rüyaların kumaşı

Bugünü, herhangi bir şeyde süreklilik sağlayarak yaşamak çok zor. Bir düşüncede, eylemde, beğenide… Alışkanlıklarımız bile süreklilik arzetmiyor artık. Kesintiye uğruyor. 

Bu post’u yazarken vakit gece yarısı… Sabahtan beri yaşadıklarımı düşünüyorum da… Bir mail, sonra bir tweet, sonra o tweet’in peşinde bir haber, oradan bir fotoğraf, fotoğraftan bir başka haber, sıkılıp Instagram, like, like, like… Tüm günümüz bunlardan ibaret artık. Döne döne bunları yaşıyoruz. Arada da çalışmaya çalışıyoruz. 

Düşünceler uçuşuyor. Rüya gibi her şey; bir noktadan başlıyoruz, üzerinde durmadan, hemen bir diğerine geçiyoruz; bir sonrakine derken, önce yaptıklarımızı da unutuyoruz. Öfkeleniyoruz, seviniyoruz, acı çekiyoruz, kıskanıyor ve beğeniyoruz. Çok geçmeden unutuyoruz hepsini. Rüyaların kumaşı işte… İncecik, varla yok arası… Süreksiz…

İnsanı yükselten, bir yere getiren, sürekliliktir halbuki. Bir şeyleri sürekli üstüne koya koya düşünme; beceriyi, fikri yükseltme… Bir beyaz kâğıdın, bu beyaz kâğıdın üzerinde kalmak bugün o kadar zor ki… 

İyi de nasıl üreteceğiz biz? 



Resim, rüyaların efendisi Magritte’ten ‘Golconde'…

zorunlu okumalar listesi

Bir önceki post’ta, Şerif Mardin’in birinci sınıf öğrencilerine zorunlu tuttuğu okumalardan bahsetmiştim. Daha doğrusu, bundan onun Mülkiye’de öğrencisi olan Mahfi Eğilmez bahsetmişti, ben aktarmıştım. Dileğim, o kitapların ne olduğunu öğrenebilmekti. Eğilmez, ikinci sınıfta Mete Tunçay’ın verdiği zorunlu okumalarını da ekleyerek, aklında kalanlardan bir liste yapmış. Eğilmez’in yazısına bu linkten ulaşabilirsiniz ama ama post’un selameti açısından buraya da eklemeliyim listeyi. 

  • Albert Camus: Veba
  • Maurice Duverger: Politikaya Giriş
  • Niccolo Machiavelli: Prens
  • Jean Jacques Rousseau: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
  • Jean Jacques Rousseau: Toplumsal Sözleşme
  • Jonathan Swift: Gulliver’in Seyahatleri
  • Platon: Devlet
  • Platon: Sokrates’in Savunması
  • Aristoteles: Politika
  • Herbert Marcuse: Tek Boyutlu İnsan
  • Joseph A. Schumpeter: Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi
  • Sigmund Freud: Totem ve Tabu
  • Sigmund Freud: Rüyalar
  • Karl R. Popper: Açık Toplum ve Düşmanları
  • Alexis de Tocqueville: Amerika’da Demokrasi
  • Karl Marx: Komünist Manifesto
  • Bertrand Russell: Batı Felsefesi Tarihi
  • Thomas Hobbes: Leviathan
  • Thomas Moore: Ütopya
  • George Orwell: 1984
  • Aldous Huxley: Cesur Yeni Dünya
  • John Locke: Hükümet Üzerine İncelemeler
  • Cicero: Devlet Üzerine
  • Jean Paul Sartre: Altona Mahpusları
  • George Sabine: Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi
  • V.İ. Lenin: Emperyalizm
  • Marco Polo: Geziler
  • John Steinbeck: Fareler ve İnsanlar
  • Şerif Mardin: Din ve İdeoloji
  • Mete Tunçay: Türkiye’de Sol Akımlar
  • Max Weber: The Theory of Social and Economic Organizations
  • Max Weber: Basic Concepts of Sociology
  • Bertrand Russell: Neden Hristiyan Değilim
  • Immanuel Kant: Saf Aklın Eleştirisi
  • Rene Descartes: Yöntem Üzerine Konuşmalar
  • Maurice Dobb: Russian Economic Development since the Revolution
  • Montesquieu: Kanunların Ruhu
  • Beydebâ: Kelile ve Dimne
  • Ernest Hemingway: Çanlar Kimin İçin Çalıyor
Bu okumalar konusuna bu aralar biraz taktım. Önümüzdeki günlerde dönüp dönüp geleceğim. Çünkü bugünlere dair temel bir düşüncem için iyi bir örnek oluşturuyorlar. Düşünce de şu: Her şey çok ama iyi bir rehber yok. Her zamankinden çok, yok.
Gelelim Mardin-Tunçay listesinin kitaplarına: Birçoğunun bu listeye neden girdiği aşikâr. Ben de bir siyasetbilimi öğrencisi olarak Machiavelli ve Platon’dan başlayarak çoğunu üniversite yıllarında ve sonrasında okudum. Beni esas etkileyen siyasetbilimi ile doğrudan ilgili olmayanlar… 

