yenildik ama ezilmedik



Bu rugby epey sert bir oyun. Benim için de biraz tuhaf; Yeni Zelanda - İngiltere'den başka bir rugby karşılaşması yok sanki. Şimdi zorunluluktan BBC seyrediyorum; sürekli bu ikisinin maçına denk geliyorum. Kiwiler sürekli gagalıyor kırmızı urbalıları. İngilizler de yazık, hep bir umut, yeniden maça çıkıyor.

Ama olmuyor... İngilizler azıcık geliştiriyor kendini, yine kâr etmiyor. Bugün Sunday Times şu manşeti atmış sonunda: Beaten but not broken. Türkçesi, "Yenildik ama ezilmedik." Görünce içim soğudu tabii. O manşeti bizim attığımız günler geçti ama olsun. Şimdi İngilizler düşünsün...

Yürüyün be Kiwiler!

ecevit usulü tasfiye - davul kim tokmak kimde?



CHP yeni bir dönemece giriyor. Ya da şöyle söylemeli: Kemal Kılıçdaroğlu gerekli hamleleri yaparsa yeni bir dönemece girecek. Yoksa eski tas eski hamam. Partinin boyu bir santim bile uzamaz.

Parti, cumhuriyet tarihi boyunca bunun gibi çok virajı aldı. Tasfiye operasyonlarının, kelle almaların ve evet, genel başkan devirmelerin öyküsü ciltler doldurur. Aşağıdaki alıntı 1960'dan sonra CHP'ye giren, partinin en üst kademelerinde görev yapan ve katıldığı her toplantıyı kayda alma gibi bir alışkanlığı bulunan eski parlamenter ve devlet bakanı İsmail Hakkı Birler'in biyografisinden. CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, partinin 3 Temmuz 1970'te düzenlenen 20. Olağan Kurultayı'nda konuşuyor. Kurultaydan önceki ortamı aktaralım: İsmet İnönü önderliğindeki CHP, 1969 genel seçimlerinden 1965'e göre oy kaybederek çıkmıştır; seçim kampanyası sırasında meydan meydan dolaşan Genel Sekreter Ecevit halkın gözdesidir ama onun yürüttüğü ortanın solu politikalarına özellikle de toprak reformuna karşı partinin statükocu merkezlerinde direnç birikmeye başlamıştır. Genelde Ecevit'i destekleyen İnönü de yavaş yavaş genç politikacıdan yüz çevirmeye başlamış Ankara'daki politbüroya teslim olmak üzeredir.

Sözü tekrar Ecevit'e verelim:

"1969 seçimlerinden sonra 'oy kaybından sonra Ecevit'in iniş dönemi başladı' dendi. Bir huruç harekâtı yapıp Ecevit'i iş başından bir an önce uzaklaştıralım havası esti. Kesin olarak şunu ifade etmek istiyorum ki, oy kaybına da uğrasak, belirlediğimiz seçim stratejisinden dönmemeye kararlıyım. Biz artık Türkiye’de olaylara bürokrat aydın açısından bakmıyoruz. CHP'de bakış açısı değişmiştir. CHP'nin devrimcilik görüşü değişmiştir. Şimdi devrimcilik sözünden altyapı devrimciliğini anlıyoruz. CHP'de kapalı politikadan açık politikaya geçilmiştir. Kadro değişikliği olmuştur. Bu kadro değişikliğini siz yapıyorsunuz, tükenenler kendi kendilerini tasfiye ediyorlar.
Aslında istenen şu, ben köy köy, kent kent dolaşacağım, davul benim boynumda olacak, genel merkezde de, tokmak elinde birtakım yöneticiler bulunacak. İstiyorlar ki, Ecevit davul olsun, eski saray politikası yaparak, Ankara'da oturup onlar çalsın. Ben bu şekilde genel sekreter olamam. Ben İnönü'ye rağmen genel sekreterlikte bulunmam, aklımı yitirmiş olmalıyım ki İnönü'ye rağmen genel sekreter olacağım, diyeyim. Olmam.
Atatürk ve Devrimcilik kitabımla huzurunuza çıkıyorum. Devrim yapmak isteyenler, halka gitsinler. Atatürk’ün saraydan çıkıp halka gittiği gibi. Kitle partisiyiz diye aracılar, tefeciler hakkında bir şey söyleyemeyecek miyiz? Bizim yaptığımız, Türk halkını sömürücülerden kurtarmaktır. Çember iç alanımıza da girdi. Bizi boğacak gibi oluyor. Teksas'taki petrol şirketi, İngiltere'deki boraks şirketi ve Kızıl Çin stratejileri CHP'yle uğraşıyor. Daralan çemberin içinden CHP'yi siz kurtaracaksınız. Benim gücüm yetmez buna.
Gezdiğim birçok köyde 'Burası toprak reformu bölgesidir', tabelalarının dikildiğini gördüm. 'Bu köyde toprak mücadelesi yapılıyor', şeklinde pankartlar okudum. Bunlara elbette devrimci eylemdir, diyeceğim."

İsmail Hakkı Birler - CHP ile geçen bir hayat. Hazırlayanlar:Şengün Kılıç Hristidis-Ersel Ergüz. İŞ Bankası Kültür Yayınları

sevinmek için sevmedik



Aradan epey zaman geçmiş. Şaka değil, kupayı en son 1954’te kaldırmışlar. Bu takımın, yani San Francisco Giants’ın şampiyonluk göremeden yaşayıp ölen taraftarları var. Yazık.

