MIT Technology Review'un genel yayın müdürü Jason Pontin, Washington Post'un Amazon'un sahibi Jeff Bezos'a satılmasının ardından, Romalı ünlü general/politikacı Crassus'un bir sözünü hatırlattı: Bir orduya sahip olmayan hiç kimse kendini zengin saymasın.
Bugünün ordusu gazete (genişletip medya da diyebiliriz.) Yirminci yüzyılın başından beri durum aynı. Tek fark, bir orduya sahip olan insanların değişmesi. Bu yüzyıl kendi zenginlerini yarattı ve şimdi onlar kendine birer ordu arıyor.
Eski dönemin gazeteleri, çok değil bir on yıl evvel, yeni medyanın potansiyeline uyansalardı, her şey çok farklı da gelişebilirdi. Ama New York ve Washington merkezli medya, kıtanın diğer tarafındaki Silikon Vadisi'nin çok uzağına düştü. Fikri mesafeleri daha da uzak. Kuşaklar boyu kültürel kodları belirleyen, bir ülkenin, dünyanın entelektüel derinliğine katkı sunan, hatta [yine dünyada] hükümetler kurup düşüren koca koca gazeteler, dünkü çocukların oyuncağı konumunda.
Bu çocuklar bu oyuncakla nasıl oynayacak? Kimsenin bir fikri yok.
Öyle ki, Bezos bile renk vermiyor. Sözgelimi, Post çalışanlarına yazdığı mektupta, mealen "çok güzel çalışıyorsunuz, zaten ben de pek karışmam, aynen devam" diyor.
Tahminler muhtelif: Gazeteyi sağa ya da sola çekebilir, belki fazla liberal bir çizgiye getirebilir. Amazon'un dünya hakimiyetini pekiştirmekte kullanabilir. Her şey mümkün.
İşte bu belirsizlik de günün gerçeği. Global ölçekte, modern zenginin ideolojik bir bagajı yok. Üstelik devlet politikalarına -kendi iş planlarına değmiyorsa- ilgi de duymuyor. Belki şaka maka modernizme dönüyoruz, hatta Bezos gibiler, şimdi servetlerinin yüzde biriyle satın aldıkları bu anlı şanlı gazeteleri ilk kuran zenginlere de benziyor denebilir. Dünyada kendilerinin de rol aldığı yeni bir sistem kuruluyor, paraları çok ve geleceğe bir isim bırakmak istiyorlar. Bir ismi sürekli tekrarlamak için her gün çıkan bir gazeteden iyisi var mı?
Bir soru daha. Sahibi bir yana, bugün bir gazete klasik anlamda iyi bir gazete olabilir mi? Halen ve her şeye rağmen? Bezos mektubunda, Washington Post'un eski sahibi Graham ailesinden ilhamla şöyle diyor: "Yola onların sergilediği iki tür cesarete sahip çıkarak devam etmek isterim. İlki bekleyebilme cesareti. Yavaşlayıp, başka bir kaynağa ulaşabilme... Sonuçta gerçek insanların itibarı, geçimi ve aileleri söz konusu. İkincisi ise hikâyeyi takip edebilme cesareti. Maliyeti ne olursa olsun."
Şu maddeler işleyebiliyorsa zaten sorun yok. Gazetenin sahibi ister yeni dünya düzeninden gelsin, ister uzaydan.
O sırada Türkiye'de... Gazetelerin başına, yeni işleri hakkında en ufak bir fikirleri olmadığı gibi, o fikri üretmeye gayret de etmeyen yeni tüccar/müteahhit sınıfı geçiyor. Burada iktidara yakın olmak yeterli. Sonuçta, hükümetin bir bakanının "konumumuz gereği mucit çıkaramayız, ara eleman yetiştirelim" diyebildiği bir ülkedeyiz. Fikir gelecek de, Amazon kurulacak da, servet birikecek de... Ohooo...
Bu kafayla, gazete okuyabiliyorsak yine iyi.
Fotoğraftakiler, Bob Woodward (sağda) ve Carl Bernstein. Washington Post'un Watergate'i ortaya çıkararak Pulitzer kazanan gazetecileri.