Evvela Steinbeck’in ‘Fareler ve İnsanlar’ı… Herhangi bir öğrencinin değil tüm insanlığın okuması lazım; bence tam isabet. Keza Hemingway’in ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u… Sonra, Orwell’in 1984’ü, bugün ‘E, tabii’ dedirtir ama elli yıl evvel bu kadar popüler olduğunu zannetmiyorum (Mardin/Tunçay bu listeyi bugün verse belki Margaret Atwood’un 1984’te yazdığı ‘Damızlık Kızın Güncesi’ni de eklerdi -yeni liste başka post’ların konusu, sonra döneceğim-).

Listede Freud’un eserleri şaşırtıyor… Marco Polo’nun ‘Geziler’i de… Hele ‘Kelile ve Dimne’… Bir başka sevdiğim de Swift’in ‘Gulliver’in Seyahatleri’ oldu, ekleyeyim. Sonuçta, Camus’üyle, Sartre’ıyla güzel liste olmuş. Hocaların etkisiyle, eminim öğrenciler de okumuştur bu kitapları. Yine okunur. 

Ben kendi adıma, bu listede okumadığım bazı eserleri fırsat bulup okumaya çalışacağım. Evvela, Russell’ın -varlığından haberdar bile olmadığım- ‘Neden Hristiyan Değilim’ini (Bu kısa bir makale; bir konuşma sanırım, okuması kolay; bir sonraki post’a kadar okumuş olurum, böylece artı bir). 

‘Gulliver’in Seyahatleri’ni  çocukken, çocuk baskısından okumuştum. Onu, kısaltılmamış baskısından okuyacağım ilk iş. Geçenlerde Robert Louis Stevenson’un ‘Define Adası’nı (İş Bankası Yayınları) okudum; o kadar beğendim ki… Okuduğumuzu sandığımız kitapları aslında okumamış olarak çok şey kaçırıyoruz. En azından şu yaşımızda. Kısaltılıp sadeleştirilmiş çocuk baskılarından okuduğum çok eseri yeniden okumam gerek!

Bir de Marcuse’un ‘Tek Boyutlu İnsan’ı… Yanından bile geçmedim. Okuyacağım. 

Ne kadar çok ‘okumak’lı cümle yazmışım. Dedim ya, bu ‘okumalar’ meselesine bu aralar aklım takılıyor. Bu konuda birkaç post yazacağım sanırım. İyi ya, okumak da yazmanın vesilesi oluyor. Gelecek günler için idman sayarım. 

Bir de Mahfi Eğilmez’e teşekkür etmeli… Bu güzel ve önemli meseleyi harlattığı için

PS.  Görsel Gulliver'in Seyahatleri'nden...

şerif mardin'in 50 kitabı

‘Eski Türkiye’nin bir üyesi daha gitti. Tanımayı çok isterdim Şerif Mardin’i. Ruşen Çakır’ın onunla yaptığı o çok meşhur (ve güzel) röportajda, hocanın ‘Anadolu’da bir mahalle havası vardır ki…” dediği gibi kendisinde de farklı bir ‘hava’ vardı. Bu havanın tam olarak neye benzediğini, önümüzdeki günlerde onu tanıyanların kaleminden okuruz umarım. 

O beklediğim yazılar daha klavyede işleyedursun  Twitter’dan parça parça anılar geliyor. İşte Mahfi Eğilmez… “1. sınıf siyaset bilimi dersinde 50 kitaptan sorumlu tutmuştu bizi; birçok kişi yaşamı boyunca 50 kitap okumamıştır” demiş (Cümlenin ilk yarısı etkileyici; ikincisi lafazanlıktan ibaret).

