gaz sıkıp travma yaşayan polis

Yazması bile tuhaf geliyor ama yine de yazayım: Occupy Wall Street gösterileri sırasında, gençlere şiddet uyguladığı (doğrudan gözlerine gaz sıktığı yani) belgelenen polis, tazminat isteğiyle mahkemeye gidiyor. Gerekçesi, hadiseden sonraki süreç sırasında psikolojik travma yaşamak... 

Kendi yaşadığı bir kenara, gençlere yaşattığı neydi hatırlayalım: 

Söz konusu gösteriler sırasında, elindeki biber gazını arabasının camına püskürtüyor rahatlığıyla önündeki gençlerin gözüne sıkan polisi hatırlarsınız. Bilmiyorsanız da, yukarıdaki, işte bu olayın fotoğrafı. California Üniversitesi'nin Davis kampüsündeki hadise, basınımızda o çok sevilen tabirle 'infial' yaratmıştı. Sadece ABD'de değil üstelik. Fotoğraf, dünyanın dört bir yanındaki polis şiddetinin sembollerinden biri haline geldi. 

Hikâyenin buraya kadarki kısmı bizim için tanıdık ama sonrası maalesef bilmediğimiz topraklar. Kasım 2011'deki vakanın ardından açılan davada, mahkeme, üniversitenin, söz konusu polisin, ya da adıyla sanıyla John Pike'ın sıktığı gazdan etkilenen 21 gence otuzar bin dolar ödenmesine karar verdi (bir 100 bin dolar da sonradan mahkemeye başvuran eylemci olursa diye kenara kondu; davaya bakan avukatlarsa toplam 250 bin dolar kazandı.)

Mevzu yine de kapanmadı. 

Şimdi polis memuru John Pike gidiyor mahkemeye. Bütün bu olaylar sırasında psikolojik travma yaşadığı için tazminat talep ediyor. 13 Ağustos'ta bir uzlaşma komisyonu toplanacak, uzlaşma çıkmazsa polisin dava açması bekleniyor. 

Bir küçük dipnot vereyim, Pike, söz konusu olaya kadar,  yılda 121, 680 dolar kazanıyormuş. Kendisine önce sekiz ay ücretli izin verilmiş. Geçtiğimiz yılın Temmuz ayı itibariyle de sözleşmesi feshedilmiş. 

Son olarak, Pike'ın başvurusunun ardından, gençleri savunan avukatlardan Bernie Goldsmith'in ne söylediğini dinleyelim: "İdeal bir demokraside, konuşma hakkını şiddetle bastıranlar hapse atılır, ödüllendirilmez."

Bu avukatı bir de Türkiye'de dinlemek isterdim.  




inceden bir algı inşası


Batı basınının Mısır'la ilişkisi sıkıntılı. Arap Baharı diyerek adlandırdığı sürecin ilk günlerinde de böyleydi; şimdi de aynı. O günlerde meseleyi anlayana dek, züccaciyeci dükkanındaki fil gibi çok kırıp döktüler, ama bu defa sebep farklı. Darbeye darbe diyene kadar çok vakit geçti. Kendi hükümetlerinin pozisyonunu anlayıp (özellikle ABD'de) ona ayak uydurana dek etliye sütlüye dokunmayan çok haber yazıldı. Bugünkü durumda da, sokağa dökülen insanları birbirlerinden ayırmaya başladılar. Daha fenası, onları tarihsel özne konumundan soyutlamaya çalışıyorlar.

Bu sonuncusu epey incelik istiyor. İlk bakışta hissedilmeyen bir tür algı inşası...

Yukarıdaki imaj dünkü Observer'ın (ipad edisyonu) açılış sayfasından. Ordu müdahalesi sonucunda hayatını kaybedenler için 'scores' ifadesi kullanılmış. Bu denli muğlak bir ifade ('çok sayıda' anlamına geliyor), çocuklar bile bilir, ciddi bir gazetenin standartlarında böylesi bir olaya uygun değildir. Örneğin kimse 11 Eylül'de 'scores of people - çok sayıda insan' öldü demez, diyemez. Bu ifade, insanı nesneye endeksleyen, dahası yüksek bir rakamı vermekten kaçınarak algıyı tahrif eden bir ayıptır. Üstelik olayı haberleştirme imkânı çok da zor değilken... Örneğin, haberin içinde tahmini rakamları görüyoruz.. 

