevudur...

Farklı milletlerden bir grup insan bir partiye katılıyorsa, ilk gelen Hollandalılar'dır. Parti saat yedide başlıyor mu dendi; bir Hollandalı yedide orada olur. Amerikalı, Fransız ya da Türk dokuza doğru teşrif ettiğinde, Hollandalı'nın ortamdan ayrılma vakti çoktan gelmiştir. Tuhaf bana kalırsa, ama ne yaparsın, böyleler.

Cumhurbaşkanı Gül'e bunu kimse anlatmadı herhalde. Kraliçe Beatrix'le randevusuna on beş dakika gecikti. Garibim Beatrix, Amsterdam'daki Kraliyet Sarayı'nın kapısında hiçbir yere kımıldamadan bekledi de bekledi. Hava da soğuk. Algemeen Dagblad gazetesi kraliçenin huzursuzlandığını, keyfinin kaçıp yüzünün asıldığını yazdı. Üstteki fotoğrafta da görebilirsiniz. Bizde devlet geç gelir, ama o nereden bilsin.


Gül'ün bu aksaklıkta muhtemelen bir günahı yoktu. Ama Kraliçe yine de rövanşı aldı. Ertesi gün Hollanda Aslanı nişanı verdiği Cumhurbaşkanını bu defa Lahey'de Binnenhof'tan uğurlarken yüzünde güller açıyordu. Neden mi? Çünkü Gül'ün heyetindeki korumalardan biri araba çalışınca dengesini kaybedip düşmüştü. Bir gün önceki sıkıntısından belki, Beatrix de kendini tutamayıp kıkırdadı. Algemeen Dagblad keyifli Kraliçe'yi bu defa ön sayfaya taşıdı. Yakışıyor mu şimdi!

Rövanş işte! Ama maç bitmedi. Kraliçe Beatrix 13 Haziran'da Türkiye'de.

Asabi kraliçe fotoğrafı: Antoin Peeters
Gülen kraliçe fotoğrafı: Patrick van Katwijk

başbakan ve bisikleti



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül burada. Sevdiğimiz tabirle "temaslarda" bulunuyor.

Bugün de Başbakan Mark Rutte'yle temas etti ki, bir detay olmasa medyamız öyle üstünkörü geçip gidecekti.

Rutte görüşmeye bisikletine atlayıp geldi. Güzel tabii. Herkes bisiklet kullanıyor, başbakan da kullansın. Ahmet Necdet Sezer'in Migros alışverişini kendisi yapmasını ya da kırmızı ışıkta beklemesini, Erdal İnönü'nün şemsiyesini kimselere kaptırmamasını severdik. Bisiklet kullanan başbakan da bize sempatik gelir. Doğaldır, hoşuna gitti Türkiye medyasının. "Halktan biri" sıfatını şak diye yapıştırdı.

Buradaki bakış biraz farklı. Medya, Başbakan'ın imaj çalışması yaptığını yazıyor. Tam da o "halktan biri" sıfatına oynamak için.

Hadi bir de dedikodu vereyim: Rutte'nin, bisikletini ancak birkaç yüz metre sürdüğünü, sonra da kendini bekleyen makam aracına binip gittiğini söyleyen de var. Bir yere gelirken de aynı şekilde yapıyormuş tabii. Arabadan in, bisiklete bin, halkın arasına karış... Ben görmedim, günahı söyleyenlerin boynuna.

Bisiklet meselesinde Hollandalılar haklı olabilir. Gerçekten de biraz imaj çalışması kokuyor. Yine de benim Rutte'yi takdir ettiğim bir başka mesele var. Buraya ilk geldiğimde Newsweek Türkiye için yazmıştım (blogda da var, şuradan bakabilirsiniz.) O günlerde Rutte kabinesini yeni kurmuştu ve haftada iki saatliğine yaptığı bir işi başbakan olduğu için bırakmak istemiyordu. Bir lisede sosyoloji ve yurttaşlık bilgisi öğretiyordu. Parlamento'ya dilekçe verdi; öğretmenliği sürdürdü. Yani Hollanda'da doğrudan Başbakan'dan yurttaşlık bilgisi dersi alan çocuklar var.

Son not: Başbakan bisiklet kullanıyor ama o bisiklet Gazelle. Epey de pahalı bir modeli. Benim sekizinci el bisikletimle karşılaştırınca Ferrari'ye biniyor sayılır. Hani nerede halkçılık!

Fotoğraf: Hebbedekiek, Roel Rozenburg

bakana bakanlar


Bakana bakmak bazen bakmaktan daha zevkli geliyor. Bir kadının ardından bakan erkeklere bakmak mesela; minibüse binen kadını baştan aşağı süzen diğer kadına bakmak. Haince bir zevk.

Nihai noktası fotoğrafçıya bakmak. Bizim için bakanlara... Hollanda'nın epey sıkıcı siyasi sahnesini (gerçi neresi eğlenceli ki?) takip eden bir grup fotomuhabir birbirlerine baktıkları bir internet sitesi kurmuş; ismi hebbediekiek. "Poz ver" gibi çevrilebilir Türkçe'ye.

Poz vermiyorlar elbette; kan ter içinde işlerini yapıyorlar; ama iyi de poz çıkıyor doğrusu. Sonradan bakıp eğleniyorlardır. Buraların siyasetine de başka türlü katlanılmaz zaten.


kaplumbağaları beklerken

"Viyana'daki ilk gecemde, Jonathan Carroll beni Tuna kıyısına götürdü. Nehre inen basamaklarda oturduk. Etraf köpeklerini gezdirenlerle doluydu. İnsanlar küçük baş hareketleriyle birbirlerini selamlıyor, köpekler dostça koklaşıyordu. Jonathan gözlerini karşı köprüdeki bir kadına dikip bakmaya başladı. Kadın o kadar yavaş hareket ediyordu ki, salyangozların çektiği bir kızağın üzerinde olduğunu düşündüm. Bir saat sonra nihayet önümüze geldi ve Jonathan'ı tanıyıp selamladı. Jonathan da saygıyla karşılık verdi. Kadının yanında iki kaplumbağa görünce şaşırdım. Etiyopya çöllerinden sürgün kaplumbağalar... Kadın her gece onları gezdiriyordu; Jonathan ise geçişlerini hayranlıkla izlemek için orada hazır bulunuyordu. "Yazarların işi budur, Conroy" dedi. "Kaplumbağaların gelmesini bekleriz. Onları gezdiren kadını bekleriz. Sanat böyle işler. Tavşan ya da yarış atıyla olmaz. Tüm sırları barındıran kaplumbağalardır. Sabır gerekir."

Pat Conroy / My Reading Life

ay sarayında