korona günleri - tek dünya tek millet tek harita

 Hollanda gazetesi Volkskrant bence en iyisini yapıyor. Şurada şu kadar kişi öldü, burada bu kadar kişi virüs kaptı demeden, bütün dünyaya dair tek bir sayı veriyor. Ülke yok, sınır yok. Sonuçta herkesi vurdu korona; herkes tedbirini alıyor, herkes korkuyor. 

İtalya’daki ölümlerden kendini ayırabilir mi Türkiye? ABD’de tek bir huzurevinde 18 kişinin hayatını kaybetmesi, tüm dünyadaki huzurevleri için önlem gerektirmiyor mu? Virüs, millet ayırıyor mu, sınır tanıyor mu?

Hep söylendi. Bazısı inandı, bazısı inkâr etti. Ama dünya en azından bu virüs açısından hakikaten küresel bir köy haline geldi. 
Bu defa aynı gemideyiz. 

korona günleri - herkes evinde

Koronavirüs, Doğu ile Batı arasındaki muazzam toplumsal farkın halen geçerliliğini koruduğunu da bize göstermiş oldu. Kontrast biraz azaldı sanıyorduk, azalmamış. 
İşte İtalya… Bugünkü La Repubblica, 'Tutti in casa' (Herkes evinde) manşetiyle çıktı. Bugün itibariyle ülkeyi kapatan İtalyan hükümeti, düne kadar topluma, çok büyük sınırlamalar içermeyen tavsiyelerde bulunuyordu. Gitmeyin, çıkmayın, etmeyin, yapmayın falan… 

Dinleyen dinliyordu; çoğu insan da bildiğini okuyordu.

Dün gazetede gördüğümde hiç şaşırmadım. Lombardiya bölgesinden, en başta Milano’dan çıkması kısıtlanan (ya da çıkmamaması tavsiye edilen) İtalyan vatandaşları yine de işleri güçleri için yollara düşmüştü. 

Gazetecilerin ‘neden böyle yapıyorsunuz’ sorusuna, burunlarını maskeyle örtmüş iki genç şu yanıtı veriyordu mesela: “İyi de biz öğrenciyiz, Milanolu değiliz, bu yasak bizi kapsamıyor.”

Roma’daki kafe-restoran işletmecileri de 'müşterilerin arasında en az bir metre olacak' kuralına (tavsiyesine) uymuyor; pratikte bunun uygulanamayacağını -haklı olarak- söylüyorlardı. “Grup halinde gelenleri ne yapacağız peki” diye soruyorlardı örneğin. 

Bu iş zaten, Romalı mekâncıların, Milanolu öğrencilerin ya da etrafta hâlâ avare avare gezmeye çalışan turistlerin meselesi değil. Bu bir hükümet meselesi. Bir salgın esnasında neyi tercih etmeli?

İtalya’daki yasak genelgesi, düne kadar, kelime seçimi konusunda biraz utangaçtı (artık değil). Yasak mı dayatalım, inisiyatifi vatandaşa mı bırakalım? Genelgenin söz seçimlerinde boşluklar vardı. O utangaçlık yüzünden, cevval İtalyanlar da buldukları boşlukları dolduruyordu.

Açıkça gördük, Batı’da böyle bir salgında bile ‘birey’, toplumun, toplum yararının önünde geliyor. Devlet otoriter olmaktan korkuyor. İnisiyatifi bireye bırakıyor. Her şey bireyin, birey derken de esasen vergisini veren vatandaşın etrafında dönüyor. Onu evine kapatmak öyle kolay değil. Kamudan önce onun çıkarını gözetiyor sistem. Aksi akla pek gelmiyor. Sisteme göre, o çıkar gözetilecek ki vatandaş da sistemin çarkını çevirecek. İşine gidecek, dükkânını açacak. Hasta olmamaya çalışacak.

Sistem bunu böyle ister. 

*

Ya Doğu’da?

Her şeyin başladığı Wuhan’da, ardından da dışarıya kapatılan tüm şehirlerde, Çin devletinin şiddetli tedbirleri insan hakları ihlalleri açısından eleştiriliyordu. Batılıların çoğu olaya bu yönden de bakıyordu. 

Evlerine zorla kapatılan insanlar; haber alınamayan gazeteciler, doktorlar…  Doğu’nun o kudretli, otoriter ve korkutucu yüzü. Peki Batı’da “Aman eve kapatsınlar hepsini, virüs dünyaya yayılmasın” diye de düşünülmüyor muydu acaba? 

Bir başka yönü daha var işin. Demokrasiyle yönetilen Japonya ve Güney Kore’de  insanlar devletin taleplerini ‘emir’ telakki ettiler. Öyle boşluk dolduracak yorumlara falan girmediler. Hayatlarını sınırlamayı, isteyerek veya istemeyerek kabul ettiler. (Bir ihtiyat payı bırakarak söylüyorum; o dillerde bir haber okuyamadım çünkü).

Soru da ortada duruyor: Bu sert tedbirler işe yaradı mı acaba? İtalya’da bu zorlayıcılık olsa, insanlar vızır vızır etrafta dolaşmasa, kafalarına göre Milano'ya girip çıkmasa daha çok can kurtulur muydu? 

Cevaptan emin değilim. 

Şu kadarını biliyoruz ama: Bugün itibariyle tüm İtalya, hükümet kararıyla, tecrit altında.

korona günleri - tuvalet kâğıdı kavgası

Korona günleri… Sosyal medyada, gelişmiş ülke süpermarketlerdeki boşalan rafların haberleri geliyor. Tuvalet kâğıtları reyonunda kavgalar çıkıyormuş. 

Bu haberler üstüne konuşurken, annem “Kavga çıkar tabii, sizin kuşak yokluğu bilmiyor, hani hep böyle anlatılır da, sizin kuşak hakikaten bilmiyor” dedi.  

Haklı sanırım. Bir ürünü piyasada bulamama ihtimalini unutan insanlarız. Paramız varsa tabii. Para böyle şeyleri unutma hakkını da satın alıyor. 

Para varsa her şey var. Markete gitmeyi, pazara çıkmayı bile hemen hemen unuttuk. Amazon, Yemeksepeti, Hepsiburada, Getir, Netflix, Youtube… Eski yeni, az çok, hızlı yavaş, her şey zaten her an yanı başımızda. 

Bu insanlardan oluşan bir topluluğa bir paket makarna bulamama ihtimali nasıl anlatılır ki?

PS: Bütün bunları fazladan bir paket tuvalet kağıdı aldıktan sonra yazdım. 

*
Üstteki fotoğraf Matteo Corner / Milano
Alttaki Fotoğraf Kevin Frayer  / Beijing

sınırda

Avrupa’nın en seçkin gazetelerinden biri NRC Handelsblad. Hollandalı entelektüellerin severek okuduğu bir gazete. 
Bu da Yunanistan-Türkiye sınırında, yani Avrupa’nın kapısında bekleyen sığınmacılar hakkında yaptığı haberden bir fotoğraf. 
Hani çoluk çocuk gaza boğulan, üzerine kurşun sıkılan, öldürülen sığınmacılar…
Seçtikleri fotoğraf bu. Sınırın Türkiye tarafını gösteriyor. İsmiyle, bayrağıyla, çoktan kabul ettiği sığınmacılarıyla. Dikenli tellerin ardındaki Türkiye. 
Kameranın durduğu taraftaysa gaz bombalı, silahlı askerler var. Göçmenlerin Avrupa’ya çıkan yolunu şiddetle kesen askerler.
Onlar kadrajın dışında. Görünmüyorlar. 
Gösterilmiyorlar.

ay sarayında