İkincisi, gazete olayları daha başlıkta Müslüman Kardeşler ve ordu arasında geçen bir mesele şeklinde gösteriyor ki, bu da başlı başına bir ayıp. Söz konusu başlıkta meydanları dolduran göstericiler, itiraz eden insanlar yok, sadece Müslüman Kardeşler var. Ordu, savunmasız insanlara değil, Müslüman Kardeşler'e (yani bir örgüte) saldırıyor. Protestocu kimliklerinden arındırılmış, bir örgütün dar ve belirleyici tanımına hapsedilen insanlar... Bu önemli. İnce bir iş. Haberin devamını okuyanları boş verin, sadece başlığı gören ve geçen binlerce insan için konu orada bitiyor. Sanki ortada denk bir mücadele varmış gibi...

Son olarak, alttaki fotoğrafa geçelim. International Herald Tribune'un bugünkü açılışı. Kan ve Mursi. Kanı döken ordu ortada yok. Romantik belki ama değil. Silah yok, ateş eden yok, vurulan da yok. Kan ve Mursi eşitlenmiş sadece. O kadar olaydan sonra seçilecek fotoğraf sizce bu mudur? 

Daha çok örnek var. Gördükçe üzülüyorsunuz. 

don't tell the girls that he's back in town


Amsterdam'ın harika kitabevi American Book Center'da dolaşırken gördüm. Pride and Prejucide'in yepyeni bir baskısı... Kapaktaki espri pek güzel. "Aman kızlarınızı eve kapayın, Darcy etrafta dolanıyor" deniyor. Biraz abartılı bir yorum olabilir; zira bu fotoğrafı Twitter'da paylaştığımda kızlarımız tepki gösterdi. Darcy'i yedirtmeyiz, diyen var mesela (canımsın Baharcım, selam.)  Belli ki Darcy konusunda bir hassasiyet mevcut. Bu sarsılmaz inançta özellikle Colin Firth'in Darcy'sinin payı olduğunu düşünüyorum. Adam çıtayı çok yüksellti sonuçta.

Her neyse Pulp'un esprili bir yorumla bastığı diğer klasikler aşağıda. Naçizane favorim Robinson Crusoe.






tek grafikte müteahhit muhafazakâr türkiye

2013'ten memleket manzarası...

2 adet yat limanı
2 adet beş yıldızlı otel
AVM
Kongre merkezi
Cami (muhafazakâr camiayı 'ecdad yadigârı' tersanenin halline ikna etmek için mi?)
Otopark
Restoranlar, sinema
Bir de, sosyal ve kültürel alanlar parantezine sıkışmış ne olduğu belirsiz birkaç yapı...

Yukarıdaki, müteahhit muhafazakâr memleketimizin tek grafiklik izahı.

Haliç Tersanesi alanına bunlar inşa edilecek. İhaleyi alan şirket, şehirdeki tecrübeli kuruluşlar ve kişilerle beraber hareket edeceklerini, kimseyi karşılarına almak istemediklerini söylemiş. İhaleden sonra bizlere de fikir sorulacak yani... Burası da gitmiş demektir, geçmiş olsun.

İhalenin sonuçlarıyla ilgili Milliyet haberi, 'Tamince'nin çılgın projesi' şurada. 

Pınar Öğünç'ün Haliç Tersanesi'nin şehirdeki anlamına dair, Radikal'deki muazzam yazısı ('Bunlar' tersane AVM'ye de mi karşı?' da burada. 

Grafik de Milliyet'ten (25 Temmuz 2013) 

bayrakları bayrak yapan...

Tamam, her dergi kapağını önemser ama en iyi kapak bile dergiyi sattırmaya yetmiyor. İki şey daha lazım: insanların ürünü konuşması ve reklam. İlki bu işin en mühim öğesi elbette ama reklamsız da bir hayat yok. 

Peki iyi dergi reklamı var mı? 

Çok az. Ama birazdan okuyacağınız benim bugüne kadar gördüğüm en iyi kampanya ve estetik eşiklerinin neden bu denli yüksek olduğunu bilmediğim Portekiz'den çıkma (bkz: dünyanın en güzel gazetesi

Reklama konu derginin adı Grande Reportagem. İş sahalarına uygun şekilde, beş dakikada bayraklarla dünya turu yapıyorlar.  Rakamlar, bayraklar, habercilik... Hepsi işin içinde (bazı rakamların konsepte uysun diye biraz abartıldığını söyleyebilirim, ama günahı yok) 

Somali, Çin, ABD, Kolombiya... Hiç hesapta yokken yeni bir şey öğrenmediniz mi? Haber dergisi tam da bunu yapar zaten. 

Reklamcı arkadaşlar için not: Reklam ajansı FSB, Lisbon. 










ay sarayında