benim olmadığım yerlerde

Sedire oturup radyoyu açtım. Piyano dinlemek istiyordum ama yoktu. Sanki bütün dünya konuşuyor, dans ediyor, operaya gidiyordu. 

Şu kutunun içinde bana piyano çalacak birini bulamıyordum. Yalnızdım. Kapadım kalktım. Duvarda ‘İkindi Kahvaltısı’ asılıydı: Yapma ışıkta bozluğu daha bir boz, kahredici. Masanın üstünde sigara küllüğü vardı. Biçimsiz. Kim koymuş onu kitapların önüne? Kaptığım gibi pencereden sokağa fırlattım. Kapalıymış, cam kırıldı. Karşı apartmanın yüzünde bir perde kalktı; bir kadın kımıldamadan sokağa baktı. Yoksa o mu? Perde indi. Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?

Aylak Adam / Yusuf Atılgan 

şikâyet

Voltaire şöyle demiş: “İnsanları daha akıllı kılmayı beceremediğimden, onlardan uzakta kalarak mutlu oldum”. 

İsabet.

Biz ise hem insanlardan şikâyet ediyoruz hem de onların binlercesiyle sosyal medyada bir arada olmaktan geri kalmıyoruz. 

Belki de Voltaire’in uzağında kalarak mutlu olduğu insanlar biziz.

eski dostum kurşunkalem

Ne güzel isim koymuş romanına Şebnem İşigüzel: Eski Dostum Kertenkele… 
Niyetlensem de henüz okumadığım kitaplardan biri. Eminim iyidir.

Bir süredir kurşun kalemlerle yazıyorum. Eski dostum kurşunkalem… Azalıyor kalemler. Eriyor kurşun. Elimde kalemtıraş, çöpün başına gidiyorum. Üşeniyorum bazen. Kalem yontuları masanın üzerinde minik kelebekler gibi birikiyor. 

Kalemler tükeniyor; ben ilerlediğimi görüyorum. 

Fotoğraf: Angelina Litvin (Unsplash sitesinden)

şşşşt... usta çalışıyor



Tropenmuseum’da ‘Cool Japan’ isimli sergiyi nihayet dolaştık. Havalı bir iş ama ağza bir parmak bal çalmaktan öteye gitmiyor. Beginner düzeyinde.

Bana kalan sergideki şu fotoğraflar oldu. Biri ustaların ustası Hayao Miyazaki’nin, diğeri yine manganın büyüklerinden Yoshihiro Tatsumi’nin…

İki çalışma usulü. Düzenli, iptidai... İkisini de severim. 

Miyazaki usta giymiş esnaf önlüğünü, sakalını taramış, dalmış hayaller alemine… Tertipli düzenli, her şey yerli yerinde. Çalışmanın güzelliği için tüm koşullar oluşmuş. Emeğin ilhama, ilhamın emeğe dönüştüğü bir makineyi, tıkır tıkır, güvenle işletiyor. Kendini işliyor. İyi bir pastacı da olurdu Miyazaki Usta, iyi bir heykeltraş da. Saatlerimizi de mükemmelen ayarlardı. Önlük işte o önlük. Ancak ustanın giydiği, giyeni de usta kılan önlük. Bir gün giymek isteyeceğim önlük. 

Tatsumi’nin fotoğrafı çok çok eskilerden. Sanki kayıp bir geçmişten. “Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim” diye başlar ya Kavafis; işte çok eskiden çok, ta gençlik yıllarından, neredeyse silinmiş bir anı… Yazdır, sıcaktır; çalıştıkça yaptığın işin içinde kendi unutursun… Dağınıktır masa. Kahve, sigara, viski; o anki zehrin hangisiyse, hayallerinin yanında o yürür. Yapış yapıştır gece, üstünü çıkarırsın. Tatsumi Usta çiziyor ama sen yazarsın, yazarsın, yazarsın… Şafak söker. Uyumaya gidersin, o masada uyuyup kalmamışsan. Bedenin kendini bırakır; zihnin halen masada oturmuş çalışmaktadır. Öteyi beriyi düzeltir, sağı solu silkeler, sonra o da uyur. Emeğin mutluluğuyla uyur. 

İyi çalışan insanın fotoğrafları bile çalışma şevki veriyor, ne tuhaf. Emek de bulaşıcıdır belki.   

Aşağıda Miyazaki ve Tatsumi ustaların işleri...





nesnelerin dokusuna...

Don DeLillo terzi gibi yazıyor. Elinde bir mezura var; cümleleri, karakterlerinin ruh haline göre ölçüyor. 

Başka türlü nasıl yazılır aşağıdaki cümle: 

Küçük, inatçı bir hüznün nesnelerin dokusuna nüfuz ettiği bir mevsimdi, günün de tam öyle bir saati. 

O mevsimdeyiz şimdi... 

Beyaz Gürültü, Don DeLillo, Siren Yayınları (Çeviren Handan Balkara) 

Fotoğraf doksanlardan, Dominique Nabokov imzalı

ay sarayında