polisten bir mektup


Kaliforniya’da bir yer. Yıllar evvel. Adamın birinin posta kutusuna, fiziki posta kutusuna yani, bir mektup geliyor. Polis ceza kesmiş. Kamerayla. Mektupta da adamın direksiyon başında görüntüsü var; trafik ışıklarında beklememiş geçiyor. Cezayı yemiş tabii. Ama yöntem yeni; tarihteki ilk fotoğraflı cezalardan birini yemiş.

Adam isyan ediyor, özel hayatının ihlal edildiğini düşünüyor ama daha da çok bu sürecin içinde insan olmamasına takıyor. Kendi kendine çareler arıyor. Nihayet gidiyor cezanın miktarı kadar paranın fotoğrafını çekip polis merkezine faksla gönderiyor. Madem artık her şey fotoğrafla...

Günler sonra posta kutusunda bir mektup daha... İçinden bir kelepçe fotoğrafı çıkıyor. Adamın hoşuna gidiyor bu; bir insana temas ettiği için ikna oluyor. Neticede cezasını da ödüyor. 

Eski zamanlar. Bin yıl kadar uzak sanki...


Resim: Edward Hopper

dünyaya nasıl bakmalı?


İçinde yaşadığımız dünya. Aynı anda hem korkunç hem güzel olan bu dünya. Ona nasıl bakmalı? John Berger, burada iki üç dakika içinde dahi yol gösteriyor. 
Sürekli düzelterek. 
Anlatarak. 
Ve de tarih bilinciyle (Marksist tarih bilinciyle)...


çok güzel yazıyorsun ama...

Bir düğünde, uzak bir akrabamla konuşuyoruz. 70 yaşlarında, yumuşak huylu, tatlı bir adam…

“Yazılarını takip ediyorum, eline sağlık” dedi. 


Teşekkür ettim. Bir süredir görmediğim yakınlarımın yazdıklarımı okuyor olması hoşuma gidiyor. Bağ bir şekilde devam ediyor. Sessiz de olsa…


“Çok güzel yazıyorsun ama bir şey diyeyim mi sana?”


“Deyin tabii, ne demek.”


“Uzun Yenalcım uzun, biraz kısa tut yazıları.”


70 yaşındaki de “kısalt” diyorsa…

gündelik hayatımızdaki kaosa düzen getirmenin altı yolu

4 Haziran 2023'te Gazete Duvar'da yayımlandı



1.


Bunca yıllık yazıp çizme ve okuma uğraşından bir şey öğrendim: Her ne yazıyorsanız, onu bir liste olarak verirseniz daha çok okunur. 


Sayılar ve sıralama sihirlidir. Alt alta yazılmış ya da virgülle ayrılmış maddeler insan zihnine çekici gelir. Liste okumayı severiz; listelere ışığa uçan pervaneler gibi sürükleniriz. Birisi sosyal medyada alışveriş listesini paylaşsa bile okumak isteriz. 


Neden? 


Amerikan yazar Maria Konnikova, New Yorker’daki bir makalesinde, listeleri neden cazip bulduğumuzu bir çırpıda anlatmıştı


Ben konuya uygun olarak, Konnikova’nın özetini liste şeklinde vereyim:

1- Listeli bir konu başlığı, içerik akışında ilgimizi çekmeye elverişlidir. 

2- Başlık, konuyu önceden bildiğimiz bir kategori ve sınıflandırma üzerinden (mesela ‘yetenekli hayvanlar’) anlattığı için ayrıca avantajlıdır. 

3- Liste, bilgiyi belli bir alan içinde düzenlemek için kullanışlıdır. 

4- Bir liste gördüğümüzde onun sınırlı ve sonlu olduğunu biliriz. 

5- Tüm bunlar, bilgiyi evvelden kategorize edip kavramsallaştırarak okuma deneyimini de daha kolay hale getirir. 


Sırf bu yüzden, “Nicolas Cage’in Bizim Kuşağın (ya da tüm kuşakların) En İyi Aktörü Olmasının 42 Nedeni” başlıklı bir listeyi okumaya dahi adayızdır.  



2.



Amerikan yayıncı NPR, yıllar önce “Neden Listeleri Severiz” başlıklı on maddelik bir liste hazırlamıştı. Halen güncel bir başlık. Bugün bence daha da güncel. Hele birinci maddesi: “Listeler, kaosa düzen getirir.”  


NPR makalesinde görüşüne yer verilen, “Book of Lists” (Listeler Kitabı’nın yazarlarından David Wallechinsky’ye göre bizler, bir tür aşırı maruz kalma ve uyarılma çağındayız; en çok da fazla bilgiye maruz kalıyoruz; bu yüzden de listeleri seviyoruz. “Listeler başka türlü çok bunaltıcı olacak organizasyonu sağlıyor.”