Şimdi benim kafamı kurcalayan ama bu: Neler vardı o 50 kitaplık listede? Doğrusu ben de, onun öğrencisiymiş gibi, tek tek okumak isterdim o kitapları… Hangileriydi onlar? Eğilmez söylememiş. Öğrenmenin de yolu yok artık. 

Mutfak midede, yatak odası memede, banyo kalçada

GQ'nun bu ay yayımlanan yeni sayısında, harikalar kitabı Atlas Obscura'yı ve onun saklı hazinelerini yazdım. Aşırı beğendiğim bir mekânla ilgili parçayı buraya alıyorum. Atlas Obscura'dan ayrıca bahsedeceğim. 
“Aslan yattığı yerden belli olur” mu desem, “Yuvayı dişi kuş yapar” mı? Belki ikisi birden… Meksika’nın Tijuana şehrindeki benzersiz ev ‘La Mona’ hiçbir tarife sığmıyor. En az New York’taki Özgürlük Heykeli kadar etkileyici ve Gaudi’nin Barcelona’daki Casa Batlló’su kadar da karizmatik bir kadın-ev La Mona.

Peki neden gecekonduların arasında sanatın zafer çığlığı gibi duruyor? 30 yıl önceye gidelim. Sanat öğrencisi Armando Garcia 1987’de, Tjiuana’nın iki sene sonraki 100’üncü yaş gününü kutlamak üzere bir anıt eser inşa etmek isteğiyle şehrin yetkililerine başvurur. Kafasından geçen anıt şöyle bir şeydir: Beş katlı bir kadın! 

Yetkililer Garcia’yı “Sen başka bir şeyler düşün” diye geri gönderir. Ama sanatçı başka şey düşünmez. Sağdan soldan, başka sanatçı arkadaşlarından da yardım alarak, 18 tonluk, beş katı aşan yükseklikte, bir parmağı göğü işaret eden ve her görenin dimağını çatlatan bir eser inşa eder. Ev için esinlendiği model, Garcia’nın eski kız arkadaşlarından biridir. Adını da La Mona koyar.


La Mona sadece güzel ve etkileyici dursun diye dikilmiş değil. Garcia yıllarca karısıyla (eve model olan kadın değil) onun içinde yaşadı. Yatak odaları La Mona’nın memelerinde, çalışma odası kafasında, mutfak midede, banyo ise kalçadaydı. Şu an ev, Tijuana’nın gurur kaynağı; şehirle özdeş bir eser. Garcia içinse bir çalışma atölyesi; çünkü o, yeni inşa ettiği bir başka kadın-evin içinde yaşıyor artık.

yürümek aşındırır

Her iktidar hareketten korkar. Statüko üzerine kurulmuştur onlar. Tahkim edilmişlerdir. 
Nedeni nasılı, olurunu olmazı daha aylarca tartışılacak ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ hiçbir şey yapmadıysa iki  şey gösterdi bu ülkeye: Hareketin heyecanını evvela. Masabaşı siyaset istemeyenleri sahaya çağırdı. Öyle ya, herkes sahada bulunmak ister. “Buyurun öyleyse” dedi… 
İkincisi, “Ben onla yürümem, şunla yürümem” diyenlerin oluşturduğu boş kümeyi açığa çıkardı. 
Yürümemek de haktır elbette. Ama “Hayır ben yürümeyeceğim” diye ısrarla söylenmek nedir? “Şunlarla yürümem” cümlesini kurmak, bana öyle geliyor ki yürümemenin niyetine girmektir aslında. Statükonun… Öyle veya böyle nihayetinde iktidarın… 
Bakalım harekete geçmenin, gündemin dizginlerini iktidarın elinden çekmenin meyvesini alacak mı Kılıçdaroğlu? Bir zamanlar onun yerinde olan Bülent Ecevit'e, ‘Karaoğlan’ lakabını açık havadayken vermişlerdi. Acaba Kılıçdaroğlu da onu büyütecek bir imkâna rast gelecek mi? 

Gelmese  de, bu ülkede Demirel’den beri yürümeyi hakir gören (‘Yollar yürümekle aşınmaz’ı hatırlayın) sağ iktidar zihniyetini yürüyerek aşındırmayı (bir an için bile olsa) becerdi sayılır. Demirel, daha sonra bu lafı temize çekmeye çalışırken "Kimse beni yanlış çıkarmak için daha fazla yürümemiştir" de diyecekti. 
Bir de bu oldu işte. Demirel yine yanlış çıktı.  
PS: Fotoğrafın sahibini bilen var mı?

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...