paris metrosunun provokatif prensesi





Metroda çalışıyor. Gizli çalışıyor. Tek başına çalışıyor. Yaptığı bir tür gerilla sanatı. Paris metrosuna geceleri veya sabahın erken saatlerinde sızıp, reklam afişlerindeki kadınları boyuyor. Yarı çıplak reklam kadınlarına türban giydiriyor.

Ertuğrul Özkök
, ondan haberdar olsaydı, muhtemelen en az birkaç gün diline dolardı.

Adı Prenses Hijab. Yaptığı iş provoke edici gerçekten. Hem de çift taraflı. “Burka yasağını” yani kadınların kamuda yüzlerini tamamen örtmesini illegal kılan -gelecek yıldan itibaren uygulanmaya başlayacak- kanunu geçen ay Parlamento’dan geçiren Sarkozy hükümetine, kapitalizmin en görünür yerinden, reklamlar üzerinden çakıyor. Hedefinde sadece hükümet yok; tüketim toplumuna da yaptığı işlerle bir mesaj yolluyor. Muhtemelen peçe ile modayı beraber tasavvur etmek istemeyen radikal Müslümanları da kızdırıyordur.

Kendisi de Müslüman mı, bilinmiyor. Erkek mi kadın mı, o bile belli değil. İlhamını Naomi Klein’in No Logo’sundan aldığını biliyoruz sadece.

Tepkileri umursamıyor. Yaptığı işin din ile bir ilgisi olmadığını söylüyor; ama Fransız toplumunda Sarkozy kanunlarıyla daha da büyüyen entegrasyon tartışmalarını ciddiye alıyor. “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik; cumhuriyetin ilkeleri bunlar ama gerçekte azınlıklar meselesi yarım yüzyılda bir gıdım bile yol almadı. Dışarıda kalanlar yine Araplar, yine fakirler, yine siyahlar ve tabii yine Çingeneler.”

Türban tartışmasına Fransa’dan bir katkı olarak değerlendirelim bu provokatif sanat biçimini. Malum, Türkiye’den sanatsal bir katkının geleceği yok. Meseleyi televizyon stüdyolarında tartışmak daha rahat galiba.

Prenses, aşağıdaki fotoğrafta. Daha fazla ayrıntı içinse haberin kaynağına buyurun.

dünyayı ateşe vermek istemiyorum

Logorama from Human Music & Sound Design on Vimeo.



Başlığı “Yalan Dünya” diye de atabilirdim ama Ink Spots’a sevgimden bu “ateşli” başlığı seçtim.

Her iki durumda da fark etmez; kısa animasyon dalında 2010 Oscar’ını kapan Logorama’yla, Newsweek Türkiye’nin bu haftaki kapak haberinin bir ilgisi var. Özet geçeyim: Ayçin Noyan ile Mustafa Alkan’ın haberi, beklenen İstanbul depreminden önce bir şansımız daha olduğunu anlatıyor. Yıkıp yeniden yapmanın gereğini herkes söylüyordu; ama Newsweek Türkiye bu işin nasıl yapılacağını da anlatıyor. Zaten, başka çare de yok.

Umarım haberi okursunuz ve yukarıdaki kısa filmi seyredersiniz. Gündelik telaşlar gerçeği örtmeye yetmiyor; yalan dünyanın sonu bir depreme bakıyor.

Fazla mesaj kaygılı bulduysanız; filmden gayrı Ink Spots meselesine de odaklanabilirsiniz; ödülünüz için filmin sonunu bekleyin:

“I don’t want to set the world in fire
I just want to start a flame in your heart.”

Logorama’yı François Alaux, Herve de Crecy ve Ludovic Houplain, kısaca H5 çekti.

yurttaşlığı başbakandan öğren



Biraz da yeni mekândan haber geçelim. Hollanda'da işler, Türkiye'nin tam tersi yönde akmakta. Burada ana konular değil, detaylar enteresan. Bizim memlekette esası tartışmaktan usule hiç gelemediğimizi düşünürsek, farkı anlarız. Neyse, bu meseleye daha sonra girerim, şimdi konuya atlayalım. Önce bir soru: Bir başbakanın ülkeyi yönetmekten başka ne işi olabilir?

Eh, yığınla meslek saymak mümkün. Ama Bugünlerde Hollanda’ya bakarsanız enteresan bir alternatif görebilirsiniz. Ülkenin geçen ay kurulan kabinesinin başındaki Mark Rutte, sürdürmekte olduğu bir başka işe, öğretmenliğe de devam etmekte kararlı. Hollanda’nın ilk liberal başbakanı Rutte, seçimden önce ve aylar alan kabine pazarlıkları sırasında, Lahey’deki Johan de Witt College’da her hafta iki saat sosyoloji ve yurttaşlık bilgisi dersi veriyordu. İşleri muhtemelen başından aşkındır ama Parlamento’ya derslere devam etmek istediğini çoktan bildirdi. Buna göre, Rutte, derslere, kabine toplantısıyla çakışan Cuma yerine Perşembe günü girecek.