Evet, kaos. Bizler için her gün kendi halinde bir küçük, mütevazı kaos. Listeler bu kaos sırasında önümüzü görmeye yardım ediyor. Bilgi yağmurunda bir şemsiye... Bazen işe yaramayan bir şemsiye ama olsun, şemsiye fikri bile bizi rahatlatıyor. Beynimiz, liste halindeki bilgileri daha rahat işliyor. Paragraflarsa yoruyor. Neticede, emek yorucudur. 



3. 


Listeler bir sınır getiriyor. Sadece bildiklerimize değil, seçeneklerimize de. 


İki psikologun, Michaela Wanke ve Claude Messner’in 2011’de yaptıkları bir araştırma, meşhur “seçme paradoksu” üzerine yoğunlaşmıştı. Modern zamanların bu meşhur paradoksu şuna işaret eder: Bir seçim yaparken elimizde ne kadar çok imkân ve bilgi varsa, kendimizi o denli kötü hissederiz.  


Wanke ve Messner, araştırmaların sonunda, üzerinde kafa yoracak seçenek azaldıkça ve akabinde karar verme süreci de hızlandıkça daha mutlu hissettiğimize karar vermişti. Sahiden de “azıcık aşım, ağrısız başım” lafı boşuna söylenmedi. Atalarımız, Netflix, Spotify ve bilimum platformlar çağında kullanabilmemiz için altın değerinde bir tavsiye vermiş meğer. (Bu konularda, yine Gazete Duvar’da şurada ve şurada yazmıştım).


Listeler işte bu paradoks anında karar verme sürecini hızlandırıyor. Bilgileri kategorize ediyorlar, numaralıyorlar, eliyorlar ve işimize yaramasa bile rahat hazmedeceğimiz parçalar haline getiriyorlar. Bu rahatlık bizi mutlu kılıyor. İşimize yarasa da mutlu kılıyor yaramasa da…


Çünkü bize bu sonsuz bilgi ve imkân evreninde bir şeylerin sonu olduğunu söylüyor. 


4.


Listeler hakkında en güzel şeyleri ise “listelerin piri” Umberto Eco söylüyor. 


Müteveffa İtalyan yazar Eco, Der Spiegel’e verdiği bir röportajında, sonsuz bilgi ve imkân evrenindeki sonluluğun yanında, kendi sınırlarımıza da dikkat çekmişti


“Listeleri seviyoruz çünkü ölmek istemiyoruz.”


O yüzden de liste yapıp duruyoruz. Kendisi de listelerin müdavimi olan Eco’dan dinleyelim yine: “İlk başta listelerin primitif olduğunu, evrenden bihaber ilk kültürlerden izler taşıdığını düşünürdük; ilkel toplulukların, sınırlı dünya bilgilerinden dolayı her şeyi sıraladıklarını kabul ederdik. Ama kültürel tarih boyunca, listeler her fırsatta hüküm sürdü. Onları katiyen ilkel topluluklara özgü olarak değerlendiremeyiz. Örneğin Orta Çağ’da evrene dair net bir fikre ulaşılmıştı ve listeler vardı. Rönesans’ta ve Barok Dönem’de astronomiden beslenen yeni bir dünya görüşü hâkimdi ve yine listeler vardı. Postmodern dönem de kesinlikle bir listeler çağı. Listelerin karşı konulmaz bir büyüsü var.”


5.


Bir de ihtiyaç var tabii…  Psikolojik ihtiyaçlar var: Sıralama ihtiyacı, planlama ihtiyacı, idrak etme, değerlendirme ihtiyacı. 


Listeler en çok yeni bir dönem başlarken ya da bir dönem biterken yapılır. Örneğin yıl bitmeye yakın, o yılın en iyilerini, önemli olaylarını ve aramızdan ayrılan isimleri birer liste halinde okuruz. Muhasebe yapanlarımız vardır: “Şunları yanlış, şunları doğru yaptım” listeleri tutanlar… Zaman kayıplarının üstünü çizenler, işe yarayanları alt alta dizenler. Ve tabii yeni yıl listeleri: “Bu sene bunu yapacağım”lar…


Türkiye şu an bir dönemeçte. Kimisi için bir dönem bitti, kimisi için bir dönem başlıyor. Seçimden sonra, kazanan ve kaybeden çok insanın kafasında listeler var. “Şunu yapacağım, şunu yapmayacağım” listeleri. Bazısı için intikam bazısı için yeni bir başlangıç bazısı için takip listeleri… Sadece sokaktaki vatandaşın değil; siyasilerin ve patronların da listeleri. Fiş listeleri, talep listeleri, gereken yapılsın listeleri… Herkesin kafası şu an madde madde…




6. 


