deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

hafıza kaybı

Gazeteciliğe 2000 senesinin yazında başladım. Büyük depremin üstünden bir yıl bile geçmemişti. Her yerde, her evde, her sofrada, her ekranda ve tabii her gazetede halen deprem konuşuluyor, deprem üstüne yazılıp çiziliyordu. “Ya bir defa daha olursa” diye değil. “Bir daha olduğunda” diyerek…

Meslekteki çıraklık yıllarım deprem tartışmalarını takip ederek geçti. Ben bizzat deprem üstüne çok haber yapmadım ama içinde bulunduğum ortam, soluduğum hava bu haberlerden geçilmiyordu. Gazeteler, dergiler depremle doluydu. Haber toplantılarında, neredeyse usandıracak kadar deprem haberi önerisi gelirdi. Jeologlar, binalar, zeminler, sayılar…  Neticede deprem bizim hakikatimizdi.

O hakikat gündemi belirliyordu. Hayatımıza ‘Deprem Dede’ Ahmet Mete Işıkara girdi; “Marmara Depremi verdiği randevuya zamanında geldi” diyen Celal Şengör girdi, ismi sonradan bir vapura verilen, çok genç yaşta kaybettiğimiz, mütebessim bilim insanı Aykut Barka girdi; enerjik ve eksantrik Şener Üşümezsoy girdi. Türkiye toplumunun en yakından tanıdığı bilim insanları şüphe götürmez biçimde jeologlardı. En çok takip edilen kurum Kandilli Rasathanesi’ydi. 

Bir sonraki depremi beklerken, insanlar bu hakikate alışmaya, onunla beraber yaşamaya çalışıyorlardı.

Yıllar geçti. Bir noktada deprem bizim hakikatimiz olmaktan çıktı. Unuttuk. Neden böyle oldu? Kimsenin verecek derli toplu bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Belki toplum olarak unutmak istemiştik. Usanmıştık belki. Bir ihtimal, bu konuyla çok ilgilendiğimizden hızla hissizleşmiştik. Önceliklerimiz değişmişti.

Deprem Dede Işıkara’yı ‘Türkiye’nin en seksi erkeği’ diye etiketleyip yolumuza devam ettik. Deprem haberleri önce seyrekleşti, sonra Ağustos’tan Ağustos’a bir anmaya dönüştü. 2000’li yılların Türkiyesi’nde bu hakikate yer kalmamıştı sanki. Birçok başka meselede olduğu gibi, burada da hakikat-sonrasına geçmiştik. Medyanın doğrudan sorumlu olduğunu söylemiyorum; gazeteler de televizyonlar da bu toplumsal hafıza kaybını yansıtıyordu. Kişisel bir not: Benim de aklıma depremle ilgili çalışmak pek gelmiyordu.  

Geçen haftaki deprem alarm zillerini yeniden çaldırdı. İstanbul’un hakikati yeniden kendini hatırlattı, gündeme oturdu. Bu hakikatin siyasetle, boş lafla, kutuplaşmayla, falanla filanla ortadan kaldıramayacağımız bir mesele olduğunu hepimiz biliyoruz. Yeniden konuşacağız. En azından, afet yönetimi toplantılarına kim çağrıldı, kim çağrılmadı tartışmasını bitirdikten sonra… 

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...