Japon yönetmen Yasujiro Ozu, ‘Ohayo’yu (‘Good Morning’ olarak da biliniyor) 1959’da çekmiş.
Ben geçen hafta izledim. 59 yıl sonra. Ozu az önce şapkasını almış, şuradan geçmiş gibiydi.
İçinize bazen piyangodan çıkmış gibi bir serinlik gelir, bir eski iyiliği hatırlayıp gülersiniz, birisi ıslıkla sizin çok sevip unuttuğunuz bir şarkıyı çalar… Öyle tanıdık bildik bir film.
Nereden biliyorum ben bu güzelliği? Bir tahminim var. ‘Ohayo’da senaryonun üstünden Haldun Taner geçmiş sanki. Ozu'nun filminden beş sene önce (1954) kaleme aldığı ‘Ayışığında Çalışkur’u “Bir de böyle yazayım” demiş gibi… Bu tatlı rüzgâr belki ondan geliyordur.
İngiliz romancı Martin Amis'e, Brexit ve Trump'ın saçmalıkları sorulduğunda verdiği yanıt... Bugünler için pratik bir açıklama.
"Son 10 yılda Batı’daki herkesi bu kadar saf kılacak ve tatsız bir yöne, geriye sürükleyecek ne olmuş olabilir diye kafa patlatıp duruyorum, aklıma gelen tek cevap internet. Sanırım sıradan insanlarda bir zihin değişikliği meydana geldi. Hakikat, bir standart olarak zayıfladı örneğin. İnsanlar artık hakikate eskisi gibi aldırış etmiyorlar; çünkü doğruluğu su götürür şeylere alıştılar. Yıllar evvel birisinin internette var olan şeylerin ancak yüzde altmışının doğru olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Onu duyduğumda dehşete düşmüştüm ama şimdi bu rakam bence yüzde 30’lara geriledi. Neden bilmiyorum, bu durum insanların gerçekliğe bakışını bulandırdı ve son derece tatsız, ilkel ve kabileci duygular üretti.
Bir özel uçak düştü, gencecik insanlar öldü, arkasından sosyal medyada zalimce yorumlar başladı.
Merak ediyorum, insanlar hep kötü müydü böyle, yoksa kötülüğü sosyal medyayla beraber mi görür olduk?
İnsanları kötüleştiren sosyal medya mı ya da?
Bu sosyal medyada bir şekilde kalmalı mıyız, yoksa çekip gitmeli miyiz? Uzaklaşırsak fazla naif mi kalacağız? Uzaklaşmazsak saatlerimizi boktan bir çukurda enayi gibi harcamış mı olacağız?
Doğada toprak altında uyuklayan bir ateş var; o hiçbir zaman sönmez ve hiçbir soğuk da onu alt etmeyi beceremez… Toprak altındaki bu ateşin her insanın göğsünde bir sunağı vardır. Aslında en soğuk günde ve en yüksek tepede bile yürüyüşçü, gocuğunun kıvrımlarında ocaklarda yanan ateşten bile sıcak bir ateş besler. Sağlıklı insan mevsimleri öyle bir dengeler ki, kışları, kalbinde yazı yaşar. Güneydir ora…
Henry David Thoreau, Bir Kış Yürüyüşü [Çeviren: Aytek Sever, ‘Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler’de]
Donald Trump, okul saldırısı kurbanlarının aileleriyle. Elini açık etmiş. Konuşma notlarının sonunda ‘I hear you’ filan da yazıyor. Bu nasıl bir başkan, nasıl bir çağ!
On iki sene evvel ABD’de bir araştırma yayımlanmış. 1980’lerde yapılan benzer bir araştırmanın tekrarı… Amerikalıların yalnızlaşıp yalnızlaşmadığını anlamaya giden yolda bir çalışma bu. Katılımcılara “Hayatlarınıza dair en önemli kararları kimlere danışırsınız” diye sorulmuş. İlk araştırmayla karşılaştırınca, “Kimseye danışmıyorum” diyenlerin oranının üçe katlandığı çıkmış ortaya. Kan bağı olmayanlara artık bir şey sorulmadığı, sorulacak bir şey varsa daha çok eşlere, anne-baba ve kardeşlere gidildiği anlaşılmış. O dönem için bile, 20 sene öncesine göre Amerikalıların kendi içine kapandığı, arkadaşlarla sırdaşlık bağlarının neredeyse koptuğu görülmüş. Şimdi yapılsa ne sonuçlar alınır acaba?
Ne iyi bir soru aslında… Hayatınızın en önemli kararlarını kime danışırsınız? Bunca güvendiğiniz kaç kişi var, kaç sırdaşınız var? Eskiden kaç tane vardı?