Yine de içimizi açan listeler her zaman “her şey daha güzel olsun” listeleri. Zaten en güzel listelerden biri de, adlı adınca “Her Şey Daha Güzel Olacak” filmindeki liste değil mi? 


Ne diyordu Cem Yılmaz’ın karakteri Altan: 

“Bir, barı açıyorum; iki, Ayla’yla aramı düzeltiyorum; üç, babamı da yanıma alıyorum. Olay bitmiştir.” 


Olay bitmemişti tabii. Altan için her şey çok güzel olmadı. Ama yine de bir şeyler oldu. Hayat aktı, genişledi…


Aksın ve genişlesin. Başka ne isteriz ki hayattan? 




3 Okuma Önerisi 



1.

Infinity of the Lists - Umberto Eco 


Listelerin Sonsuzluğu… Her şeyin listesini tutan Batı zihninin acı tatlı bir listesi. Homeros’tan James Joyce’a, Dali’den Ravel’e görsel yoğun bir kitap… Doğal olarak, listelerin efendisi, ıssız adaya gitse yanına telefon rehberi almak istediğini söyleyen Umberto Eco’dan. Bu liste kitabının ardından, Louvre’da “misafir” olarak bir liste sergisi de düzenlemişti Eco. Koca müzede akşamları kendi kendine dolaşırken kendini bir Dan Brown karakteri olarak hissettiğini de söylemişti. “Infinity of the Lists”, Türkçede hâlâ yok. Çevrilmesini beklerken, Eco’nun bu konu hakkındaki söyleşilerini okuyabilirsiniz; biraz Google çabasına bakar. Bir de kişisel mesaj: Bu kitabı benden alan her kimse keşke yerine hiç değilse bir not bıraksaydı! Kitabı tekrar almalı mıyım, onu anlardım en azından.



2.


Faşizmin 14 temel özelliği - Umberto Eco


Bu bir kitap değil, bir makale. Eco’nun 1995 yılında New York Review of Books’ta yayımlanan nefis makalesi. Open Culture internet sitesi bu makaleyi güzelce özetlemişti. Düşünbil Portal da bu özetin Türkçe çevirisini yayımladı.  Kahramanlık kültünden, karşı çıkmanın ihanet sayılmasına; farklılığa dönük korkulardan, komplolara meyletmeye çok güzel, zihin açan ve güncelliğini hiç yitirmeyen, hatta daha da güncelleşen maddeler var. Daha önce okumadıysanız, “bir bakın” derim.



3. 


Homeros - İlyada


Homeros okumak için kimsenin önerisine ihtiyacınız yok elbette ama edebiyatın en büyük listecilerinden birini Umberto Eco’dan okuyunca kafama dank etti: Hakikaten, edebiyatın birazı da “şeyleri” sıralamak. Tasnif etmek, kategorize etmek, kümelemek… Ben kendi adıma, hemşerimiz Homeros’u bu gözle bir daha okumaya karar verdim. Eco bu konularda James Joyce’un da çok verimli olduğundan bahsetmiş ama yazmadığı biri var. Şeyleri sıralamaya bayılan bir başka romancı. O da bu toprakların insanı. Madem liste yapmayı seven romancılar listesi yapılmış; Homeros’un ardına bir de Orhan Pamuk yazmayalım mı?


filleri bekleyenler


 National Geographic'de rastladım. Sri Lanka'da filler için bir gece bekçisi. Etrafta dolanan fillerin tarlalara, bahçelere girmemesi için nöbet bekliyor. Filler yaklaştığında da çığlık atıyor, taş fırlatıyor. Kampını yüksekte kurmuş çünkü yaptıkları, doğal olarak, filleri kızdıracak şeyler... 

Zor bir hayat. Ama bir rüya sahnesi gibi. Sri Lanka'da bir Kusturica anı...

roman için en doğru yer

Selçuk Altun’un “Kitap İçin 4”ünde zalim bir alıntı. Yazar ve eleştirmen J.R. Lynes’ten. 

“Her gazetecinin içinde bir roman vardır ve orası, o roman için en doğru yerdir.”


Haha!


Altun’un kendisi de şunu demiş: “Sahibini unuttuğum bir aforizma ise der ki: Gazeteci zamana karşı yazar, zamana karşı yazmadığı zaman daha kötü yazar.”


Bak, bu bir tık daha doğru. Belki.  


Her ne olursa olsun: Romanımı engelleyemez bu alıntılar!

telefonunuza bakmayınız

  ‘Magic Circus’ için bilet aldım. Dino ile gideceğiz.  Bilette bir uyarı notu: Yetişkinlerin, telefonlarına bakmaları yasaktır. Lütfen sana...