Rutte'nin dersi başka güne kaydırma stratejisi hoş. Gerçi bunu bir de öğrencilere sormak lazım; mesela dersi kırarsanız, kendini sizden sorumlu hisseden bir Başbakan evi arayabilir. Yine de devletin en tepesindeki adamdan alınan bir yurttaşlık bilgisi dersinin nasıl geçtiğini görmek isterdim. Soracak çok soru olmalı.

kitaplarını düşürmeden koşan çocuk



Bir masal daha bitti. Tiyatrocuların sahnede ölmek istemesi gibi, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük uzun mesafe koşucusu, kariyerine New York sokaklarında, tam olarak Queensboro Bridge’de son verdi.

Haile Gebrselassie… Afrika’nın en zorlu ülkelerinden birinden, Etiyopya’dan geldiğini bağıran ismini televizyonda işitmeye ne kadar alışmıştık. Rahmetli Kenan Onuk da, anlattığı koşularda, yarışı en önde onun bitirdiğini söylemeye alışmıştır herhalde.

Bu defa bitiremedi. Uzun mesafelerde iki olimpiyat altınıyla 27 dünya rekoruna ve sayısız maraton birinciliğine sahip Gebrselassie, dizindeki sakatlık fazlasına izin vermeyince Pazar günkü New York Maratonu’nu tamamlayamadı ve göz yaşları içinde artık bıraktığını açıkladı.

Masalsı ismi, sadece atletizm pistlerine değil, masallara da yakışıyordu gerçekten. Fakir bir ailenin on çocuğundan biriydi. Okula gitmek için her gün 10 kilometre koşup, aynı şekilde geri dönüyordu. Koşmayı bu şekilde öğrendi. Tuhaf koşu stili de o günlerden kaldı. Gebrselassie, kazandığı ve kazanmadığı bütün yarışları, sanki koltuğunun altında hâlâ okul kitapları varmış gibi, sol kolunu bükerek koşuyordu.



Artık koşmayacak, ne yazık. Spor tarihinde bir devir daha biterken, sürekli atletizmden önemli bir şey olmadığını söyleyen Hıncal Uluç’un, Gebrselassie hakkında neler yazdığına baktım. Tuhaftır, henüz yazmamış (belki de hiç yazmayacak). Yazacak daha önemli bir şey var mı ki?

Bu Gebrselassie hakkında hoş bir klip:



Bu 2000 Sidney Olimpiyatları'nın efsanevi 10 bin metre finali



Bu da içinde bir sürü Gebrselassie olan Adidas reklamı

genç W'nun acıları (ya da anıları)


Fıkra değil gerçek; üstelik George W. Bush’un kendisi anlatıyor. Özetleyerek aktarıyorum:

Bush’un Rusya’ya yaptığı bir ziyarette, Rus başkan Vladimir Putin, Amerikan başkanına Koni isimli siyah Labrador’unu gösterir. Putin köpeğiyle pek övünmektedir ve Bush’a, “Benim Koni, senin Barney’nden (Bush’un köpeği) daha büyük, daha güçlü ve daha hızlı,” der.
Çok sonra bir gün Bush, bu olayı Kanada Başbakanı Stephen Harper’a anlattığında şöyle bir cevap alır: “Sana sadece köpeğini gösterdiği için şanslısın.”

W. Bush’a katlanabilirseniz, dahasını da okuyabilirsiniz; çünkü ABD’nin 43. başkanı nihayet anılarını yayımladı. Decision Points adını verdiği kitabında, W, ulusunun (ve dünyanın) kaderini belirleyen anlarda nasıl karar aldığı veya alamadığı üzerine samimi bir analiz sunuyor. Samimi diyorsam yanlış anlamayın, kendini yerin dibine batırdığı yok; sadece birtakım bilgilendirme hataları yüzünden bazı kararlarında yanlış veya aceleci davranmış olabileceğini itiraf ediyor. 9/11’i, Irak’ın işgâlini, Afganistan’a yığılan birlikleri, Katrina Kasırgası’nı ve ekonomik krizi düşünün. Adam aceleci davranmış!

Kitapta birtakım dokunaklı detaylar da var. Örneğin Katrina sonrasında, siyahi şarkıcı Kanye West’in kendisine ırkçı göndermesi yapmasını (tam olarak, Başkan’ın siyahları umursadığını sanmıyorum, demişti) başkanlık döneminin en kötü anı olarak tanımlıyor. Bunca olay dururken bunun içine oturması tuhaf.

İlla sadece kişisel bir kötü an seçilecekse, benim oyum 4 yıl önceki G-8 zirvesi sırasında Almanya Başbakanı Angela Merkel’le yaşadıklarına gider. Fotoğraflara bakınca da hatırlayacaksınız; Merkel’in oturduğu masaya seğirten Bush, birdenbire ellerini her şeyden habersiz Alman Başbakanı’nın omuzlarına koymuş ve kısa bir masaj (!) yapmıştı. Merkel bunu hiç hoş karşılamadı tabii.

Eski başkan, iyi tanımadığı bir kadına nasıl davranması gerektiğini bilmiyor olabilir mi? Olabilir pekâlâ, Teksas usulü samimiyet diyip geçmiştir belki; ama o kadar insanın (ve bütün dünyanın) önünde şu yaptığından mahcup olmadıysa, hiçbir şey ona kötü hissettiremez bence.

Aşağıda bu posta konu olan üç ismi çene çalarken görüyorsunuz. Erkekler sidik yarıştıradursun, Merkel’in, özgüven açısından Putin’den de Bush’tan da fersah fersah ötede olduğu çok açık.

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...