ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir adam gelirdi. Türkçe konuştuğumuzu duymuş, benim hızlıca içeri girdiğimi görmüş, bir problem yaşadığımızı düşünmüş. 

"Turist misiniz" dedi. "Bir şey mi oldu?"

İyi niyetli bir insan... Sorun çözmeye odaklı. 

"Yok" dedik; "burada oturuyoruz biz".

"Ben de buradayım" dedi. "Aha ileride terzi dükkânım var." Gösterdi. Aklımda bir yere not ettim.

Konuşurken sesi hafiften Denizli şivesine çalıyordu. Uzmanı değilim tabii ama Denizlili dostlarım var; şehre de gidip geldim. Özay Gönlüm dinledim. Sıfır da değilim demek ki. 

"Burdurluyum" dedi.

Vedalaştık. 

O gidince A.'ya döndüm: "Hayatımda ilk defa biri bana 'Burdurluyum' dedi."

"Nasıl yani" dedi. 

"Bin kişiye memleket sormuşumdur, ilk defa Burdurlu'ya rastladım Askerliğimin bir ayı Burdur'da geçti ama hep kışladaydık. Burdur'da ne de olsa birkaç Burdurlu gördüm. Bu adam Burdur dışında gördüğüm ilk Burdurluydu... "

Güldük geçtik. 

Neyse, dükkânın yerini biliyorum.

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Akıllarında bir ihtar, bir gecikmiş söz, bir silik tebessüm; o anıda biraz daha kalmak isterler ama bazen bir korna, bir küfür, düşünce yüküyle karşıdan gelen bir başka virgül hızlandırır adımlarını. Küçücük bakarlar etrafa, tehlikeleri savuşturacak kadar. Birisi bir an için bu hıza müdahale edecek olursa, “zamanım yok” diyecek kadar. Yok zamanım. Böyle derler ama birdenbire bir zamanlarının da olduğunu hatırlarlar. Birdenbire kendi zamanına sahip biri olurlar. Zamanları yoktur ama vardır da. Sonsuz zamandan, hayattan, virgül seyyahlara küçük bir hatırlatma…


Resim: Midjourney

bilim

Profesör her gün bir başka hayvan götürüyor. Önce kedileri taşıdı sırayla. Adayı önden bir kolaçan etsinler diye… İlk gece, o karaya döndüğünde, adada kalan kedi tüm kıyıyı dolaşmış. Profesörün sağa sola koyduğu kameralarda sabit. Kedinin yürüdüğünü, durduğunu, uzun uzun dalgaları seyrettiğini görüyoruz. Sabaha kadar tekrarlanıyor bu döngü. Profesör ertesi gün bir başka kediyle adaya gelene kadar uyumuyor ilk kedi. Ancak profesör kulübeye geldiğinde… Sonra akşama kadar uyuyor. O gece iki kedi de kulübeden çıkmıyor. 


coğrafya

Önce harita çizersin. Orta boy bir coğrafya atlasının üzerinden kopya ederek… Sonra isimlere bakarsın. Köy adları, uzak şehirler, denizle birleşen ırmaklar. Ertesi gün unutacağını bilsen de bir iki ismi ezberlemeye çalışırsın. Telaffuzu en zor olanları, dilde hiç dönmeyenleri seçersin. Nasıl bir yerdir o tuhaf isimli şehir? Senin gibi çocuklar yaşar mı orada? Büyüdüğünde oraya gidecek misin acaba? Uyursun. Hepsini, bütün isimleri, bütün soruları unutarak uyursun.


oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış. 

Düzelttik sonra. 

Ya Oktay Opaz?

Sen ne güzel müstearsın... Tamamsın.

PS: Octavio'u Midjourney, Oktay'ı ChatGPT çizdi 



kim yaptı bu yolu?


Javaplein'deki kütüphaneye geldim. 


Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’deki her hizmeti Tayyip mi yaptı" diye veryansın ediyor. “Urfa Tüneli mesela”; diyor. “Kim yaptı bunu?” “1999’da yapıldı. Tayyip mi vardı?” 


Eski kuşağın iyi bir temsilcisi olarak, kendi yaptığı her işi tarihiyle hatırlatıyor: “2002’de ben Türkiye’ye otomobille gittim; Edirne’den bir girdim; dört git-dört gel yol var; Tayyip mi vardı daha?” 


Diğerleri sessizce, araya girmeden dinliyor ama bu adama katıldıklarını sanmıyorum. Her şeyi Erdoğan'ın yaptığını düşünen, ondan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin belki var olduğuna bile inanmayan çok insan var. Erdoğan’ın kendisi bile artık buna inanıyordur belki. 


PS: Resim, Midjourney'nin, tam olarak bu değil ama bu da fena değil

işleri hatırlamak

İranlı bir kadının işlettiği bir kafedeyim. Bir ay önce yine buraya gelmiştim. Verdiğim siparişi hatırladı: Çırpılmış yumurta ve Americano (kahvesi double shot). “Aynısından değil mi” diye sordu. İşini böyle yapan insanlar var… 

Buraya ilk defa A. ve Dino'yla beraber gelmiştik. A. bir süre sonra işe gitmek için çıkmıştı. Kadın bana, “İki kişi mi gelmiştiniz, daha önce geldiniz değil mi; yok yok, sizi başka bir çiftle karıştırdım” demişti. Şimdi yan masada bir adama da buna benzer bir şeyler söyledi. Kadın hayatını (ya da işini) ‘hatırlayarak’ yaşıyor. Ama İranlılar hep böyle değil mi? Hayatlarını hatırlayarak yaşıyor hepsi. İşleri hatırlamak. 


Biz Türklerin işi ne? Unutmak… Umursamamak… 


PS: Kafe, resimdeki değil. Ama Midjourney bunu çizdi. Sesimi çıkarmadım.

tereddüt

Önce sesimize siner sanırız. Ama değil. İlkin omuzlarımızdadır tereddüt. İki elle abanmış gibi sıkıca bastırır. Yürüsek, adımlarımızdadır. H...