howard jacobson'ı nasıl elimden kaçırdım?

Londra… Sabah treniyle gelmiş, sokaklarda fink atıyordum. İlk iş Foyles Kitabevi’ne gitmiş, rafları arasında epey dolanmış, kitap almadan kafesinde bir sandviç yiyip kahve içmekle yetinmiştim. Sonra yine caddeler, sokaklar, minik pasajlar… 

Yürüye yürüye Regent Street’e ulaştım. Neden oralara geldiğime dair hiçbir fikrim yok. Birden Howard Jacobson’ı gördüm. Yanında orta yaşlı, şık bir kadın vardı. Bir sanat galerisinden henüz çıkmış ya da birazdan o galeride olmaları gerekiyormuş gibi görünüyorlardı. 

Hiçbir kitabını okumadığım Jacobson’ı ilk gördüğümde nasıl tanıdığım benim için muamma. Peşlerine neden takıldığım da öyle. Saatlerce yürümüş yorulmuştum. Londra çok büyük ve yabancıydı. Tanıdık birini bulma duygusu beni ele geçirmişti sanırım. 

Mesafemi koruyarak seyirttim arkalarından. Jacobson, kadına hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Işıklarda durduk. Aramızda birkaç kişi vardı. İçimdeki şüphe kırıntısını gidermek için Google’a ‘Howard Jacobson’ yazdım. İmajlara tıkladım. Evet, doğru adamı takip ediyordum. Yalnız bir sorun vardı. Kafamı telefondan kaldırıp soluma doğru göz attığımda peşine düştüğüm ikiliyi göremedim. Yerlerinde yeller esiyordu. 

Yayalar için halen kırmızı yanıyordu. Sağa sola, ardıma baktım, bulamadım. Takip edildiklerini anlamış da beni ekmişler miydi? Canım sıkıldı. Hem acemiliğimden hem de Londra’da tanıdığım tek kişiyi kaybetmiş olmaktan. Nihayet yeşil yandığında karşıya geçtim. Yürümeye devam ettim. 

Bu bir işaretti belki de. Jacobson’ın Booker ödüllü kitabı ‘Finkler Question’ı işte bu yüzden aldım.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...