kayayı çıkartmıştık tepeye kadar

Önce bir problemden doğan zarif gazetecilik: Ön sayfayı, yenilse de, kendi ulusal kahramanınıza ayırmanız gerek. Beri yandan diğer tarafta, maçın galibi, tüm zamanların en büyük sporcularından biri duruyor. Ne yaparsınız? Guardian ikisini de bir araya getirmiş ve sayfasını dokunaklı bir baba öğüdüyle hazırlamış. Robert Federer'den oğlu Roger'a: "Kazanınca ağla. Kaybedince de ağla. Spor budur. Ama sakın hile yapma." Ace!

Biraz da Murray: Yıllardır bu adamı seyrediyorum. Dört defa finalde kaybetti, üçü Federer'e. Dünyada hiçbir sporcunun üzerinde bu denli baskı yoktur. Olmasın da zaten. Modern bir Sisifos gibi kayasını zirveye bir adım kalasıya çıkartıyor. Sonra yine aşağıya. Gözyaşlarıyla... Turgut Uyar'ın 'Vakitsiz Uykulardan'da dediği gibi: "kayayı çıkartmıştık tepeye kadar / ufacık ufacık bir şey / itecek kadar."

Umut hep var. Murray'nin yeni hocası eski bir efsane, Ivan Lendl. Ortak noktaları: Oynadıkları ilk dört Grand Slam finalini kazananamak. Lendl kariyerinin kalanında sekiz defa kazandı. Murray ise daha 25 yaşında.Yapabilir. Reçete yine aynı şiirde: "En sert sesini edin en zorlu tavrını al."

Yapabilir...

telefonun çalmıyorsa bil ki benim

Eski defterlerimden birine not almışım: Telefonun çalmıyorsa bil ki benim. Jimmy Buffett...

Kimdir bu adam? Tamam havalı bir laf da, niye ve nereden not almışım? Birkaç satır aşağısında bir de Murat Menteş cümlesi var. Belki onun bir kitabından... Hangisi peki? Dublörün Dilemması mı Korkma Ben Varım mı? (ikisini de okudum; ilki iyi, ikincisi eh işte.)

Her neyse, cümleyi İngilizce'ye çevirip Google'da aradım. James William 'Jimmy' Buffett beklediğim gibi bir Amerikan şarkıcı çıktı.  Aradığım cümle de bir şarkısının ismiymiş: If the phone doesn't ring it's me. Huysuzluğum üzerimdeydi, şarkıyı pek beğenmedim.

Bilmemek ayıp değil; yazarmış da Buffett. Üstelik çok da ünlü bir yazar. New York Times Bestseller listesini sallamış zamanında.

Wikipedia'dan, bana enteresan gelen bir başka notla devam edeyim. Bu girişken abimiz çok sevilen iki şarkısının ismiyle (Margaritaville ve Cheeseburger in Paradise) birer restoran zinciri de kurmuş. Her tarakta bezi var yani.

Neyse uzatmayayım. Sonu yok çünkü. Bütün bunları niye anlattım, ona geleyim. Kaç gündür arayacağım (hatta "kaç aydır" demeli) denk getiremiyorum bir türlü. Dostlarım kızmayın, hep aklımdasınız. Telefonunuz çalmıyorsa bilin ki benim. Şaka değil.

yolda

Beni sadece çılgın insanlar ilgilendiriyor, yaşamaktan, konuşmaktan çılgınca zevk alanlar, her şeyi aynı anda arzu edenler, sıradan şeylere ilgi duymayan ve sıradan laflar söylemeyenler.... gece boyunca havai fişekler gibi yanıp duranlar.

Jack Kerouac - On the Road

çok mutluyum suphi abi


Bugün bir arkadaşım, Facebook'ta taşı gediğine oturtmuş. Yanıbaşımızda dünyanın en önemli deneyi süregiderken (biliyorsunuz, sonuçlarından biri bugün açıklandı) bizim kendi çapsız tartışmalarımızda nasıl boğuldumuzu söylüyor. Daha doğrusu, yukarıda gördüğünüz şu Yiğit Özgür karikatürüne söyletiyor (sağolasın Gürol.) Haksız değil.


Evet, İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), Higgs Bozonu'nun bulunduğu açıkladı. Türkiye'nin bu işlere en çok kafa yoran yazarı İsmet Berkan da elini çabuk tutup, Hürriyet'in internet sitesine meseleyi taze taze yazdı. 


Bu da, Berkan'ın Seçmece isimli blogu (internette ilgisini çeken yazıların linkini paylaşıyor)


Bir de Guardian yazısı: Higgs Bozonu'nun yedi yaşında bir çocuğa nasıl anlatırsınız? 


Son olarak, CERN'in konu hakkında Türkçe açıklaması.

david lynch saçlı adam

Onu ilk defa Herengracht üzerinde bir köprüde gördüm. Korkuluklara dayanmış sigara içiyordum. Hızlı hızlı önümden geçti.

Neredeyse ayak bileklerine kadar inen paltosuna bir diyeceğim yok; bütün yüzünü kaplayan eski moda gözlüklerine de. Ama saçları...

David Lynch'i biliyorsunuz. Van Gogh'un "Yıldızlı Gece"sine benzer saç kesimini de. Rüzgârı bir o yandan bir bu yandan yemiş, eve gidip aynaya bakınca sonuçtan memnun olmuş gibidir.

Bu adamınki rüzgâr da değil, besbelli fırtınaydı. Başının üzerinde ufak çaplı bir kaos taşıyordu. Bir büyük perçem tam gözünün üzerine düşecekken karar değiştirip gökyüzüne yönelmişti.

Ama dedim ya, önümden hızlı hızlı geçti. O kadarı da bana yetti. Lynch ustanın hayatımızda belli bir yeri var; ustalara saygı kuşağı gereği bu tuhaf adamı da takip etmesem olmazdı.

Her zaman söylemek istemişimdir: "Paltomun yakasını kaldırdım ve yola koyuldum; kanalların üzerine yağmur yağıyordu." Tam böyle değildi ama yine de Lynch'imin peşine düştüm. Düşe kalka Amsterdam'ın öbür ucuna kadar gittik. Bir ara sokağa girdi, gözden kayboldu. Evine girmiştir muhtemelen. Hepsi bu kadar...

***

Değilmiş. Dahası da varmış meğer. Bir başka gün adamımı yeniden gördüm. Yine hızlı adımlarla yürüyordu. Yine takip ettim. Spui meydanındaki kitapçıya girdi. Bir iki kitap karıştırdı. Aynısını yaptım. Oradan çıkıp tramvay durağına girince peşini bıraktım (işin tadı da kaçmasın istiyordum; bu oyunu benim kurallarımla oynayacaktık.)

David Lynch belli ki muhitimizin adamı. Geçen gün yine rastladım. Bu defa yaz koşulları, palto yok; saçlarını da biraz kestirmiş, daha düzenli. Benim için fark etmedi. Şöyle güzel bir takibi hak ediyordu.

Dosdoğru Leidseplein'e çıktı. Bir köşeye bisikletini park etmiş meğer; binip gitti. Peşinden bakakaldım.

Beni sapık sanmanızı istemem. Ama söz konusu olan sonuçta David Lynch saçlı adam. Ustamızın bütün hikayeleri bir tuhaf yere çıkar. Bu da bir gün çıkacak.

Ya da çıkmayacak. Bazen öylesini uygun görür Lynch.

ay sarayında