Halen o geceyi düşünüyorum. Hiç unutmayacağım.
Tanklara, jetlere karşı koyarken vurulup düşen 240 insanı hiç unutmayacağım gibi.
Yaşananların bir darbe girişimi olduğu ortaya çıkar çıkmaz, Çınar (Oskay) ve Sebati (Karakurt) ile bir arabaya atladık, ne olup bittiğine dışarıda bakalım diye.
İstikamet, yakınlığından ötürü, havaalanıydı. Girişte bir tank bekliyordu. Arabadan çıktık hemen…
Kimsecikler yoktu daha. İki kişinin dışında… “Öldürün kardeşim bizi darbe yapacaksınız” diyorlardı. Sonra birkaç kişi daha geldi. Bağırlarını açtılar. Cesaretlerine hayran oldum. Olunmayacak gibi değildi.
Daha yarım saat önce evlerinde çay içip televizyon seyreden bu insanlar, o an tankın namlusunun önüne dizilmişti. Bunu da misafirlikte bir bardak su daha ister gibi sakince ve tevazuyla yapıyorlardı.
Askerlerse ne yapacağını bilmiyordu. Zaten, iyiden iyiye kalabalıklaşan halk tanka çıktıktan sonra, onlar da çekip gitti. Daha sonra, başka yerlerde başka tankların, başka askerlerin zulmü anlaşılınca ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettim.
Dedim ya hayran olmuştum bu bir avuç kişinin cesaretine.
Sonra binler aktı havalimanına. Belki on binler… Sert, tavizsiz, kararlı geldiler… Öfkeyle geldiler. Cumhurbaşkanı canlı yayına çıkıp çağırmıştı. Karşı durmak, direnmek için geldiler.
Ama… O tek tek hayran olduğum insanları, bu kadar kalabalıkken yadırgadım. Bu çok anlatabildiğim bir his değil. Deneyeyim: Haklıydı öfke ama havaalanında kontuarların dibine çökmüş ağlaşan çocukları, tuvaletlere sığınan yaşlı kadınları teselli de etmiyordu… Sadece kendinden olana sahip çıkan bir öfke gibiydi. Yadırgadım.
Halen o geceyi düşünüyorum.