televizyona söz geçiremeyen bakan



Yukarıdaki videonun şimdi yazacaklarımla bir ilgisi yok. Sadece demokratik özerklik tartışması açısından kötümser bir hatırlatma yapmak istiyorum. Malum, devlet televizyonu TRT, hükümete bağlı değil, yasayla sabit, özerk bir kurum. Beri yandan, İngiltere’nin belki de ayakta kalan tek emperyal unsuru BBC televizyonu da özerk. Geçen haftalarda, İngiltere’nin muhafazakâr kültür bakanı Jeremy Hunt, çıkıp bu televizyon hakkında veryansın etti. Yayın programından şikâyetçiydi. BBC’nin yönetici ve programcılarının çoğunun solcu olmasından dem vurdu. “İmkân olsaydı, ya İşçi Partisi’ne ya da Liberal Demokratlar’a oy attığını görürdük,” diyordu Hunt. “Kamuoyunun genel çizgisinin uzağındalar.” Kamuoyu diyorsa, siz muhafazakâr kamuoyu anlayın.

Bu bir tehdit değil, şikâyet sadece. Bakan, televizyon hakkında halkına dert yanıyor. Üstelik BBC’de bu adamın soyadı hakkında daha geçen hafta gerçekten sersemce bir pot kırıldı. Canlı yayında, bir programcı, Hunt diyeceğine, dili sürçerek (belki de sürçmeyerek) cunt deyiverdi. Bu blogun terbiyesi çeviriye müsait değil, dileyen şu linke tıklar.

Eh, özerklik işte böyle bir şey. Bunun için terbiyemiz müsait, TDK özerklik sözcüğünün karşısında tam olarak şöyle yazmış: “Ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme yetkisi olan (kuruluş, devlet vb.), muhtar, otonom.” BBC’nin bu topraklardaki muadili TRT’yi düşünün ve kendiniz karar verin. Özerklik de, nereye kadar? Üstelik silahlısıyla külahlısıyla bu kadar iktidar talibi varken.

Gelelim şu yukarıdaki BBC videosuna. O da bu kaygılı blogun size BBC'li küçük bir mesajı olsun.

her ayın elemanı



Newsweek Türkiye, bu hafta “2010'un en iyileri” kapağı yaptı. Bu senenin en iyileri, benim o dergiyi yapan arkadaşlarım. Geçen sene de öyleydi, gelecek sene de öyle olacak. Başkalarının üzüntüsünden mutluluk çıkartan birileri de bildiklerini yapmaya devam edecekler… Geçen sene de varlardı, gelecek sene de olacaklar; canınızı sıktıklarında aynı hazzı duyacaklar. Anlamak zor değil. Biz enseyi karartmayalım.

o öğrencilerin halleri, çıplak Juliet ve şansı dönen balinalar



Günün bağlantıları:

* Günün en iyi haberi, kanımca gazetelerden değil, bir üniversite haber portalından geldi. Barış Uygur imzalı haber, Bilgi Üniversitesi'nin İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü öğrencilerinin hazırladığı HaberVesaire'de yer alıyordu. (Aslında Uygur'un, öğrenci mi yoksa Uykusuz'dan tanıdığımız mizah yazarı mı olduğundan emin değilim; gazetenin künyesine baktıysam da ismine rastlayamadım.)

Her neyse, Uygur, "O protestocu öğrencilerin halleri" başlıklı yazısında, 19 yıllık bir haberi takip edip, gündemi epey meşgul eden öğrenci meselesiyle ilgili sağlam bir sonuca ulaşmış. Haberin girişi aşağıda:

Sabah yazarı Emre Aköz, 16 Aralık tarihli (ODTÜ’lü sosyalistlere yakışan oyun: Uzuneşek) başlıklı yazısında “Yüzleri hiç kızarmadan parasız eğitim isteyen” öğrencilere bir de soru yöneltmişti:

“Bu protestocu öğrencilerin 10 yıl sonraki hallerini çok merak ediyorum. Sosyalistlik oynadıkları için, kapitalizmin göbeğinde sermayeye karşılar ya… Bakalım 10 yıl sonra nerelerde olacaklar?”

Parasız eğitim talebini bir yüz kızarma nedeni olarak gören Sabah yazarının “günün şartları” nedeniyle yaşadığı fikri değişimini, kendi eğitim ve öğrenimi nedeniyle devlete ne kadar borcu olduğunu hesaplayarak göstermeye çalışmıştım (Emre Aköz’ün borcu: 265 bin TL). Günümüzün protestocu, politize öğrencilerinin on yıl sonra ne olacağını bilemem elbette.

Ama bir zamanların aktif politik üniversite öğrencilerinin akıbetiyle ilgili bir örnek verebilirim...
İlgili sayfada devamını da okumanızı tavsiye ederim.

* Yazar Yekta Kopan'ın Fil Uçuşu isimli blogundan bir Nick Hornby incelemesi. Yazarın son romanı Juliet, Naked'ın şerefine.

* Greenpeace Japon balina avcılarına karşı sonuç alıyor.

