dünyaya atlayan adam

Adamın atlayışını bütün dünya canlı izlemiş, yorumlamış; ne yapsanız yetişemeyeceksiniz. Ne yapsanız anında eskiyecek.

Ama işte... Zekânın küçük zarif bir dokunuşu, tek bir basit hamlesi günü de haftayı da kurtarıyor. 39 kilometre yükseklikten dünyaya atlayan, ses sınırını safi vücut geçen tek insan Felix Baumgartner'a da böylesi yakışırdı. İspanyol El Mundo'nun haftasonu dergisi büyük kapak yapmış. Baş aşağıya dünya tarihi...

vergilius'la hapiste bir yıl

Çevrilemez denilen... Çevrilemez denilen... Çevrilemez denilen... Bizim kültür sanat basını bazen vur deyince öldürüyor. Bir haftadır büyülenmiş gibi, hep bir ağızdan tekrarlayıp durdular. Beynimde yankılanıyor artık bu sözler; nereye baksam aynı. "Ahmet Cemal, 'çevrilemez' denilen kitabı, Avusturyalı yazar Hermann Broch'un "Vergilius'un Ölümü"nü Türkçe'ye çevirdi."  Peki.

Papağan gibi tekrarlamak bir kenara, muhakkak önemli bir çalışmadır Ahmet Cemal'inki. Bazen çevirmenler böyle yorucu işlere soyunur, kazanan biz oluruz. Ben Broch'a aşina değilim ama başka bir meseleyi tesadüfen öğrenmiştim. Vergilius'un kendisini çevirmek de zor. En azından okuduğum en harika yazarlardan Daniel Pennac böyle söylüyor. Buyurun Silahlı Peri'ye: 

"Sizi tutuklamak zorundayız Bay Stojilkoviç," dedi Pastor.
"Tabii ki."
"Ruhsatsız silah bulundurmakla suçlanacaksınız."
"Bunun cezası ne kadardır?"
"Sizin durumunuzda sadece birkaç ay," diye cevap verdi Pastor.
Stojilkoviç biraz düşündü sonra çok doğal bir şekilde: "Birkaç ay hapis yetmez, en azından bir yıla ihtiyacım var," dedi.
Üç polis birbirine baktı.
"Neden?" diye sordu Pastor.
Stojilkoviç, gerek duyduğu süreyi dikkatle hesaplayarak biraz daha düşündü sonra sakin bas sesiyle şöyle dedi:
"Vergilius'u Sırp-Hırvat diline çevirmeye başladım; bu hem çok uzun hem de hayli karmaşık."
 Silahlı Peri - Daniel Pennac (Türkçe'ye çeviren Selda Arkan, Metis Yayınları)

ön sayfadan bağırmak

Hükümet, şirket, reklamveren... Ön sayfalar bunların. Gazeteyi insan okuyor da, onun insan için olduğu unutuluyor.

Bir memleketin en önemli olayı neyse onun çıkmasını beklersiniz manşete, ama çıkmaz. Ölüm oruçları mı can yakıyor mesela bugünkü gibi, grev mi, eğitim mi, sağlık mı; esas mesele her neyse kenarda kalır. Manşet çoğu kez bir uzlaşma zeminidir.

Komşu kasabadaki Ford fabrikası kapatılınca, Antwerp gazetesinin burasına gelmiş; yıkmış ön sayfadaki haberleri, tek bir fotoğraf koymuş. İçeriye de 11 sayfa açmış. Bir yazarı (Paul Geudens), fabrikayı birdenbire İspanya'ya taşıma kararı alan -ama bunu açıklamaya bile gelmeyen- şirketi fena keseliyor:

" Terbiyesiz. Kalpsiz. Korkak... İdam fermanını açıklamaya bile gelmeyen Ford Avrupa yönetimi için söyleyecek başka söz bulamıyorum. Böyle bir hakaret görülmemiştir."

Belçika'nın diğer gazeteleri de aynı havada. De Standaard, Le Libre, hatta İspanya'dan ABC bile...  Sessiz fotoğraflarla ön sayfadan bağırmışlar.

Unutulmayacak sayfalar yapmışlar... 

akşam kahvesi okumaları


* Sabah Pazar’da Fisun Yalçınkaya, işleri Espace Culturel Louis Vuitton’da sergilenen genç ressam İhsan Oturmak ile söyleşmiş. Uzun zamandır bu kadar samimi sözler okumamıştım:

“ (…) 20-30 tane iş yolladım. Onlar ‘Bize sadece Öğrenciler serisini yolla,’ dediler. Öğrenciler serisinde İsimsiz, Yaramazlar gibi birçok resim var. Elimde iki-üç tane iş de yarımdı. Ama çok samimiyetle yaptığım işlerdi. Onlara inanıyordum. Resim yaparken, bazen size o resim canlı bir şeymiş gibi geliyor. Küçük bir odam var, orada resim yapıyorum. Evimi üç arkadaşımla paylaşıyorum. Ama kimse olmadığında, yalnız kalınca, sanki o resim canlıymış gibi geliyor. Öğrenciler serisinde öyle hissettim. Okulu bitirirken, son konum olarak yapmıştım. O seriye evde devam ettim. Okulda görebileceğim nokta oydu.”