Beyzboldan anlamam; ama en az futbol kadar ciddi bir tutku olduğunu biliyorum. Bu yüzden geçtiğimiz Pazar günü World Series’da şampiyon olan Giants taraftarları adına onlar kadar sevindim. Takımı maçı kaybederken tribünleri terk edenler, televizyonunu kapatanlar, karşılığında bir kupa alamasalar da desteğe devam eden bu bahtsız taraftarları anlar mı? Hiç sanmıyorum.

Sevinmek için sevmedik, diyen bir tezahürat var ya, işte o, en çok bu arkadaşları anlatıyor. Doyasıya sevinsinler artık, haklarıdır.

Giants, 1957’de San Francisco’ya taşınana kadar New York şehrinin takımıydı. 1954 şampiyonluğu da orada kazanıldı.

nasıl görünmez olunur?



Önemli ayrıntılar gündemin hayhuyu içinde kaybolup gidiyor. Semin’in (Gümüşel) Newsweek Türkiye’nin son sayısındaki röportajının başına da aynısı gelsin istemem. Çünkü mesele, üzerinde bütün ülkenin hararetle tartışması gereken “gerçek” bir mesele.

Semin, Bilkent Üniversitesi’nden Dilek Cindoğlu’yla konuşmuş. 20 yıldır toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine çalışan Cindoğlu, TESEV için yazdığı “Uzman Mesleklerde Başörtülü Kadınlar: 2010 Türkiyesi'nde Ayrımcılık Meselesine Yeniden Bakmak” raporunda, İstanbul, Ankara ve Konya’da görüşmeler yaparak ciddi bulgulara ulaşmış. Bunlar elbette röportaja da yansıyor ve iş hayatında kadınlara yönelik ayrımcılığın hiç tahmin edilmeyen noktalarda da yaygın olduğunu gösteriyor. Dilerseniz, röportajın tamamını dergiden okursunuz (ki mutlaka okuyun, derim), ben Cindoğlu’nun sözlerinin bir bölümünü yine de buraya alayım:

“Araştırma dini hassasiyetleri olan özel şirketlerde dahi başörtüsü yasağının dolaylı etkisinin olduğunu; bu yasağın, iş hayatının tamamına farklı derecelerde de olsa yayıldığını gösterdi. Bu, kadınların iş piyasalarında var olmasını doğrudan etkiliyor. Peruğunu takan, üniversiteye giriyor. Ama peruğunu takan her iş yerine giremiyor veya yükselemiyor. Bu, artık İslamcıların değil, kadınların meselesi. Kadınların iş hayatında az olduğu bir dünyada yaşamak, başörtüsüz kadınlar için de zor.

“Başörtülü kadınlardan geri planda kalmaları, hatta görüşmecilerin defalarca tekrar ettiği gibi ‘görünmez’ olmaları beklenebiliyor. Bence araştırmanın en vurucu sonucu şu, insanlar bağnaz, tutucu veya tümü laik olduğu için değil, şirketler rantabl iş yapabilmek için başörtülü insan çalıştırmak istemiyor. Bu yasak hukukla başlıyor, iktisatla pekişiyor.”

Hep İslamcı bir sosla sunuluyor; ama bence mesele başından beri, öncelikle kadınların meselesi. Başörtülü kadınlar, üniversite kapısında da iş hayatında da, aynı görüşü savundukları erkeklerin arkasında kalıyorlar. Üniversitede hadi kanunlar izin vermiyor diyelim; peki çalıştıkları yerlerde onlardan yine de “görünmez” olmalarını isteyen ‘İslamcı’ erkeklere ne demeli? Riyakâr kelimesinin sözlükte güzel bir karşılığı var.

Resim Magritte'in

gelecekten gelen kadın

İşte neşeli bir haber… Zamanda yolculuk mümkün ve biz de buna şahit olabiliriz! Charlie Chaplin’in 1928 tarihli The Circus filmini dikkatle izlersek tabii. Bugünlerde Youtube’da ve diğer video platformlarında, Chaplin’in filminin bir sahnesinde sokaktan geçen bir kadının gelecekten gelmiş olabileceği konuşuluyor. Çünkü epey garip görünümlü bu kadın (garip dediysem, bakışları, giyinişi falan garip; yoksa öyle 500 yıl sonrasından gelmiş bir hali yok) o sahnede kulağına götürdüğü bir cep telefonuyla beliriyor. Bizi şimdi kendilerine mahkum eden cep telefonlarının Şarlo zamanında var olmadığını söylemeye gerek var mı?

Kadının tuttuğu o “şey” cep telefonu olmayabilir elbette; belki elini sadece saçına götürmüştür, ne bileyim. Muhtemelen de öyle yapmıştır; zararı yok. Ama Belfast’tan genç sinemacı George Clarke’ın video analizi gerçekten seyre değer. İnanmıyorsanız; videoyu bugüne dek izleyen 1,5 milyonu aşkın kişiye sorun.

Hem benim derdim başka. Bir meseleyi alıp suyunu çıkarana kadar tartışan, üzerine yazılar yazan, videolar kurgulayan insanları seviyorum. Muhtemelen sadece kendi reklamını yapıyor olsa da, George Clarke da, belli ki, öyle hevesli biri.

Eyvallah George; sevdim seni. Buyurun siz de sevin:

ay sarayında