Geç oldu ama oldu. Bu post'un girişindeki fotoğrafta Arjantin'in 1970'lerine damga vuran cuntanın ve cinayetlerin baş sorumlusu General Jorge Rafael Videla'yı müstakbel kıyafetleri içinde görüyoruz. 30 bin insanın ölmesinden ve kaybolmasından o sorumluydu; aklanmak için on yıllardır mücadele ediyordu, olmadı. Gücü artık yetmiyor. Darısı diğer eski cuntacıların başına. Geç olsun ama olsun.

yalnız obama'ya ne yazmıştır arkadaş!


Geçen günkü "Obama Erdoğan'ı neden telefonla aradı" entry'sine görsel ararken bir dolu fotoğrafla karşılaştım. Adam konuşmuş, mesaj atmış, konuşmuş, hiç durmamış. İsteyen bir de Başbakan Erdoğan için arar. Üşenenler için söyleyeyim, bir iki kareden fazlasını bulamazlar. Şimdi işin Ali Saydam usulü özeti: Daha sıcak bir imaj çizmek istiyorsan, iletişimini kendin kuracaksın. Konuşacaksın, yazacaksın; telefonun danışmanlarında durmayacak. Ha, Erdoğan başarısız mı? Seçim sonuçları aksini gösteriyor ama "halkın içinden geldim" mesajına rağmen bir türlü ulaşılabilir bir lider olamamıştır kanımca.

Beyaz Saray'da başkan portrelerinin bulunduğu bir salon varsa, gelecekte Barack Obama'yı elinde telefonla resmetsinler derim.






















sinirli güzel insanlar, tatlı budala ve didaktik bir okur


Günün bağlantıları:

İyi fikir, akıllı uygulama. Sonuçta ortaya çıkan çok sevimli bir blog. Yerel Gazetelerdeki Sinirli İnsanlar - Angry People In Local Newspapers, İngiltere'den geliyor. Düşünenlerin aklına sağlık. Bir göz atın, seveceksiniz.

Mehmet Açar, Habertürk'de "Seyretmekten Bıkmayacağımız Filmlerin Yönetmeni" başlığıyla müteveffa Blake Edwards'ı yazıyor. Yazarken de yönetmenin Tatlı Budala filminden hareket ediyor. "Yıllar önce Sinema Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yaparken hazırladığımız 'Seyretmekten bıkmayacağımız filmler' başlıklı dosya konusuna ilham veren film de “Tatlı Budala”ydı. Sonra bu listeye Edwards’ın en az bir iki filminin daha girmesi gerektiği ortaya çıktı."

Sinema'daki o listeyi hatırlıyorum. Açar, keşke güncelleyip yeniden yayımlasa.


Murat Yetkin'in bugünkü yazısında (Kemal Kılıçdaroğlu'na nasıl oy verelim?) çok enteresan bir okuyucu mektubu var. Mektubun sahibi, merkeze oturmaya çalışan çalışan Kılıçdaroğlu ve CHP'ye merkez sağdan neden oy çıkmayacağını anlatırken, altmış yıllık Türkiye politikasının özetini yapmış. Hem etkileyici hem öğretici... Unutmadan not edelim, Yetkin'in ismini vermediği okur (ki bu kısım açıkçası suyu bulandırıyor) ailesinin oy verdiği her partinin illa ki iktidar olduğunu söylüyor. Bugün için, tahmin edersiniz, AKP'lilermiş. Aşağıda önemli bulduğum birtakım bölümler var. Okur, merkez sağının Kılıçdaroğlu'na oy vermeme gerekçelerini üç maddede sıralıyor:

- Muhafazakâr Sünni ittifakın hassasiyetleri… Alevilerin devlet kadrolarında etkinliği, özellikle yargı içerisindeki varlığı MSİ (Okurumuz Muhafazakâr Sünni İttifak kısaltması olarak kullanıyor-MY) seçmenini rahatsız eder.

- Ergenekon ve Balyoz davaları… Bunlar o kadar önemli ki sağ seçmen için, inanamazsınız. Bizim için bu davalar 27 Mayıs’ın intikamı. Menderes’in asılmasından 50 yıl geçmiş, annem hâlâ idamların yıl dönümlerinde helva yapıp dağıtır ve tüm komşular toplanır, merhum Menderes için Yasinler okunur.

-Bizler merkez sağ seçmeni olarak Atatürk’ümüzü çok severiz, fakat Kemalist değiliz. Kemalizm’e sahip çıkmak, bizler için sineğin vızıldaması gibidir. Hatta Kemalizm bize İnönü’yü hatırlatır. O sebeple de pek iyi gözle bakmayız.

Medyaya savaş açan her hükümet kazanamıyor. İngiltere'de İş Dünyasından Sorumlu Bakan Vince Cable, medya imparatoru Rupert Murdoch'u dize getireceğinden dem vururken, konuşması gizlice kaydedildi. Akşamında, medyayla ilgili bütün sorumlulukları elinden alındı. Blogdaki görsel bugünkü Independent'ın 'Cablegate' manşet haberi. Düşündüm de soyadın Cable ise bugünlerde çok göz önünde olmayacaksın.

ay sarayında