eski macunlar

Geçen gün bir köşe yazısında okudum. Yazar Paulien Cornelisse, diş macunu Paradontax’ın eski tadını özlediğini, ‘yumuşatılmış’ yeni tadın kendisini tatmin etmediğini söylüyor. 

Yumuşatılmış mı?! 


Ben artık alıştığımı düşünüyordum. İlk denediğimde müthiş acı ve keskin gelen o tat artık yüzümü ekşitmiyor diyordum. Yumuşatılmış meğer! 


Yazar, bir markette “eski” Paradontax satıldığını görmüş. Son kullanma tarihi 2023 olan macunlar. Epey süre önce üretilmişler. Son kutular belli ki… Market sahibi, yazarın ilgilendiğini görünce, tam 200 bin kutu aldığını anlatmış. Son kullanma tarihinin yakınlığından endişelenmiyormuş bile. Bir süre sonra fahiş fiyata satacağından emin.


Paradontax’ın kutusunda bir zamanlar şöyle yazıyormuş: “Önce tada alışmaya çalışacaksınız, sonra da vazgeçemeyeceksiniz.”


İnsan bu. 


İnsan en minnoş konularda muhafazakâr, en sert konularda liberal olabilen bir hayvan.


Bu konuların biri de bir kutu diş macunu. 

başka bir işe yaramadığında


Bu hafta 75 yaşına girmiş. Babamdan bir yaş büyük. Edebiyat dünyasında bir baba arasam da Paul Auster’i seçerdim. Öyle seviyorum.


“Öteden beri tek arzum yazı yazmaktı. Daha on altı-on yedi yaşlarımdayken bu hevese kapılmıştım, ama hiçbir zaman ekmeğimi bundan çıkarırım diye de kendimi aldatmamıştım. Yazar olmak doktor ya da polis olmak gibi bir meslek seçimi değildir. Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar, uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.”


Vallahi ben senden razıyım Paul Auster. Yeni yaşın kutlu olsun.



PS: Cebidelik (Çeviri: Seçkin Selvi).

memlekette tuhaf zamanlar

Epey uzun süre çalıştım, nihayet çıktı. Memlekette Tuhaf Zamanlar’ şimdi okurun önünde, umarım sevilir. 

Benim öteki blogun, Tuhaf Zamanlar’ın mahsulü gibi duruyor ama aslına bakarsanız, o blog kitabı yazarken ihtiyaçtan doğmuştu. Bir yandan, buradaki ‘iş’ içeriğini (ne demekse artık) oraya kaydırdım. Hatlar birbirinden ayrılsın istedim. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum, nihayetinde yaptım. 


Bu blog için de çalışmıyor değilim. Bu evin de bir mahsulü olsun istiyorum. Belki birden de fazla…


Bakalım.


PS: Bu güzel kapak Cüneyt Çomoğlu'nun işi.

ejderhalar


Eskilerden… 


Neil Gaiman, Coraline’in girişine DK Chesterton’dan şu alıntıyı koymuştu: 


“Peri masalları gerçekten de ötedir; bize ejderhaların var olduğunu söylediklerinden değil, onları yenebileceğimizi de anlattıklarından…”

gözler kalbin aynasıdır


Omicron da gelip geçiyor. Bu Covid gidecek mi?

O gittiğinde geride neler kalacak? İnsanlığa ne bırakacak?

Geçen gün bir arkadaşla konuşurken, bizim çocukların maskesiz bir dünya bilmediklerini söyleyerek hayıflandım. Arkadaşlar arasında herkesin çocuğu hemen hemen aynı yaşlarda. Üç, dört, beş… Virüsü biliyorlar, maskeyi biliyorlar, hayatı böyle sanıyorlar. Bunu söylemiştim arkadaşımıza.


İlginç bir cevap verdi. “Ama gözleri okumayı daha iyi biliyorlar” dedi. “Yüzün tek görünen yerine, gözlere konsantre oluyorlar. Gözlerdeki değişimi, duyguları bizden daha iyi fark ediyorlar.” 


Bunu düşünmemiştim. Sevinsek mi? 

 

PS: Eh, Mona Lisa hanımefendiden başka da bir görsel olmazdı bu posta. Belki gözlerden anlayan küçükler de okur diyerek sanatçıyı da yazayım: Leonardo da Vinci. 

bu bir uçurtmanın kaçışı belki de değil


Dinlediğim en güzel albümlerden biri Odamda Yolculuk. Şu şarkının klibine hiç denk gelmemişim, hayret. Mehmet Güreli’nin odası ve yolculuğu böyle bir şeymiş işte. Plaklar, boyalar, filmler, afişler, kitaplar, defterler... Hep gitmek istediğimiz, hep kalmak istediğimiz o yer... 

Bir de sessiz sedasız gelip kalbe yerleşen, o müthiş dizeler... Şarkının sözleri, bizim edebiyatın da en güçlü şiirlerinden.  

Bu bir uçurtmanın kaçışı belki de değil / Bilmem gökyüzünde aramak doğru da değil 

Kalsın burada...



logodan kaçan adam

Basketbol bildiğim bir konu değil ama iyi hikâyeye her zaman talibim. İşte bir tanesi… Geçen gün güzel podcast % 99 Invisible’da dinledim: NBA logosu, zamanının büyük basketbol oyuncularından Jerry West’in bir fotoğrafına benzetilerek üretilmiş. “Artık değişsin” diyorlar, kim olur, kim olmalı tartışmaları yapılıyor ama bütün bu tartışmalar sürüp giderken, bir kişi sürpriz şekilde öne çıkıyor. Logonun değişmesini en çok isteyen kişi… West’in bizzat kendisi. Peki neden? “Ben öyle biri değilim” diyor. “Dikkat çekmek isteyen biri değilim. Elimden gelse, bu logoyu değiştirmek için her şeyi yaparım.”

Bugünün insanının tam tersi yöne gitmiş West. Çölde vaha gibiler ama halen var böyleleri. Düşünün, dünyanın en prestijli logolarından birinden, NBA logosundan bile çıkmak isteyen biri var.


*


Podcast’te bu mesele anlatılırken, ABD’de popüler sporlardan bahis açıldı. NBA’in duyguları en çok gösteren spor olduğunu söylediler. Nasıl yani? ABD’de popüler sporları düşününce anlıyorsunuz: Amerikan futbolu, buz hokeyi falan hep korumalı, kasklı. Beyzbolda da koruma takanlar var; diğer herkes de şapkalı. Bizim bildiğimiz futbola sıra gelmiyor zaten.… Neticede insanlar, hayranı oldukları oyuncuların yüzünü birçok sporda göremiyor; duygularını anlayamıyor. Sıradan bir benzetme olmasından korksam da yine de yazayım: Gladyatörler de biraz böyle değil miydi? 


*


Bir şey daha… NFL’de (Amerikan futbolu ligi) sevinmek, sevinç gösterisi yapmak yasakmış. Takım halinde sevinmeye -nedense- izin yokmuş. NFL, o yüzden No Fun League diye de anılıyormuş.


Bireyci kültürde beraber sevinmeye bile yer yok demek ki…


*

PS: Podcast'in aynı bölümünde çok ilginç başka bir konu var ki, fazladan hayalgücü gerektirdiği için sonra konuşuruz.

sonraki gün