* Siren Yayınları’nın harika blogu Sirenin Sesi, Nobel Edebiyat ödülünün yankılarından bahsetmiş:

“(…) Mesele ilginç, nereden başlasam bilemiyorum. Mo Yan’ın gerçek ismi Guan Moye, ancak kitaplarını Çince ‘Konuşma!’ anlamına gelen Mo Yan mahlasıyla yazıyor. Çin’in durumu malum; Yan da sansürden nasibini almış bir yazar, o açıdan mahlası anlamlı. Öte yandan Çin cephesinde ödülün yarattığı kakafoni büyük - daha evvel (2000) Nobel Edebiyat Ödülü alan Gao Xingjian politik baskılar sonucu Fransa’ya sığındığı için Çin tarafından reddediliyor ve dolayısıyla Mo Yan’ın zaferi Çin için bir ilk olarak kutlanıyor. Frankfurter Allgemeine’nin haberine göre Çinli sanatçı/aktivist Ai Weiwei, Mo Yan’ın ödülü almasına ateş püskürmüş ve kendisini hükümet yandaşı olmakla, muhaliflere yeterli destek vermemekle suçlamış, Kuzey Avrupa’dan Herta Müller ise, ‘Favorim kesinlikle o değildi,’ diyerek Yan’ın yandaşlarından olmadığını belirtmiş. Mo Yan’ın ödülü almasına sevinenler de azımsanacak gibi değil; örneğin Publishers Weekly, Yan hakkında şöyle diyor: ‘Çin’in bir Kafka’sı varsa, o kişi Mo Yan olabilir.’”

* Hürriyet’ten Kanat Atkaya, “içime işlemiş, kırık bir güzelliktir” diyerek, Ermeni yazar Hagop Mintzuri’nin “İstanbul Anıları 1897 – 1940” isimli kitabını okura tanıtmış:  

" (...) Mıntzuri, o berbat küçümseyici ifadeyle ‘yoksulluk edebiyatı’ yapmaz, yoksuldur ve kalemi vardır, o kadar. ‘…Çoğumuz köylüyüz ve kasabalıyız. Mezelerle büyümemişiz. Tahıl ve sebzedir yediklerimiz. Etsiz veya ender olarak etle pişmiş. Eğer pişmiş bir şeyimiz yoksa çay ve ekmekle doyarız, yahut salatalık ve ekmekle, üzüm ve ekmekle. Hatta kuru ekmek ve su ile. Çoğumuz Doğulu, Asyalıyız köken olarak. Yoksulluk kuşaklarından gelmişiz. Bu kadarla yetinmeyi biliriz hiç dırdırlanmadan…’

‘... Ayakkabılarımız da eskidir. Genellikle boyarız; iki, üç, dört yıl giyeriz bir ayakkabıyı… İyice eskiyip veya delindiklerinde ikinci bir taban çektiririz birincisinin üstüne. Biraz daha ağırlaşmış olsa da daha o gün ayaklarımız alışır buna. Koyunun kuyruğu kendisine yük değildir, severek götürür…’”

* Habertürk’ten Elif Key, gayet cüretkâr bir yazıda, “anne terörü”nden bahsetmiş. İçimin yağlarını eriten bu yazı çok tepki çekecektir.

“(…) Aklı başında, sağduyulu, sakin büyütülen çocuklara, ileride sizin gibi ‘proje anneler’ tarafından büyütülen çocukların ağır mobbing uygulayacağını bugünden görüyoruz.”

Yukarıda gördüğünüz, Hollanda gazetesi Volkskrant'ın haftasonu dergisinin kapağı. NW isimli kitabını henüz yayımlayan Zadie Smith, kapaktan 'sadece yetenek yetmez' diyor. 

darüsselam'da pazartesi

Pazartesi gazetesi diye bir şey var memlekette. İncedir, tembeldir, katırkuturdur... Gazetecilerin çoğu -haklı olarak- Pazar günü tatil yaptığından, ertesi günün gazetesi az haberle çıkar.

Yukarıdaki fotoğraf, Tanzanya'nın İstanbul'u sayılan liman kenti Darüsselam'dan... Geçen Eylül'de bir pazartesi günü çektim. Darüsselam (Dar deniyor kısaca) çarşısı bu gazete bayileriyle dolu. Her iki bayinin arasında da derme çatma onlarca tezgâh var. Tek işleri gazete, dergi ve kitap satmak.

Pazartesi meselesine gelelim. Raflarda gördüğünüz gazeteler gayet kalın; oku oku bitmiyor (çoğu İngilizce olduğundan okuyabildim.) Gazete sayısı da Tanzanya nüfusuna oranla epey fazla.

Sabah erken uyanınca, bir iki saat boşluk buldum. Yanımda götürdüğüm bir memleket gazetesi (ki Pazar sayısıydı) bitti de Tanzanya'nın haftabaşı gazetesini bitiremedim. Çalışıyor gazeteciler.

Dahası okuyor Tanzanyalılar. Seviyorlar okumayı. Bizim gibi değiller.

ay sarayında